2. Bölüm

1.1K 216 87
                                    

-2.BÖLÜM-

4 yıl önce - O yaz -

Ömrümün eksik parçalarını yapıştırma ihtiyacı duyarken, ucunu kaybettiğim bir bant gibiydi hayat. Bir yerlerinden tutabilseydim onu , gerisi de gelecekti belki. Ah! Bir ele gelseydi o uç ...

O yaz onu ilk görüşümdü.

Ağustos sonu... Evet,çok iyi hatırlıyorum babamın verdiği haberi.

''Bayramın ilk günü Jaleler geliyormuş hanım. Kurban telaşı var ama, onlar yabancımız sayılmaz !'' diyordu babam.Annemden çekindiği, her zamanki gibi ortadayken. Bir de bayram diyordu babam... Benim gibi vejetaryenlere kalırsa, katliam !

Ve yine bana kalırsa ; yılın belli günlerine değil, gözümüzü mutlu yumduğumuz her gecenin sabahına denmeliydi bayram...Düşünürdüm , hep aynı hayatı sürmekten hiç mi sıkılmaz insanlar diye. Sıkılırdım çünkü ben çoğu zaman.

Akraba ziyaretlerinin ,klasik bayramlaşma rollerinin yapılacağı bu yeni güne , yine bayram diyecektik demek...Ve bugün; savaştakilere,huzur evlerindekilere ,hatta el öpecek ana babası olmayan kimsesiz çocuklara bile, gelecekti ...  Hayret !

''Nereden icap etmiş bu ziyaret?'' diye , evin içinde burnundan soluyarak gezerken annem; ''Gelmiş işte!.. '' dedim kendime...  ''Hepi topu, dört gün sabredeceksin . Ne diye çoğunluğa karışmıyor, kurcalayıp duruyorsun ? ''

Geçtim içeri.

Kocasının verdiği haberin ardından, annemi yatılı misafir ağırlamanın telaşı sarmış,bu da bizim mevcut bayram gerginliğimizi kat be kat arttırmıştı... Eski albümlerden hatırladığım duru güzelliğinden, eser kalmayan ve o haline kimlerin gölge düşürdüğünü hep merak ettiğim biriydi gelecek misafirimiz- Jale teyze- babamın büyük halasının kızı... 

Geçtiğimiz senelerde,cilt kanserine yakalanmış ve o illeti  zar zor yenebilmişti. Uzun yıllardır Hollanda'da yaşayan bu çift, yazları ülkelerine  gelir ; kimi zaman Jale teyzenin eşinin akrabalarında, kimi zaman da bizde kalırdı...Yaklaşık 5 yıldır,kadıncağızın hastalığı yüzünden gelemiyorlardı Türkiye'ye...Bu kış ise, eşi Hulusi amcanın kalp krizinden öldüğünü öğrenmiş ve kapı gibi sağlam duran bu adam için  günlerce üzülmüştük...

Bu kez, Hulusi amca yerine oğlu ile geliyordu Jale teyze...Yalnızca babamın tanıdığı oğlu Yankı ile... Babam da, aklında kalana göre, en son dokuz yaşlarında, Hollanda'daki sünnetinde görmüştü Yankı'yı. Birkaç yaz önce evlendiğini duymuştuk...Ardındansa boşandığını...''Hollandalı bir kızla, alelacele aldığı bir kararla evlenmiş,'' diye anlatmıştı bu evliliği bize babam...Yankı'nın yaptığı işin, yanlış olduğunun altını çizer gibi.

 Oysa dilin,dinin, adetin ne önemi vardı aşkın karşısında? Yüzyıllardır, hangisi üstün gelebilmişti, sevgiden başka?

O sabah, bayram namazına giden babamla aynı anda uyanmış, bir an önce işe koyulmuştuk... Ablamla, misafir yataklarına , annemin ütülediği  çarşafları sermiş, sonra evin tozunu alıp , çayın yanında sunmak için kek ve küçük poğaçalar hazırlayan anneme, yardım etmiştik.

''Zaten öğlen kavurma yenir,'' diyordu annemiz... ''Bu ikramları, beş çayı için yapıyoruz. ''

Kurban kesimi ve deri yüzümü işleminin ardından, hava alanına gitmek için çıktığında babam; ben de odama geçip,Enrique Iglesias posterlerimi karıştırmaya  koyulmuştum...

 Bu gereksiz ergen hayranlığının, beni sıkıcı anlardan uzaklaştırdığı kesindi... Hatta on yedimi bitirmeye gün saydığım o yaz ; gitar çalmanın dışında bana iyi hissettiren sayılı şeyden, belki de ilkiydi bu hayranlık...''Gözleri...'' diyordum. ''Bir erkeğin gözleri, bu kadar mı fetheder insanın kalbini?  Aşık olunacak biri, şu Enrique !..'' Fakat o zamana kadar Yankı'nın gözleriyle karşılaşmamış olduğum için böyle düşündüğümü,sonradan anlayacaktım. Bu dünyada, en keskin bakan gözler, hiç kuşkusuz Yankı'ya aitti. Hepimizi öylesine yaratan Tanrı, onu adeta bakışlarıyla insanların içine işlemesi için yaratmıştı... Başka bir dergiyi elime almıştım ki, annemin sesi aldı Enriqueli hayallerimin yerini.

''Aylaa, hala boş boş oturuyor musun sen ? Bir kez de şaşırt be kızım . Gelen bayram, komşu düğünü değil ki... Kalk haydi ! Haydiii!!!''

Çocukluğumdan beri, sesinin bu tonundan nefret ederdim.Böylesi imalı olmak zorunda mıydı sanki ?Bana seslendiği şekilde, asla Emel'e  seslenmezdi...Hem,ne boş oturması ? Az evvel, her şeye koşturan kimdi ?

Bunları düşünürken, yaylım ateşine devam etti annem... Bu defa sesi , önceye oranla daha iğneleyiciydi:

''Kızım, sana sesleniyorum, cevap versene!.. Öylece dalmış gitmişsin yine o saçma dergilerin başında. Sen, bu pejmürde pijamalarınla mı karşılayacaksın bayramı ve de misafirlerimizi?'' dedi artık kapımda dikilirken... ''Bak ablan giyindi kendine çeki düzen verdi. Elleri kulaklarındadır , şimdi gelirler. Hem belki başkaları da gelir bayramlaşmak için.''

Yineledi. ''Bayram bugün.''

Ömür denen şu tek perdelik oyunda , hep şu iki şeye özendim ben:

Yatar yatmaz huzurla uyuyan ve gerçekten mutluluğu tadan insana...Benimse,her yeni güne yüklediğim, fakat günün taşıyamadığı sorumluluklarım vardı. Böylece yeni gün de bir sonrakine bırakırdı. Ve o da bir sonrakine.Uzayıp giderdi böyle... Yaşamı , bir alarmın dakikasını erteler gibi, erteleyip dururdum... Tıpkı, o bayram sabahı yaptığım gibi.

Mutsuzca gardrobuma yol alırken, gözüm Emel'in lacivert  elbisesine takılmıştı.Bu akşam erkek arkadaşı Semih'in annesi ile tanışacağını biliyordum...Gerçekten, her şeyiyle çoktan hazırdı ve harikulade gözüküyordu... Daima böyleydi işte. Çeki düzensiz olan Ayla'ydı ... Emel, o gün olduğu gibi hep bakımlı, hep şık, hep tamamdı.

Annem ; itiraf edemese de bence Emel'i hep bir adım daha yakın bulmuştu kendine . Hatta kanımca, bazı annelerin bilinçaltında olan ,fakat kendilerinin bile o ihtimalle yüzleşmek istemediği bir gerçekti bu .Yalnızca bir evladını, ötekine ya da ötekilere kıyasla daha fazla  önemsemeleri...Annemin de ablama karşı böyle belirgin bir zaafı vardı...

Bana ilk gitarımı hediye ederken: ''İlkler, unutulmaz Ayla,'' demişti babam gözlerimin içine anlam dolu bakarak...''En çok ilkler sevilir. Sen de bu gitarını hiç unutmayacaksın.''

Bense; ''Bu yüzden mi daha çok Emel'i sevdi annem,''diye sormuştum hiç düşünmeden ve lafı dolandırmadan... ''O ilk olduğu için mi yani? ''

Sanırım , istemesem de sonsuz kıskançlığımın ilk açığını, bu sorumla -12 yaşımdayken- babama vermiştim...

''Sakın !..'' demişti babam , yüzündeki yumuşak ifadeyi bozarak...''Sakın bir daha bunu aklına getirme...Bahsettiğim şey, evlatlar arasında geçerli değildir çünkü...Annen ikinizi de eşit seviyor.'' Canım babam , kim bilir ne çok şaşırmış hatta derin bir üzüntü içerisine girmişti o günkü  yersiz sorumun karşısında...

Tüm bunlar , ardı ardına akarken beynimin monitöründe ; tozlu anılarım hiç kullanılmadıkları yerlerden inerken görünüre, birden kapı çalındı...

Bu sesin de her şey gibi,  duyulmayanı, acı acı bağıran bir tarafı vardı... Zil ,değişecek olan hayatımız için çalıyor ; imkansız bir aşkın sonsuz pişmanlığını duyuruyordu...Nereden duyabilirdik ki bunu o zaman ? İşittiğimiz, sadece bir melodiydi !

...

''Merhaba desene kızım misafirlerimize! ''

Çoğu zaman saçmalamasına alışık olduğu tuhaf kızının, bu nezaketsizliğine de aldırmamış gibiydi, misafirlerle birlikte içeri girmekte olan babam... Bu uyarıyla ''Merhaba , hoş geldiniz'' diyebildim gözleriyle beni masallar ülkesine davet eden bu adam ve bavullarıyla onun yanında duran, yorgun kadına...

O ana değin,kimsenin böylesine efsunlu baktığına şahit olmamıştım, hiçbir surette.

Zaman ve mekanın çok ötesinden, ''Yankı'' dedi ben ... ''İsmim Yankı.Sen de Ayla olmalısın. Sonunda tanışabildik.''

''Evet,öyle...Çok memnun oldum'' demek yerine, 'seni seviyorum' demek geldi içimden... Bir dakika öncesinden bu yana , sanki yıllardır seviyormuşum gibi yana yana... Hiçbir şeyin, eskisi gibi olmayacağının farkında...

Sonra, elini uzattığında bana , avucumda hissettiğim an elini, büyülenmiş ; parmaklarımdaki gücü yitirmiştim...Ve ben inandım, aşkın inanılmazlığına ...

Dönüşü ve tekrarı olmayan, o ana inandım ! Yönümü değiştirecek olan tüm güzergahların, Yankı'ya çıkacağına ; kulaklarımda ömrümün sonuna kadar, bu ismin 'yankı'lanacağına- her zerremle- inandım.

KIVILCIMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin