''Hikâye çok güzelmiş.''
''Hayallerinin değerini bilmelisin.''
''Hangi kitapta okudunuz?''
''Kendi hayatımın bir kitabı yok Nadir.''
Yoksa bu adam Rauf bey miydi? Gerçekten o muydu? Gizemli dedekti çözmüş olmalıydım.
''Sevgilim neden olmadığını sormuştun. Sebebi bu hikaye.''
Bu cevabın üzerine içim ürperti doldu.
''Baktın her şey çok kötü yere gidiyor, hayal kur. Dünyada yaşayacak halin yoksa, hayallerinle dünya kur.''
Ezan sesi tüm şehri sarmıştı. Pazar gecesinin kanları tekrar alevleniyordu her mahallede. Sokaklarda ayarsız tonda müezzinin sesi yankılanıyor, herkesi namaza çağırıyordu. Ama kimisi sevgilisiyle, kimisi kulağında kulaklığıyla, kimisi duyduğu halde aldırmaz.
''Ercüment beyle ne konuştunuz?''
''Konuşmadık. Akşam eve gel dedi.''
''Acelesi vardı galiba.''
''Evet, koşarak gitti.''
''Bugün ne yapacaksın?''
''Bilmiyorum, camiye gidelim mi Rauf bey?''
''Hadi abdest alalım.''
İlk namazımı ailem vefat ettiğinde kılmıştım. Dedem öğretmişti. İkinci kez ise dedem vefat ettiğinde kılmıştım. Buda üçüncü kez olacaktı. Belki de son namazımdı?
Abdestimizi aldığımız gibi öğle namazının farzına yetiştik. İmamın ''Allahü ekber.''demesiyle başlayan namaz ''Esselamü aleyküm ve rahmetullah.''diyerek son bulmuştu. Dışarıda kıldığımız cenaze namazının ardından tabutu sırtlanıp mezarlığa yola koyulduk. Bu gittiğimiz annemin yattığı mezarlıktı. Galiba oraya gömülecekti. Çok şanslıydı, bir meleğin yattığı toprağa gömülecekti. Bende o kadar şanslı mıydım?
Mezarlığa çoktan gelmiştik, bu sonbaharın öğleninde. Kendimi kötü hissediyordum çünkü annemi ziyarete hala gitmemiştim. Bunu Rauf beyde fark etmişti.
''Anneni ziyaret ettin mi?''
''Etmedim.''
''Birazdan ederiz, önce bu merhumla ilgilenelim.''
Yukarıdan gelen Ercüment beydi. Beni görmesiyle yanıma gelmesi bir oldu.
''Nadir, evladım başınız sağ olsun.''
Rauf bey benden önce davrandı.
''Dostlar sağ olsun Ercüment bey, sizin ne işiniz var buralarda?''
''Ayça'nın mezarını yaptırdım da.''
''İnşallah mekanı cennet olur.'' Ercüment beyin gözlerinde şüphe uyandırıcı bir şey vardı. Yardıma ihtiyacı var gibiydi.
''Nadir, evladım biraz konuşalım mı?'' Galiba akşamı bekleyemeyecek ti?
''Peki, dinliyorum?''
İlerde bir taşın üstüne oturduk ve Ercüment bey konuşmaya başladı.
''Başıma bir bela geldi Nadir.''
''Ne oldu?''
''Pazar gecesi...''
Kafamdaki karamsarlık eskisinden daha şiddetliydi. Her seferinde aradığım cevaba yaklaştığımda gerçekler kuyusuna gitmek beni şüphelendiriyordu. Artık alışmıştım ama sinirlenemiyordum çünkü o tarafta Pazar gecesinin gerçeklerini görüyordum.
Ne yangın vardı, ne cinayet nede karanlığı görüyordum. Bir uçurumun kenarında oturuyorum. Gecenin eşsizliği yetmezmiş gibi birde dolunay vardı. Sapsarıydı, bir altın gibi parlıyordu. Nefes fısıltımdan rahatsızlığı burada da duyuyordum. Burada yıllarca oturabilirdim. Birden sessizliği bir kız katletmişti.
''Aşkım. Hayal'imiz, bebeğimiz olacaktı.''
Bu Ayça'mın sesiydi. Hayal'de çocuğumuz için seçtiğimiz isimdi. Ayça'nın hayalleri altın rengindeki dolunayı kızıla boyamıştı ve birden yağmur başladı. Yağmur, bardaktan su boşalırcasına yağıyordu. Yağmur damlaları ağzıma geldiğinde tuzlu olduğu fark ettim. Yağmur durduğunda ayağa kalktım. ''Ayça!'' diye bağırdığımda tekrardan yağmur başladı. Tuhaftı karanlıkta belli olmasa da kızıl dolunayın ışığında kan yağıyordu. Yağmurla gecenin öpüşmesi çok kanlı olmalıydı. Hayır, yağmurun dudağı kanamıyordu. Kan ağlıyordu gece. Kanlı gece her zaman beni takip edecekti.
''Ne yapacağım? Yardımın lazım.'' Ercüment bey yardım istiyordu ve bunun nedenini ben gerçekler kuyusundayken söylemişti. Aldırmadan cevap vermiştim.
''Bilmiyorum Ercüment bey.''
''Bunu da içimdeki karanlığa hapsetmek zorundayım.''
''Başka ne hapsettiniz ki?''
''Ayça'nın annesini.''
''O nasıl öldü?''
''Yangında.''
''Hapsettiğiniz şeyle ne alakası var.''
''Yangını ben çıkardım.''
''Nasıl yani?''
''Bana tercih ettiği adamla mutlu bir aile kurmuştu. Beni kızıyla yalnızlığa terk etmişti. Ayça annesini sorduğunda ''Yakında gelecek.'' derdim. Bende elime geçen 2 bidon benzinle evi ateşe verdim. Cayır cayır yandılar.''
İçimden şerefsiz adam derken Rauf bey çıka geldi.
''Nadir hadi gel. Akşam oluyor.'' Ayağa kalktığımda Ercüment beyde arkasını dönüp gitmeye başladı. Rauf bey sanki onla dalga geçiyor gibiydi.
''Ayça'nın mezarı nerde? Onu da ziyaret edelim.''
''Yukarda annesinin mezarının yanına gömdük.''
Ercüment şerefsizinin son sözüydü. Ve Rauf beyle konuşmaya başladık.
''Meliha'nın babasını mahalleli sevmiyormuş.''
''Neden?''
''Kızını sürekli dövüyormuş.''
''Vay, şerefsiz adam.''
''Nadir, Meliha bu yüzden bıçaklamış olmalı. ''
''Az bile yapmış.''
''Sence Meliha bunu yapabilir mi?''
''Bilmiyorum ama bunda bir şeylik var.''
''Her neyse, bu mezar nerde ki Nadir?''
Mezarına çoktan gelmiştik. Aman yarabbi, bu mezar burada olabilir miydi? Hayır, bu imkânsız. Yoksa gördüklerim gerçek mi?
''Neyin var Nadir?''
''Akşam on buçukta odama gelin.''
''Anneni ziyaret etmeyecek miyiz?'' Olağanca gücümle yurda koşuyordum. Koşuyordum, nereye gittiğimi bilmeden, sebepsizce. Artık her şeyi hatırlıyordum. Her suçlunun bedel ödeme zamanıydı. Artık bedel ödetecektim ve bedel ödeyecektim.
Yurda geldim ve odama girdim. Yapmam gerekenler belliydi. Birkaç saatim gitmiş olsa da yapmıştım ve yola çıkmıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KANLI GECE
Mystery / ThrillerTanıtım sayfası- https://www.facebook.com/123kangece?ref=profile Bir gecenin karanlığına sizce kaç cinayet gizlenebilir? 1,2... Belki parmaklarınız kadar. Adaletin çözemediği 10 yılın bedeli ve pazar gecesinin acımasız gerçekleri birçok kan döktü. ...