18.BÖLÜM
“Anna’nın evinde kalacağım çünkü etkinlikle ilgili üzerinde tartışmamız gereken konular var ha?” dedi babam benim ses tonumu taklit ederek. Bu sefer bitmiştim. Gerçekten bitmiştim. İyi de babam nereden öğrenmişti ki? Yani durup dururken buraya gelmesinin başka açıklaması olamazdı. Ona kim söylemişti?
“Baba… Ah, üzgünüm.” Diyerek omuz silktim. Kollarını bağlayıp kapının önünden çekildi. “Eve gidiyoruz Clarie.” Bakışları o kadar sertti ki içimi ürpertti. Dönüp Harry’e kaçamak bir bakış attığım sırada Stella’yla göz göze geldim. Ayağa kalkmış duvarın kenarında dikiliyordu. Elinde ise cep telefonu vardı. Benim ona baktığımı görünce telefonu havaya kaldırıp sinsi bir surat ifadesi eşliğinde bana gösterdi.
Hadi canım!
Tabi ya. Neden dün gece ona yanında telefon olup olmadığını sormayı akıl edememiştim? Ve babama haber verdiği sırada nasıl farkına varmamıştım? Harry’e o kadar odaklanmıştım ki elinde ki telefonu görmemiştim bile. Pis sürtük! Onu öldürecektim. Onu kesin öldürecektim. Derin bir nefes alıp yeniden Harry’e baktım ve dudaklarımı oynatarak ‘sonra görüşürüz.’ Dedim. Gerçi bundan pekte emin değildim. Gözlerini kırpıştırarak beni onaylayıp hafifçe gülümsedi. İçim buruk bir şekilde yanından ayrılıp çoktan ilerlemeye başlayan babamın peşine düştüm.
Sonsuza kadar cezalı olacaktım. Etkinlikle bütün ilişkimi kesecekti. Belki okula da göndermezdi. Hatta odamdan çıkıp evin herhangi bir bölümünde dolaşmama bile izin vermezdi. Sanırım beni cidden bir hapis hayatı bekliyordu. Ne diyebilirdim ki? Onu suçlayamazdım. Bana güvenmişti ama ona yalan söylemiştim. Neden böyle bir şey yaptığımı sorduğunda ise cevap veremeyecektim. Çünkü bunu Harry için yaptığımı da öğrenirse bu sefer beni manastıra falan kapatmaya karar verebilirdi.
Dur bir dakika!
Bunu şimdi de yapmazdı değil mi? Aman Tanrım! Manastıra gitmek istemiyordum. Bir kere bildiğim kadarıyla orda ki kadınlar hep uzun, siyah elbiseler giyiyorlardı. Ben elbise giymeyi sevmezdim ki! Ah, hayır!
“Beni hayal kırıklığına uğrattın.” Dedi babam bana bakmadan. Yüzümü buruşturdum. “Biliyorum.” Diye mırıldandım. Kafamı önüme eğmiştim. Babam yeniden konuşmadı. Bağırmalar ya da nasihatleri eve saklıyordu anlaşılan. Eh, en azından dua etmek için biraz daha vaktim vardı. Gerçi manastıra gitmemek için dua etmek bana pekte mantıklı gelmiyordu ama en azından şansın bir kez benden yana olmasını dileyebilirdim değil mi?
Arabaya bindikten sonra babam gözlerini yola dikti. Benimle küs gibi görünüyordu ama yine de kendimi tutamayıp boğazımı temizledim ve söze girdim. “Bana ne ceza vereceksin?” diye sordum. Sonra da dudağımı ısırıp beklemeye başladım. Umarım Harry’i görmeme engel olacak bir şey olmazdı. Hadi ama. Daha yeni kavuşmuştuk. Bu kadar erken bitemezdi. Hem o olmadan her şey çok sıkıcı oluyordu. Hatta yaşamak bile anlamını yitiriyordu. Tüm bunları babamla konuşsam sizce beni anlar mıydı? Ah, ne diyorum? Kesin şuan aklında olandan daha kötü bir cezayla karşı karşıya kalırdım. Sanırım en iyisi kaderime razı olmaktı.
“Hiçbir şey.” Diyen babamı duyunca düşüncelerden sıyrılıp şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırdım. “Ne?” babam başını sağa sola sallayıp göz ucuyla bana baktı. “Sana ceza vermeyeceğim. Yaptıklarının sorumluluğunu üstlenecek kadar büyümüş olman gerekiyor. 18 yaşındasın. Ne bana yalan söyleyip geceyi o herifle aynı odada geçirmen ne de cezalıyken evden kaçıp maça gitmen artık beni ilgilendirmiyor. Sadece dediğim gibi hayal kırıklığına uğradım. Bundan daha iyi bir çocuk yetiştirdiğimi düşünüyordum.”
Sesimi çıkartmadım çünkü aklıma takılan başka bir şey vardı. Kaçıp maça gittiğimi bilmiyor olması gerekiyordu. Peki, şimdi bunu nereden öğrenmişti ki? Ah, birisi beni fena halde ispiyonlamıştı. Julia olmadığını biliyordum. Bunları babama anlatmış olması mümkün değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Cheeky Prince (Harry Styles Fanfiction)
FanfictionTanıştığımız andan itibaren emin olduğum bir şey vardı. Harry Styles karşıkoyulmaz bir erkekti. Benim gibi tek ve gerçek aşkını bekleyen bir kız için bile.. Kitap tamamlanmıştır.