11.BÖLÜM: "ŞÜPHELİ SELA"

109 29 14
                                    

    Uyanıp, okula gitmeyecek olduğumu  hatırladım. Camın kenarındaki buz gibi suyu  kafama dikip tekrardan uymanın en güzel saati,  okula gidenler için cehennem habercisiydi.
    Sokağa çıktığınızda sizi karşılayan sadece  şoförler ve bakkalcıların yanı sıra kedi ve  köpeklerdir. Günün en önemli öğününü poğaçayla  geçiştirirsiniz. Okulun 3.katına çıkarken asansör  olmadığı için müteahhit beyefendiye söversiniz.  Merdivenleri teker teker çıkarken sevgi dolu  arkadaşlarınıza selamlar yağdırır, onlarca el  sıkarsınız. Arkadaşlarınız malca şakalar yaparken  tepkiniz ‘’Bu enerjiyi nerenizden üretiyorsunuz?’’  olur. 2 saatlik uykunun verdiği huysuzluğu  aldırmadan 32 dişinizi göstererek ‘’Günaydın  kanka.’’ Diyerek güne başlarsınız.
    Tüm bunlar Ayça varken ki sabahlarımdı.  Şimdiki sabahlar ölüme gün saymamdı. Bugün  bir farklıydı. Değişik bir günün başlangıcıydı.  Gökyüzüne baktığımda cinayet sabahının da  böyle olduğunu hatırladım.
    Gökyüzünün görüntüsü grinin her tonunu  içeriyordu. Kaybolan renklerin içinde mevsimler  bana inat yine sonbaharı veriyordu. Caddelerin  ışıkları kirlenmişti. Renkler ve sesler yine  başımın üstündeydi, dışarısı sonbahar kadar  soğuktu.
    Dünden kalan gömleğimi çıkardım. Dolaptan,  gecenin soğuğu sinmiş tişörtümü beyaz atletimle  kavuşturdum.
    Okula gitmeyecek olsam da merdivenlerini  çıkıyordum. Çünkü beni birisi bekleyebilirdi.  Sınıfın kapısında Rauf veya Ercüment beyi  beklerken beni karşılayan Meliha’ydı. Beni  gördüğünde ağzından çıkan kelime gözyaşlarını  özgür bıraktı.
     ‘’Emir.’’
    Tek yapabildiğim peçete vermekti. Ardından  tozlu merdivenlere oturduk.       ‘’Emir’e ne olacak?’’
     ‘’Emir şuanda cezaevinde.’’     Meliha’nın böğrüne hançer saplamış gibiydim.  Emir’e duyduğu özlemi hissedebiliyordum.  Gözlerindense bir şey gizlediği anlaşılıyordu.  Bana döndü ve haften burnunu çekip  gözyaşlarını silerek fısıldadı.
     ‘’Emir Ayça’yı öldürmedi.’’       Emir’in yurda üzeri kanlı gelmesinin sebebini  biliyor muydu? Yoksa sebep kendisi miydi?    Kafamdaki karamsarlık yine baş gösterdi.  Aradığım cevaba bu kadar yakınken gözlerim  kararıyordu. Ve çok uzaklara gitmiştim. Hayalle  rüya arasındaki gerçeklik kuyusundaydım.
    Her yer karanlıktı. Tedirginlik içinde  koşuyordum. Korkudan titrediğimi ve üzüntüden  ağladığımı aldırmadan koşuyordum. Koşuyordum  çünkü arkamda bıraktığım acılardan kaçıyordum.  Şuanda neredeydim? Arabanın çarptığı kız,  Melike neredeydi? Melike’yi geride bırakmış  olmam lazım. Üzerimdeki kanlar bunun  habercisiydi. Melike’yi bırakıp kaçıyordum.  Korkudan ne yapacağımı bilmeden, nereye  gideceğimi bilmeden koşuyordum. Aman tanrım,  burası Melike’nin öldüğü yer! Yerde ne yatan  kız nede kan vardı. Nefesimin çıkardığı fısıltıdan  rahatsız olduğum sessizlik vardı. Bu sessizliği  yağmur bile bozamıyordu, bozmak istemiyordu.  Yağmur damlaları, bir babanın çocuğunu  uyandırmamak için parmak ucunda yürümesi gibi  asfalta dökülüyordu.
    Yağmurun eşlik ettiği bir kız bana  yaklaşıyordu. Her adımında bana birini  anımsatıyordu. Saçları haften dalgalı ve omzuna  kadar geliyordu. Bu Melike’ydi. Nasıl olabilir?      Bana daha da yaklaştığında, bu vücut  Melike’nin diyebildim. Yerdeki kızın elbisesiydi  ve yerdeki kızda Melike’ydi. Gökyüzünde kızıl
rengi anımsatan dolunay vardı, kanlı gecenin  temsiliydi. Dolunayın kızılı anımsatan ışığıyla  kızın suratı belirginleşmişti. Artık hiç şüphem  yoktu, Melike’ydi.
    Elimi tuttuğunu ve ağzından dökülen sözleri  karanlıkta yayıldığını görüyordum.
     ‘’Senin olmak istiyorum.’’     Birisi kafamın içinde bağırıyor gibiydi.  Melike’nin yüzü değişiyor ve birden Rauf bey  oluveriyor.
     ‘’Nadir kalmalısın.’’
     ‘’Ne oluyor?’’
     ‘’Ercüment beyin yanına gitmelisin.’’      ‘’Meliha nerde?’’
     ‘’Gördüğün gibi sadece ben varım. Kalk  şimdi!’’
     ‘’Ercüment nerde?’’
     ‘’Kendine gel! Bahçede seni bekliyor.’’      ‘’Ben kendimdeyim, gerçekleri görmeye  çalış.’’
     ‘’Bir saat sonra parka gel. ‘’     Rauf beyin gitmesi üzerine bahçeye indim ve  bizim beyefendiyle karşılaştım.
     ‘’Ercüment bey sizi dinliyorum.’’      ‘’Akşam bizim eve gel senle önemli bir şey  konuşmalıyım.’’
     ‘’Saat kaçta?’’
     ‘’Müsait olduğunda.’’    Okulun bahçesinden çıkmasıyla merdivenlere  oturdum. Ezan okunuyordu. Bu seferki ezan beni  çok etkilemişti çünkü müezzinin sesi gayet hoştu.  Ezanı dinledikçe doyamıyordum. Ezanın sonuna  gelmiştik ki ezan olmadığını fark ettim. Hem  daha saati değildi. Bu ses selaydı.       ‘’…Es Salatu Ve’s-Selamun Aleyke Ya Nüre  Arşillah!..’’
    …
     ‘’…Vel Hamdü Lillahi Rabbil Alemin!’’     …
     ‘’…Yeşilöz mahallesi sakinlerinden  Meliha BEYLİOĞLU’nun babası, Selma  BEYLİOĞLU’nun eşi merhum Fatih  BEYLİOĞLU vefat etmiştir. Cenazesi bugün  merkez Ulu camide kılınacaktır…’’     Aman yarabbi, Meliha’nın babası vefat etmiş!      Ayağa kalktığımda sırtıma bir el dokundu. Bu  elin sahibini sesinden anlamıştım.       ‘’Meliha Emir’in sevgilisi miydi?’’      ‘’Evet, ölmüş.’’
    Rauf beyin suratındaki ifadede benle aynıydı.  Cebinden çıkardığı siyah eski bir telefondan bir  numara çevirdi.
     ‘’Alo? Baş komiser Sedat’la mı  görüşüyorum?.. Evet?.. Kahretsin, hayır…  İmkansızdı… Hayır, anlamıyorsun, amcam  ölmedi… Evet ahbap, genç kızın babası… Pazar
gecesi mi?.. Kim yapmış?.. Bıçaklanmış mı?..  Hayır, henüz onla karşılaşmadım… Bende öyle  umuyorum… Her zamanki yerde, bu gece on bir  de… Tamam.’’
    Telefonu kapatan dedektin gözünde şüpheden  başka bir şey yoktu.
     ‘’Ne zaman ölmüş?’’
     ‘’Pazar gecesi.’’
     ‘’Nasıl ölmüş?’’
     ‘’Meliha bıçaklamış.’’      ‘’Nasıl yani? Az önce yanımdaydı.’’      ‘’Kendi gidip itiraf etmiş.’’      ‘’Şimdi mi?’’
     ‘’Sayılır.’’
     ‘’Ona ne olacak?’’
     ‘’Bıçak bulunursa parmak izinden anlaşılır.  Parmak izi uyuşursa maalesef adalet cezasını  verir.’’
     ‘’Emir gibi cezaevine gidecek.’’      ‘’Acı gerçekler.’’
     ‘’Sizce de fazla değil mi?’’      ‘’Anlamadım.’’
     ‘’Bir gece için bu kadar kan.’’      ‘’Ben bir dedektim, pek şaşırmadım ama  kana doymayan bir geceymiş.’’      ‘’Artık ölmek istiyorum. 17 yaşındayım  ve yaşamadığım acı kalmadı. Annem, babam,  dedem, sevgilim, arkadaşım, tanıdıklarım ve yaşadığından şüphelendiğim o kadar insan beni  bırakıp gitti.’’
     ‘’Nadir buda senin sınavın.’’      ‘’Her şey benim suçum. Ender sonuna kadar  haklı.’’
     ‘’Nasıl yani?’’
     ‘’Ender yurda geldi, dün gece. Melike yaptığı  hatadan intihar ettiğini söyledi.’’      ‘’Yaptığı hata neymiş?’’      ‘’Ayça’yı öldürmüş.’’
     ‘’Karasevda, her cinayetin temelinde yatan  sebeptir. Bunu nasıl düşünmedik? Melike Ayça’yı  engel sanmış olmalı. Onun canına kıydı ve sana  sahip olmak istedi. Sanırım gördün rüyalar bunun  bir parçası.’’
     ‘’Bu yüzden ölmem lazım Rauf bey. Hayatta  hiç kimsem yok.’’
     ‘’Ender var.’’
     ‘’Ender olmasaydı pazar gecesi intihar  ederdim.’’
     ‘’Hayaller.’’
     ‘’Ne alaka efendim?’’
     ‘’Hayaller insanı hayatta tutar. Ender olmasa  da hayallerinle hayata tutunabilirdin.’’      ‘’Hayallerin canı cehenneme. Keşke  hayallerim olmasa.’’
     ‘’Sana bir hikaye anlatmak istiyorum Nadir.’’

KANLI GECEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin