5.BÖLÜM: ''İNTİHAR, YANGIN, MAVİ VE HIZ''

241 60 14
                                    

''Bazen bilmediğimiz şeyler bize zarar vermez, değil mi?''
Arkamızdan esen rüzgâr, üzüntümüzden bir parça almıştı. Üzüntünün efkan saçtığı bahçeye girdiğimizde mezardan çıkan ölüyle karşılaştık. Üzerinde bir tane bardak bulunan eskimiş, ayakta zor duran kare masada Harun hoca oturuyordu. Ölü değildi, mezardan çıkmış gibi de değildi. Yüzünde efkarın eksik olmadığı, üzüntünün yaşlı bedenini çöküntüye uğrattığı apaçık belliydi. Hala kalp krizinin yorgunluğunu taşıyordu. Neden bu kadar üzgündü? Kalp krizinin sebebi neydi? Kafamdaki sorular gittikçe artıyordu. Bütün sorularımın cevabını tek kelimeyle, bilmeyerek vermişti.
''Melike.''
Boynuma, suçlunun kelepçesi gibi dolanmıştı. Gözyaşlarını boynumda hissediyordum. Melike'ye ne olmuştu?
Ölen Melike olabilirdi. Yoksa rüyamda ki ölen kız Melike miydi? Cinayet gecesi Melike'nin yanında mıydım? Soruların işgaline uğramış bedenim daha çok dayanamayacaktı. Gücüm tükenmişti. Harun hoca bitkin durumdaydı. Kalp krizinin sebebi Melike miydi? Ağzından çıkan sözcükler anlamlanmaya başlamıştı.
''Melike dün gece bizleri yalnız bıraktı Nadir.''
Canım yanıyordu. Sanki suçlu bendim. Acı... Böğrümde hissettiğim, o hançer yarasını tekrar oymaya yetecek bir acı. Vedasız giden çiçeğe Melike eşlik etmişti. Oda vedasız mı gitmişti? Rauf beyin bakışında karamsarlık bağırıyordu. Benim bakışımda da bir fark yoktu. Kafamız karışıklıklar okyanusunda yüzen bir sandal gibi olmuştu. Bu durum beni deli edecekti. O gece iki kişinin ölmesi çok şüpheliydi. Yoksa ölen ben miydim? Yaşadıklarım hayal mi? Ölünce başka bir dünyaya gidiyoruz. Yoksa başka dünyada mıydım?
''Nadir dışarı çıkmalıyız.'' Baş sağlığını da eksik etmeyen Rauf beyin sözüyle alel acele bahçenin dışındaki ölü bir ağacının yanında, banka oturduk. ''Melike'yi kim öldürdü?'' ''O geceyi düşünmelisin. Her şey o gece olmuştu. Ayça'nın, Melike'nin cevabı da sende olabilir.''
Kafamda ki karamsarlığın artmasıyla baş gösteren dönme de geldi. Dünya dönüyordu. Hayalle rüya arasında ki gerçeklerin merkezine yolculuğum sonlanmıştı. Bu sefer kız yoktu, karanlıkta değildi. Yangın vardı yüreğimdeki gibi. Annem ve babamda burada ama Ender yok. 10 yıl önceki yangın bu, olamaz ailem şimdi ölecekti. Annemle babamın yandığını görüyorum, çok ilginç annem o durumda ''Nadir ileride iyi bir adam olacak.'' Hayır! üzerine bir yanan tahta düşüyor. Annem ve babam gözümün önünde yanıyordu.
Uyandığımda terimden boğulacaktım. Çok kötü hissediyordum. Sanki yangından yeni çıkmıştım.
''Ne gördün?''
''10 yıl önceki yangındı. Annem ve babam gözlerimin önünde yanıyordu. Annem babama ''Nadir ileride iyi bir adam olacak.'' diyerek hayallerini söylüyordu. Ama Ender hiçbir yerde yoktu. Annemde sadece benim adımı kullanmıştı.''
''Tamam, her şey gerçek anladım ama Ender nasıl orda yok, yangında orda değil miydi? Çok saçma yoksa gördüğün her şey gerçek değil mi? Melike'yi yerde görmende gerçek olmayabilir. Beklide Melike'yle hiç alakan yok.''
Tedirginliğim artmıştı. Omzuma birisi dokundu, baktığımda Harun hocaydı. Bana bir şey bildiğini dercesine ''Yarın yanıma gel konuşalım biraz.'' demişti.
Şaşırmıştım, neden konuşmak istiyordu ki? Sanırım Rauf beyin öğrenmesini istemedi. Bende başımı sallayarak onayladım.
Bu sabah uyandığımda kötü bir gün olacağını sezmiştim. Saat baya geç olmuştu, Rauf beyde bunun farkındaydı. Hızlı adımlarla yurdun yoluna koyulmuştuk. Her ikimizde şaşkınlıktan delirecektik. İlk defa böylesine olayla karşılaşmıştım ama Rauf bey neden bu kadar şaşkındı ki?
Yurda varmıştık. Rauf bey vedalaşırcasına ''Yarın çok işimiz var, dinlenmelisin.'' demesiyle gecenin karanlığında kaybolmuştu.
Her zamanki gibi özgürlük sınırı, yurdun kapısına aşmıştım. Merdivenleri çıkarken havadaki değişimi fark ettim. Birisi yaptığı suçu saklıyordu, tedirginliğin baş gösterdiği havayı solurken odanın kapısını açtım. Emir dolabının önünde, beni fark edince olağan gücüyle dolabı kapamıştı. Neden böyle yapmıştı, yoksa korkmuş muydu?
Emir, saçları kısa ve kıvırcık biriydi. Boyu kısaydı, omuzları dar ve beli çok kalındı. Bunların yanı sıra tatlı surata sahip olması bedenini iyi görünüme bürüyordu. Çok duygusu olmasa da aşkı çok iyi bilirdi. Aşkı en iyi, sevip de kazanamayanlar bilirdi. Çok korkmazdı, neden şimdi böyle olmuştu?
Yüzünde huzursuzluk taht kurmuştu.
''Neyin var Emir?''
''Hiç.''
Anlatmak istemiyordu. Çok üstüne gitmemeliydim. Ayrıca çok yorucu bir gündü. Artık uyumam gerekiyordu. Üstümü değiştirdim. Her sıkıntının mahkemesi olan yatağıma gömülmüştüm. Tek sıkıntısı olan ben değildim. Emir'inde benden bir farkı yoktu.
''Meliha'yla aranız nasıl?'' ''Her zaman ki gibi, uyumam gerek. İyi geceler.''
''İyi geceler.''
Neden benden kurtulmak istiyordu? Başımdaki karamsarlık arttı. Başım dönüyordu, yatakta olmamla birlikte daldım hayalle rüya asarında ki gerçeklere.
Her taraf maviydi. Mavi gök, mavi deniz birlikte kucaklaşıyordu. Çok saçma burası Antalya'daki sahil. Dedemin, köpeğimin ve en yakın arkadaşlarımı kaybettiğim yerdi. Acaba kimi görecektim?
Dedemle sahilde yürüyorduk. Enderle ben ona kanat olmamız gerekiyordu ama yoktu,
neredeydi?
Üzerinde biraz eski, açık mavi bir takım elbise vardı. Ceketin üst cebinde üçgen şeklinde kıvrılmış mendil, kravatıyla aynı renkteydi. Yer yer ağarmış saçlarını sol tarafa yatırmış, hala siyahlığını koruyan bıyıklarını üst dudağının üzerini kapatacak şekilde bırakmıştı. Ayağında yıllar önce gençlerin oldukça rağbet ettiği ucu sivri biçimli kunduraları vardı.
Gördüklerimin sonunda dedemin öylece kalp krizi geçirip öldüğünü hatırlayarak uyanmıştım. Sabah olmuştu. Bugüne kötü bir gün olacak gibiydi. Okula vardığımda ne göreyim Ayçanın babası Ercüment bey beni gördüğü dakika ''Nadir.'' diyerekten seslendi. Yanına vardığımda direk tahmin ettiğim soruyu aldım.
''Kızımın sevgilisiydin galiba.'' ''Evet.''
''Bunu kızıma hangi şerefsiz yaptı Nadir?'' ''Bilmiyorum efendim.'' Bana baktı ve ağlamaya başladı. Sonra kantinden çay içtik. Sürekle yalvarıyordu, yardım etmem için. Yapabileceğim bir şeyler olmalıydı ama önce tanışmak için biraz sohbete gerek duymuştum.
''Mesleğiniz neydi?''
''Im, şey ben memurum.'' ''Ayça sizi çok seviyordu.'' ''Nadir kızımın günahı neydi?'' Ercüment bey, dünyanın yükünü sırtında taşıyormuşçasına iki büklüm, yer yer kırlaşmış sakalları yüzünden zayıığını gizleyen sakalı ve hayata meydan okurcasına yuvasına sıkıştırılmış iki vahşi kediye benzeyen gözleriyle etrafı süzen orta yaşlı bir adamdı. Bakışları, etrafı buza kesen kışın soğuğunda kendisini dışarıyla ayıran pencereye bakarak hayat demiyle yapılmış bir çay, sıcağı ağzınızda kaybolur kaybolmaz kendisini unutturan ve içine kaç şeker attığınıza bağlı olarak tadı değişen bir döngüyü anımsatıyordu ilk bakışta. Çok üzülüyor olmalıydı, Ayça'yı kaybetmiş olmaktan.
''Özür dilerim. Benim gitmem gerekiyor.'' ''Ne olur kızıma bunu yapanları bul.'' İçimdeki yangını körüklüyordu her cümlesi. Bir anne her üzüntüsünde ağlayabilir ama bir baba sadece çaresiz kaldığında duygularına hakim olamazdı.
Kantinden çıkıyordum ki Rauf beyin beklediğini gördüm. Yanına gittiğimde ''Yürüyelim.'' demesiyle çıktık gittik bir parka. ''Nasılsın bakalım Nadir?'' ''Kafam çok karışık efendim.'' ''Normal bir durum. Senin yerinde çoğu kişi dayanamazdı bile.''
''Dün gece benden ayrıldıktan sonra neler
yaptın tek tek anlatmanı istiyorum.'' Dün geceki yaşadıklarımı tek tek anlatacaktım ama her şeyi anlatamazdım. Bir gündür tanıdığım insana güvenmeli miydim? Emir'in sakladığı bir şey olduğunu anlatmadım. O suçlu olamazdı ne gerek vardı ki hem.
''Yurda gittim uyudum.'' ''Evet, dün yorucu bir gündü. Uyuman çok normal.''
''Okulda Ayça'nın babası Ercüment beyle konuştum.''
''Ne konuştunuz?''
''Ayça'yla ilgili bir sürü soru sordu.'' Rauf bey omzundaki gözle görülmez toz zerrelerini silkerek ''Ayça'nın babası tuhaf birisi değil mi?'' diyerek şüphelendiğini söylemiş oldu. Bunu araştıracağını söyleyerekten ''Bir şeyler içer misin?'' deyip ayağa kalktı. ''Hayır, teşekkür ederim.'' ''O zaman kalk biraz yürüyelim.'' Nereye yürüyorduk bilmiyordum. Harun hoca bakkaldan ekmek almış bize doğru yürüyordu. Rauf bey bana bakaraktan ''Hadi git bakalım, konuş hocanla.'' demesi ve kaybolması bir olmuştu.
''Nadir, evladım nasılsın?'' ''Normal hocam, siz nasılsınız?'' Cevap vermeden, yürüyelim dercesine adımlar attı.
''Melike seni çok seviyordu, biliyorsun dimi?'' Bu sefer cevap vermeyen ben olmuştum. Ama evet olduğunu anlamıştı.
''Nadir, evladım senin de başın sağ olsun.'' Bir parka gelmiştik. Oturmaya karar vermiştik. Konuşacak çok şeyimiz olduğu Harun hocanın ağlamaktan şişmiş olduğu gözlerinden okunuyordu.
''Hocam, Melike'ye ne oldu?'' Huzursuzluğundan anlatmak istemediği belliydi. Anlatmaya olağanca gücüyle başlamış olsa da başımda ki ağırlaşmada baş gösteriyordu. Sanki ağzındaki sözcükler oyun oynuyordu. Duyuyordum ama anlayamıyordum. Kafamdaki karamsarlık buna izin vermemek için gittikçe büyüyordu.
Hayalle rüya arasında ki boşluktaydım. Ne görecektim? Yangın mı, deniz mi yoksa yerde yatan kız mı?
Yine yerde öylece kız yatıyordu. Hüngür hüngür bir bebek gibi ağlıyordu. Korku hissediyordum içimde ama derinlerde büyük bir acı vardı. Neden üzülüyordum? Ne yapmış olabilirdim ki? Yerdeki kızı da tanımıyordum. Üzüntümün sebebini bilmiyordum. Çok acayip bir duyguydu. Nefesimden duyduğum fısıltıdan bile rahatsızlık duyduğum sessizlikte ağlamak
beni rahatsız etmiyordu.
Duygularım sanki türlü yemek gibiydi. Kocaman bir kazanın içinde su kaynıyordu. Bu suyun içine atılmış bir tutam korku, iki avuç acı, ne kadar olduğunu anlayamadığım karamsarlık, bir iki tutam öfke ve sinir, biraz kıskançlık, hüzün ve pişmanlık kaynıyordu. Galiba yaşadıklarım enfes bir çorba tariydi. Ne oldu da duygularım birbirine karışmıştı? Duygular kerahanesinde en büyük piyasamı olmuştum, yoksa çölde kutup ayısı mı arıyordum?
Yerdeki kız seni seviyorum diyordu. Ve bir araba hızla bizim tersimize gidiyordu. Bir şeyden kaçarcasına gidiyordu araba. Araba bu hızda giderken sol kapısını ağaca sürtmesi bile onu durdurmuyordu. Araba gözden kaybolmuştu ve yerde ki kız bir şey söyleyecekken Harun hocanın sözleri anlamlaşmaya başlamıştı.
''Böyle olmuş Nadir.'' Harun hoca bildiği her şeyi anlatmıştı. Sözünü de çoktan bitirmişti. Melike'nin nasıl öldüğünü anlatmasına rağmen hala bilmiyordum.
''Nadir bunun hesabını öbür tarafta nasıl verecek?''
Baştan anlatmasını çok istiyordum ama içimdeki karamsarlık bu soruma engel oluyordu. Sustum ve sessizliği tahtına kavuşturdum. Melike'nin nasıl öldüğünü nerden öğrenecektim? ''Nadir lütfen bana yardım et.'' İçimde bilmediğim bir fırtına kopuyordu. Harun hocanın sözleriyle yerle bir olmuştum. Bir şey yapamıyor olmam acı veriyordu. Sanki bir bıçak vücuduma saplanmıştı ve avuç avuç kanım beni terk ediyordu. Rauf beyin bakışları çok değişikti.
''Nadir bugün Ayça'nın evine gidip araştırma yapmamız lazım.''
Rauf beyin söylediğini duyunca içimdeki acı daha da artmıştı. Ayça'yı çok özlemiştim. Kalbimde kocaman bir boşluğun olduğunu, ölümün bizi ayırdığını bu rüzgârlı havada ki kulağıma fısıldıyordu. Rauf bey sanki hissettiğim duyguları biliyordu.
''Bunlar geçecek. Ayçaya bunu yapanı bulacağız.''
Rüzgâra karşı bana siper edinmişti. Gökyüzünde ki güneş sürekli bizi takip ediyordu. Ayça'ya olanlara oda şahit olmuştu ve bu yüzden üzgün olmalıydı. Bu rüzgârlı günde sıcaklığı hissedilmeyecek kadar azdı, sanki ateşi sönmüş bir kömür gibi kül olmuştu.
Yolumuzun sonuna gelmiştik. Ayça'nın evinin önündeydik. Garajın kapısı açıktı. İçeri bakmak için yaklaştığımda Ercüment bey içerden çıktığı gibi kilidi olağanca gücüyle kapıya vuruvermişti. Tedirgin bakışlarla ''Nadir hoş geldiniz.''
Diyerekten bizi bahçenin paslanmış, tarihi eser görünümünde ki kapı karşılamıştı. Kapıya dokunduğumda elime küf yoku sürüldüğünü fark ettim. Sanki Ayça'nın saçlarına dokunduğumda ki olan his gibiydi. Parmaklarımın ucundan başlayan haften gıdıklanma bileğime kadar geliyordu. Bahçeye doğru yürüyorduk. Ercüment bey o gizemli garaja bir kilit yetmez gibi ikinci kilidi de vurmuştu.
Evin kapısını açtığımızda içeriden yüzüme doğru sert bir esinti olmuştu. Sanki okkalı bir tokadı birisi yüzüme oturtmuştu. Bu esinti içerisinde Ayça'nın o lavanta kokulu yasemin karışımlı parfümü ciğerlerimin içini doldurmuştu. Hani derler ya içimde kelebekler uçuşuyor, midemde bir ağrı oluyor ve sanki kalbim ağzıma gelecekti diyerek aşık olduklarını ifade ederler. Bende aşık olduğumu fark etmiştim.
Ayça'nın öldüğünü hala kabullenemiyordum. Sanki şimdi odasından çıkıp bana sımsıkı sarılacağını sabırsızlıkla bekliyordum. Odasında üzerimizi çıkarıp, vücudumuzu keşfetmeyi ve sahip olduğumuz günler sarmıştı kafamı. Hadi neredesin Ayça dercesine odasına doğru yürüyordum, acaba Ayça orda mıydı? Kafamdaki karamsarlık yine baş göstermişti. Bir an kendimde olmadan ''Ayça neredesin?'' diyerek seslenmiştim. Umut dolu, hani neredesin gel sarılıyım, seni çok özledim dercesine bir seslenmeydi. Odaya girdiğimde Ayça yoktu. Şaşırmamalıydım ama gerçeği kabullenemiyordum. Neden böyleydim? Hayaller bunu kabullenmeme izin vermiyor olmalıydı. ''Nadir ilk Ayçanın odasından başlayalım.'' Rauf beyin sözleri geri gelmeme neden olmuştu. Kafamdaki bütün düşünceler patlamış bir balon gibi süzülüp kaybolmuştu. Odaya girdiğimizde tüm eşyalar bana bir anıyı hatırlatıyordu. Mesela pembe kapaklı kalemi 3. ayımızda ben almıştım. Pek aldım sayılmazdı. Çarşıda yürüyorduk, bir abla yardım için bu kalemlerden satıyordu. Cebimde kredi kartında başka bir şey yoktu. Sanırım Ayça'da da olmadığını fark eden abla ''Alın bu benden size hediye olsun.'' demişti. Daha birçok hediyem ordaydı. Ona aldığım mavi çizgili gömlek, kırmızı ve beyazın eşsizliğinde olan bileklik, ona yaptığım melek resmi ve bir sürü eşya gözümün önündeydi.
Rauf bey bana baktı ''Buradan çıkmak senin için iyi olacak.'' demesiyle salona çıkmıştık. Balkonda Ercüment beyin laptopu açık bir şekilde duruyordu. Oraya gittiğimde direk kurcalamaya başlamıştım ki ilginç bir şey bulmuştum. Bakmama engel olan Ercüment beyin gelmesiydi. Hemen laptopu bıraktığım gibi onların yanına
gitmiştim.
Rauf beyle evden çıkacaktık ki ''Nadir yarın senle konuşmam gerek.'' demesiyle vedalaşmıştık. Ercüment bey bizi uğurlamadan, tedirginlik içinde kapıyı kilitlemişti. Rauf beyle bahçenin kapısına ulaşmak için emin adımlarla yürüyorduk. Gözümü garajdan bir an olsun ayıramıyordum. Bunun farkında olan dedektif ''Bu garajda sorularımızın cevabı olmalı.'' Bu sözlerden sonra oraya olan ilgim haylice artmıştı. Rauf beyle yürümeye başlamıştık.
Parka geldiğimizde ''Harun hocanla ne konuştunuz?'' uzun zamandır yaşamadığım o sessizlik ve durgunluk yine sarsmıştı bedenimi. ''Bir parka gittik. Melike'yi kimin, nasıl öldürdüğünü söyledi.''
Gizemli dedektimizin gözleri parlamıştı. Omzunda ki görünmez toz zerreciklerini silkerek ''Kim yapmış?'' demişti. ''Bilmiyordum.''
Nasıl bilmezsin dercesine tokat atmıştı sözleri ile.
''Neden dinlemedin?'' ''Hocam anlatmaya başladığında bir şey anlamamı engelliyordu. Sözleri bir ip yumağı olup gittikçe büyüyordu. Her nefesimde engel büyüyordu. Birden kafamdaki o karamsarlık artıyor ve hayalle rüya arasındaki boşluğa gitmiştim.''
''Bu sefer neler gördün?'' ''Yine yerde kanlar içinde yatan kızı görmüştüm. Gözyaşları da, yağmur ve kanın oluşturduğu birikintiye destek oluyordu. Sanki bir çorbadaki tuz gibiydi. Ve birden her şey netleşiyordu. Bir araba son sürat bizim tersimize gidiyordu. Bir şeyden kaçıyor olmalıydı. Sol kapısını ağca sürttüğü halde durmadan kaçmaya devam ediyordu.''
''Yerde ki kızın ölmesinin sebebi olabilir mi?'' Çok şaşırmıştım. Bu nasıl aklıma gelmezdi. ''Yerdeki Melike'yse, trak kazasına kurban gitmiş olmalı. Bu kazayı kim yapmış olabilir?'' Suskunluğumu istemeden olsa da ''Cevabımız Mahmut hocada.'' diyerek katletmiştim. Mahmut hoca bize çok büyük bir çözüm olacaktı. Karnımız çok acıkmıştı. Bunu Rauf beyde fark etmişti. Karşıki büfeden aldığı simit ve meyve suyuyla karnımızı doyuruyorduk. Ayça'nın doğum gününde de böyle bir parka simit yemiştik. O akşamda rüzgârlıydı ve üşüdüğü için şuanda üzerimde olan montu giymişti. Belki kokusu kalmıştır diye koklamıştım. İğrenç bir ter kokusu vardı. Sabahtan beri koşuşturuyoruz, normal bir şey diyerekten hayal kırıklığına uğramıştım.
Keşke şuan yanımda oturan Ayça olsaydı ve
onun eşsiz bedeniyle bütünleşseydim. Bunları düşünürken Rauf beyin elini tuttuğumu fark ettim.
''Özür dilerim.''
Oda anlamıştı olanları ama aldırmamıştı, sanki böyle bir şey olmamış gibiydi.
Rauf bey çok ilginç birisiydi, suratına baktığımda aklıma hep bu geliyordu. Gizemli bir kutuydu ve anahtarı da bendim. Onu çözmem, yaşadıklarını öğrenmem lazımdı. Bunları düşünürken, haften çatlaklarla bezenmiş koyu renk dudakları aralandı. Bir şeyler mırıldanmaya başlamıştı.
''Ayça'nın otopsi sonucu çıktı.'' ''Nasıl olmuş?''
''Bıçaklanmış.''
Sanki bir kavga içindeydik. Yumruklar birbirini takip ediyordu. Yerler kan içerisindeydi. Sıra bendeydi.
''Zaten cesede baktığımızda belliydi.'' Rauf beyde kavgayı körüklemişti. Tek yumrukta beni yıkmıştı.
''Aynı gün ilişkiye girmiş.'' ''Bu nasıl olur? Yanılıyorsunuz. İmkânı yok.'' ''Nadir bunu kim yaptı?'' Rauf bey benden şüpheleniyordu. Küçük bir çocuğun öğrenme isteği gibiydi. ''Ben yapmadım, yaptıysam da hatırlamıyorum. Böyle bir şey nasıl hatırlanmaz ki?''
Sessizlik çökmüştü. Sanki ıssız bir yerdeydik, ne rüzgâr nede kuş cıvıltısı vardı. Çok huzurlu ve sessizdi. Nefesimin çıkardığı fısıltı beni rahatsız ediyordu. Ama bu sefer gerçeklik kuyusunda değildim.
Kafamda karamsarlıktan iz yoktu, birden gökyüzü karardı. Rauf bey gecenin karanlığıyla bütünleşmişti.
Yağmur yağmaya başladı ve pazar günü gibi bir soğuk geceydi. İleriden bir kız bana doğru geliyordu. Yerde yatan kızdı bu ama kanlar neredeydi? Yüzü görünmeyecek kadar karanlıktı. Bana gittikçe yaklaştı, yaklaştı ve ''Nadir, hey! Kalk gitmemiz lazım.'' Rauf beyin sesiyle uyanmıştım. Kahretsin! Çok yaklaşmıştım.
Akşam olmuştu. O kadar çok uyumuş olamam ki.
''Neler gördün?''
''Çok ilginç bir sessizlik çökmüştü, sizin kaybolduğunuz karanlıkta. Cinayet gecesiydi ama bu sefer ki çok farklıydı, ileride bir kız vardı. Bana yaklaştıkça yaklaştı ama yüzü belli olmuyordu. Ve siz uyandırdınız.'' Rauf bey çok uzaklara dalmış, bir şeyler düşünüyordu.
''Neyiniz var?''
''Yurda gitmelisin geç oldu.'' Bir şeyler olduğu belliydi. Rauf bey çoktan kaybolmuştu. Yurda gitmeliydim. Bu günde bir şey bulamadım, Ayça beni affet, çok az kaldı katili bulmama. O bıçağın sahibini bulduğumda çok yaşamayacak. Yurda yaklaştıkça kan kokusu artıyordu. Geceyle kan her zaman bir bütündü. Birisinin tedirginliği, öfkesi ve korkusu beni de etkiliyordu. Yurda çoktan girip ayakkabılarımı çıkarmıştım. Boğazımda bir acıma oldu. Nefes alamıyordum. Bir şey boğazımı tıkıyordu. Çöpe gittiğimde boğazıma takılan susamı çıkardım, keşke çıkarmasaydım...

Yeni bölüm için 1.5k okunma 100vote 50 yorum.

KANLI GECEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin