12. bölüm

405 69 30
                                    

Bazen, küçük şeyler bağlar bizi birbirimize. Bazen sıradan...

Ve bazen, aynı küçük sebepten, yaralanır insan ; 'Aşk'tan!..'

Keşfettiğim tepede , Ege ile Akdeniz'i birleştiren muhteşem güzelliği -Köyceğiz'i- izlerken fark etmiştim Engin 'i.

Güneş batmak üzereyken , elinde bir kitapla karşıma çıkan bu yabancı , tesadüfen mi çıkagelmişti yanıma, yoksa onun da gizli sığınağı mıydı bu tepe , merak ediyordum. Belki de, yeryüzünde gülümseyebilen tek canlı oluşumuzun hakkını vermek istercesine ,aynı anda gülümsedik birbirimize. Hemen ardından ,

''Bir merhaba deyip, oturmakla kabalık etmem değil mi?'' dediğinde ;

''Tabi ki hayır. Buyrun lütfen!'' diye, elimle oturmasını göstermiştim ben de...

''Şu koca tepeyi , bölüşemeyecek miyiz ?''

''Bu mümkündür.''demişti. ''İnsanlar, koskoca bir dünyayı bölüşemiyor.''

''Güzel cevaptı doğrusu,'' diye geçirirken içimden ; ''Aranız iyi herhalde.'' dedim elindeki kitabı gösterip... ''Onca yolu , baş başa kalabilmek için tırmandığınıza göre...''

''Doğru,'' dedi bir yabancıya göre fazlasıyla güven veren ses tonuyla ... ''Kitapları görüntü ve gürültü kirliliğinden uzak tutmak gerek, değil mi ?''

''Yalnız kitapları mı ? Mümkün olduğunca kendimizi de uzak tutmalı.'' diye ona karşılık verdikten sonra , bu resmiyeti fazla bulup birden siz'den sana geçmiştim.

Üzüm alır mısın ?

Üzüm ?..

''Üzümün şarap olmuş halini, daha çok severim ama yine de küçük bir salkım alayım .''

Aramızda kısa sürede yaşanan sıcaklık beni cesaretlendirmiş olacak ki ; ''Şu dağ başında, bunu bulduğuna şükredeceksin ne yazık ki'' dedim gülerek ve ekledim:

''Söylesene , en sevdiğin kitap hangisi? ''

''Hımm, zor bir soru biraz düşünmeliyim. Sanırım , Suç ve Ceza- Dostoyevski.''

''Peki senin nedir?'' diye o da bana sordu aynı soruyu ,az önce burun kıvırdığı üzümleri ikişer üçer midesine indirirken... Derken, beni bir gülme tuttu.

''İşe bakar mısın?..'' dedim ..."Deliyiz biz... Henüz tanışmadan, birbirimizin sevdiği kitapları öğrenmeye çalışıyoruz. İsmimizi öğrenmek, daha mantıklı olmaz mıydı ?''

''Haklısın,'' dedi yine aynı güven veren ses tonuyla... ''Ama söylesene ,şu hayatta zaten mantıklı olan ne? ''

''Adım Engin ... Peki ya senin ?''

'' Ayla'' deyip, elimi uzatırken, bildik, çok bildik duygular hissediyordum içimde... O bakışlar, sanki yıllar önce uzaklara taşınıp, bugün nihayet dönmüş bir dosttun bakışlarıydı ... Sıcacık ve çok tanıdık.

Böylece, birkaç dakika içinde, o tepede, Enginle samimiyeti arttırdık.

Hava karardığında, 'artık gitmem gerektiğini ve yarın belki tekrar karşılaşabileceğimizi,' söyledim ona...

''Tabi,'' dedi. ''Ben buralarda olacağım. Gelirsen, güneşi yeniden yolcu eder, uçsuz bucaksız denizi seyrederiz...''

Diğer gün, gerçekten ,güneşi uğurlamak için oradaydı yine. Üstelik bir termos çay demleyip, piknik sepetine de bir şeyler atarak gelmişti bu kez.

''Bunlar ne?'' diye sordum, şaşkınlıkla.

''Bugün, daha uzun kalman için seni oyalayacak ,üstelik üzümden daha leziz ve doyurucu olan şeyler.''

''Şu patavatsıza bak! Dün , hapur hupur yerken, böyle düşünmüyordun ama . Hem gayet de lezzetliydi üzümlerim.''

''Hadi ama ,'' dedi...''Yalnızca takılıyordum. Küçük şeylere sinirlenmemeyi öğren...Otursana !..''

Oturdum ve biraz kendinden bahsetmesini istedim.Sonra biraz da ben kendimden bahsettim.Dalyan hakkında konuştuk , turistik açıdan gelişmemiş olmasının , buranın kıymetini arttırdığından söz ettik...''Dört mevsim harikadır buralar ,'' dedi Engin...''Gelen,bir daha gelir ! Eminim, siz de tekrar gelmek isteyeceksiniz. '' Sepetindeki ikramlar ve dilimizdeki kelamlar  bittiğinde, yeniden ayaklanıp;

''Kalkmalıyım,'' dedim.''Annemle ablam merak eder.Yanıma telefon almıyorum çünkü buraya gelirken.''

''Sana bir kitap getirdim,'' dedi son anda kolumdan usulca tutarak...''Seveceğini tahmin ediyorum. 'Böyle Buyurdu Zerdüşt , Nietzsche.' Bir de, telefon demişken, numaranı alabilir miyim ? Yani,bunu çok isterim.''

Kitabı çantama koyarken , gözlerimi, olur manasında kırptım...Büyük bir heyecanla numaramı kaydetti ve akşam şu mesajı gönderdi:

''Yarın, karşılaşmayı tesadüfe bırakmasak? Çay, kararıyor da...''

Böylece, artık randevulaşarak buluşur olduk orada... Başlarda, keyifli bir oyundu  annemlerden gizli onunla  buluşup ,bir şeyler yudumlarken , insandan ve dünyadan konuşmak. Derken, benim için görüşemediğimiz günleri eksik yaşadığım , tatlı bir alışkanlığa döndü Engin .Belki de onu, bu tatilde Gaye'nin yerine koyabileceğim, bir dost bilmiştim...Belki de kırık kalbimi onarabilecek bir el.

''Niçin profiline eklemiyor hala,'' diye artık içten içe  kırılırken , aslında hiçbir sosyal medya hesabı olmadığını öğrendim.Sebebini sorduğumda ise;

'' Ben telefon  ya da bilgisayar karşısında eskimeye karşıyım!'' dedi."Sen de  mutlu olmak istersen, sanal olanı boş ver , hakikata karış...Unutma ki kaybettiğin her an aleyhinedir. Hayat, onu yaşayıp yaşayamadığına bakmadan , seni eskitir."

Hayatın kendisini eskitmesini geciktirmek için belki ,bizim gibi,akıllı telefon  kullanmayıp, basit bir telefonla idare ediyordu...Böylece hepimizin olmazsa olmazı,  onun lüzumsuzlugu olup çıkıyordu.
Yaz kış burada yaşayıp ,merkezde bir lisede, felsefe öğretmenliği yapıyordu Engin...Anlattigina göre , kardeşi yoktu ve  anne babası o çok küçükken bir trafik kazasında ölmüştü.Halasıyla eniştesinin yanında büyümüş, üniversiteden beridir de hep kendi ayakları üstünde durmuştu.Her daim temiz ve özenli giyinmeye dikkat eden, bu ufak yapılı, kıvırcık saçlı , esmer adam , sakal tıraşını, tatilde olmasına rağmen muntazam olur ;  ardından da o temizlik kokan losyonundan sürerdi. Yirmi sekiz yaşındaydı, fakat bana sorarsanız en fazla yirmi üç gösterirdi. Bu dünyadaki en mühim görevimizin , kendimize iyi bakmak olduğunu, bu yüzden beden ve ruhun hak ettiği gibi beslenmesi gerektiğini, söylerdi. Tüm bu  entellektüel lafların gölgesinde ise , insana hüzün veren, tuhaf bir elektriği vardı ki bu  elektrik, belki de  ona kaybettiği ailesinden yadigardı.

Telefonlarımızı aldığımızdan bu yana, geceleri de mesajlaşır olmuştuk. Yine de  yazdığı şeylere, üstünkörü cevaplar vermeye çalışıyor, olabildigince temkinli adımlarla yürüyordum bu birlikteliğe. Engin, inanması zor olsa da ilk ciddi flörtüm olacaktı ve eğer Yankı'yı unutmama yardımı olmayacaksa , böyle bir  ilişki ,ikimiz için de sadece zaman kaybıydı...
Mutluluk,  bir gün giyerim ümidiyle sürekli provasını yaptığım  bir elbiseydi ve  ben artık kendimi o elbisenin içinde görmek istiyordum. Asıl soru şuydu:  Elbiseyi, eğreti de olsa , Engin'leyken giyebilecek miydim ? Her şeyi gösterdiği gibi , zaman  bize bunu da gösterecekti  elbet.
Bekleyip görecektik...
      

KIVILCIMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin