You give love a bad name*

27.7K 495 8
                                    

Arkadaşlar merhaba, verdiğim ara için hepinizden özür diliyorum. Ufak bir seyahate çıktım, ne kadar istesem de yazmak için hiç vaktim olmadı. Ama bu hikaye için bol bol malzeme topladım, gezdiğim gördüğüm yerlerden esinlenerek Sarp ve Dora'nın hikayesine küçük dokunuşlarda bulundum. Yeni bölümü ancak yayımlayabiliyorum. Şimdiden keyifli okumalar dilerim :) 

Medyadaki şarkı birazdan karşınıza çıkacak olan, çok sevdiğim bir Bon Jovi şarkısı. Hareketli olduğu için okurken dinlenmez ama bölüm sonunda dinlemenizi öneririm. Siz de hissedeceksiniz....

---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

"Aşk imkânsız olan birçok şeyi mümkün kılar... "

                                                                   Goethe

Saat bir hayli geç olmasına rağmen Paris sokakları cıvıl cıvıldı. Champ Elysees şimdi ışıklar altında çok daha cezbedici görünüyordu. İrili ufaklı kafelerden gelen müzik sokaklara taşıyor, mekan önlerine atılan masalar dolup taşıyor, gençler ellerinde içecekleriyle barların önünde dikiliyor, kimi dans ediyor, kimi hararetle karşısındakine bir şeyler anlatıyor, kimi de sarmaş dolaş dünyanın geri kalanını unutmuş bir şekilde öpüşüyordu. Paris gerçekten aşk şehriydi. Algıda seçicilik mi yoksa gerçekten öyle olduğundan mı bilmiyorum her yerde çiftler görüyordum, herkes aşık, herkes mutlu görünüyordu.

Bu coşkulu havaya biz de farkında olmadan ayak uydurmuştuk. Sarp deri ceketinin yakalarını kaldırmış elleri ceplerinde sağlam ve seri adımlarla yürüyordu. Boyu gibi bacakları da uzun olduğu için 15 pont topuklularla yetişmekte zorlanıyordum. Otelde içtiğimiz şampanyalar sayesinde artık eskisi gibi üşümüyordum. Sokağın neşesi bize de bulaşmıştı, bundan sonra ne olacağını, şuan onunla ne olduğumuzu bilmesem de odadaki kasvetimizden eser kalmamıştı.

-"Buraya girelim." diye ellerini cebinden çıkarmadan kapısında neon harflerle " Bam Karaoke Bar" yazan barı işaret etti, "güzel bir yere benziyor, hem içeride yanlarında anne babası gibi kalacağımız kimse yok." derken gülümsüyordu, bembeyaz dişleri; siyah kıyafetleri, siyah saçları ve karanlık gözleriyle derin bir tezat içindeydi. İçerisi çok kalabalık olduğu için boş masa bulamadık, hemen sahnenin yanında kalabalığın arasına karışıp dikilmeye başladık. Sarp elini belime koyarak dudaklarıyla belli belirsiz "geliyorum" dedi, 5 dakika sonra yanıma döndüğünde elinde koca bardaklarla iki bira tutuyordu. Bardağın neredeyse yarısını bir dikişte bitirdi, hızlı içiciydi ve ben daha onun hiç çakır keyif halini bile görmemiştim. Alkole dayanıklıydı. Bildiğimiz şarkılara eşlik edebildiğimiz kadarıyla, yan yana sallanarak, sahneye çıkıp yeteneklerini sergileyen insanları eğlenerek izledik. Kimisi şarkının hakkını verirken, pek çoğu sarhoş kafayla şarkının sözlerini bile unutuyordu. Yine de herkes bu rahatlık içinde gayet eğleniyordu.

-"Bugün buraya gelmen hayatımda yaşadığım en güzel sürprizdi."

İçten bir şekilde güldüm, kulağına eğilip "inan benim için de öyle" diye cevapladım.

-"Bir türlü aklımdan çıkmadın, seni merak ediyordum, anlaşmayla ilgili vereceğin tepkiyi merak ediyordum. Sana nasıl yaklaşmam gerektiğini düşünüp dururken.... İşte buradasın, benimle Paris'te."

-"Sarp anlaşmanın iptalini kabul etmeyeceğimi biliyor olman lazım. Biz çok çalıştık, hepimiz... Özel hayatımın işimi etkilemesine izin veremem."

Gözleri karardı, yüzündeki gülümseme soldu, korkarak "ne demek bu?" diye sordu.

-"Bilmiyorum benim de aklım karışık. Çözmem gereken çok fazla şey var. Seninle ilgili, kendimle ilgili. Bunları konuşabiliriz. Ama bir kusurumuz olmadığı halde bu kadar emek verdiğimiz bir projeden atılmak hak verirsin ki kabul edilemez. Çok profesyonellik dışı..."

Gözlerindeki Karanlık - KİTABIMIZ ÇIKTIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin