ADAM GERÇEĞE ATILIYOR

9 3 1
                                    

Gerçek dünyayı, binanın dışarısında kalan yerleri görmek istiyordu Oğuz. Görecekti de. Başka şansı yoktu.

Kendine inanmak istiyor ve ne olursa olsun pişman olmak istemiyordu.

Kimseye bir şey belli etmiyor, normal hal ve hareketlerine devam ediyordu.

Çocuk esirgeme kurumuna döverek hastanelik ettiği kardeşi yüzünden gelen, kendisinden sadece 1 yaş büyük Taner'den öğrendiği dövüş teknikleriyle kendini eğitiyordu.

Ailesi onu büyük olsa da kardeşine verdiği zarar yüzünden burada bırakmıştı.

Bu esirgeme kurumunda olanlar ya okulunu bırakıp gelenlerdi ya da hiç okuyamayanlar.

Oğuz, ilk başta okuyamayan biri olsa da hem okuyabiliyor hem de yazabiliyordu.

Derya Hanım ve Fırat Bey herkese ettikleri gibi ona da bu konuda yardım etmişlerdi.

Ne yaparsa yapsın onların haklarını ödeyemezdi. Kaçması onların hakkının karşılığı mı olacaktı?

Çok düşünmemeliydi. Çok düşünürse kalacak bir neden bulur ve kalırdı. Bunu yapmayacak ve kimseyi düşünmeyecekti.

Eşyalarını toplayıp kendisine ait bir çantaya koymuştu ve yatağının altına atmıştı.

Herkes akşam yattığı sırada kendi kurduğu planı yürütmeye başlamıştı.

Her şey kendisine bağlıydı. Ya başaracaktı ya da hep başaracaktı. Çıkış yolu yoktu.

Binanın camları kaçmayı engellemek için yapılmamıştı. Sadece dış cephesi güzel dursun diye yapılmış gibi duruyordu.

O her zaman dışarı baktığı cam, baktığı yerin tam karşısında büyük bir ağaç, oradan geçen biraz kırılmış kaldırım ve her camdan baktığında gördüğü küçük kız.

Kendi yaşıtı gibi duruyordu. Her camdan baktığında ona el sallıyor ve ona doğru ellerini ağzına doğru getirerek bağırıyordu.

"Adın ne senin camdaki çocuk?"

Oğuz, her ne kadar cevap vermek istemese de sıkıla sıkıla yanıt veriyordu. Ellerini ağzına götürüyordu.

"Oğuz! Senin adın ne?"

"Benimki de Anka!"

Bu ismi Oğuz hiç duymamıştı. İçeride bulunan kızların isimleri bile onun isminden daha kolay bilinirdi.

"Anka ne demek?"

Bu soruyu sormak istiyordu çünkü bir şeyi merak ederse sorar, bilmezse öğrenirdi.

"Masallarda adı geçen efsanevi bir kuş demek!"

Oğuz bunu duyduğunda elini başına götürür ve saçlarını kaşırdı.

Bu onun için 'haaa' anlamına gelebilirdi.

"Çok sert duruyorsun!"

Bu aslında Oğuz'un normal haliydi. Hep böyle durdurdu. Küçükken daha yumuşak bir yüzü olsa da büyüdükçe sertleşmişti.

"Seni ilgilendirmez!"

Yüzü gibi davranıyordu. Sert. Ama inandığı şeye göre zarar görmek istemiyorsa sert olduğunu belli etmeliydi.

"Hoşçakal"

Anka'nın bu sözü , ne kadar ondan hoşlanmasa da üzerdi.

İşte ilk karşılaşmaları böyleydi. Her cama baktığında onu görebilirdi. O nedense oralarda olurdu.

Alışmıştı ona. İster istemez alışmıştı. Ama artık gitme vakti gelmişti. Gidecekti ve dışarda yaşayacaktı.

O kız önemli değildi. Olamazdı da.

Camdan, ayarladığı mavi çantasını attı ve çok yüksek olmayan yerden atladı.

14 yaşında birine göre farklıydı. Annesini kaybetmiş hatta ölümüne neden olmuştu.

Babası ise ona kızmış ve çocuk esirgeme kurumuna bırakmıştı. Dış dünyayı bilmeyen, evlat edilmediği için eli kolu bağlı olan biriydi.

Hissettiği hissizlik, onun yaşadığı yalanların başrolünde olduğunu anladığında gerçekleşmişti.

Saçları koyu kahverengi ve gözleri maviydi.

Bakışları insanı parçalıyor, eziyor ve yok ediyordu. Her şey bu bina yüzünden olmuştu.

Camdan atlaması ile dışarıya adımını atacaktı.

O binada arkadaşları tarafından çektiği işkenceler, ezilmeler, dövülmeler... Hepsi geride kalıyordu.

Artık bu baskılara maruz kalmayacaktı.

Kendisi ezildiği gibi başkaları da ezilmeyecekti.

Büyüyecek, güçlenecek ve mücadele edecekti.

Binanın demir çitinden atladığı gibi artık sonsuza kadar dışarıdaydı, orada yaşayacaktı.

Evi artık sokak, çatısı gökyüzü ve yorganı ise rüzgarlardı.

Hızlı adımlarla binadan, soğuk görünen, beyazın solmuş tonundaki boyasından uzaklaşıyordu.

Eğer güvenlik onu yakalarsa her şey bitecekti. Sorun değildi çünkü hızlı ve görünmezdi. Ses bile çıkarmıyordu.

Çocuk esirgeme kurumundan uzaklaştığında derin bir nefes aldı.

Yorgun ciğerleri oksijene ihtiyaç duyuyordu. Derin ve uzun süren bir nefese.

Elleri dizlerine doğru kayarken, hafifçe dizlerinin üzerine çöküyordu.

Başını yukarı kaldırdığında gökyüzünün koyu renkleri arasında kalan ayı görüyordu.

Hava yorulmuştu. Rüzgar esmiyordu.

Yukarı doğru bakarken dudakları aralanıyordu. Bir kaç kelime dökülüyordu kararmış gökyüzüne.

"Merhaba özgürlük!!!"

Özgürlük? Özgür müydü gerçekten? Dışarıda kalmış 14 yaşında bir çocuk. Ne kadar özgür olabilirdi. Hayat onun için ne kadar kolay olabilirdi?

Zorluklar, acı, başarısızlık, mutluluk, hüzün dolu yaşamdan onun payına ne düşecekti?

KİRLİ GEÇMİŞ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin