-14. bölüm-

346 67 16
                                        

Son akşamımızdı... Çoğu tatilci işine gücüne dönüp onu terk ettiğinden , Dalyan eylülün gelişine seviniyor gibiydi. Hüzün ve solma mevsimi , görünüşe göre bu cennet yer için ,kalabalığından arınıp, yeniden doğmak demekti.

Artık sert esmeye başlayan rüzgar ve sesi soluğu kesilmeye başlamış ağustos böceklerinin soluk melodisi eşliğinde, yürümeye devam ediyorduk. Sessiz ve derinden. Aynı sessizlikle yürürken, çantamdan çıkardığım Zerdüşt'ü , Engin'e uzattım... ''Sende kalabilir.'' dedi cansız bir biçimde. ''Beğendiysen, beni sana hatırlatacak bir hediye olarak kabul et.''

''Beğenmez olur muyum , baş ucu kitabı resmen ,'' dedim gözlerimdeki minnetle. ''Teşekkür ederim.''

Kitabı çantaya geri koyduktan sonra kumsaldaki matemli yürüyüşümüze, kaldığımız yerden devam ettik. Son kez yaptığını bildiğin şeylerin verdiği buruklukla, son kez birlikte ayaklarımızı sürükleyip, bir zamanlar eğlendiğimiz kumların üzerine , sessizliği işledik ince ince . Ve sonra , aramızdaki matemi bıçak gibi kesen o tonla ; Ateş yakmaya var mısın bu gece ?'' dedi...''Son gecenin adetidir sahilde.''

"Ateş mi ?''diye tereddütle yanıtladım onu ...''Küçükken hıdrellezde yakılırdı mahallede , ablamla üzerinden atlarken nasıl korktuğumu anımsadım. O büyüklükte bir ateş mi? ''

''Daha önce hiç kumsal ateşi görmemişsin , anlaşıldı ... Ne kadar büyük istersen, o kadar büyüsün alevler !"dedi özlediğim o içten tebessümünü ederken. '' Haydi gel, korkma ! ''

''Korkuyorum ama.Nerden çıktı şimdi bu ateş fikri?'' diye atıldım.

''Korkmak, ne sık kullandığın bir kelime farkında mısın Ayla ?'' dedi bana dönüp. ''Aşık olmaktan korkuyorsun , yeni bir hayattan , benden korkuyorsun sonra ve en çok da kendinden...''

...

''Aslında , ''diye devam etti. ''Haksız da değilsin . ''Öyle çok yerleşmiş ki bu kelime zihnimize...''

''Henüz ayaklandığımız dönemde başlamışız tanışmaya onunla. 'Düşer , hastaneye gidersin,' demiş komşu teyzemiz. Korkmuşuz düşmekten. Bir müddet sonra , 'böyle yaramaz olursan annen olmam bak,' demiş annemiz. Bu kez de annemizi kaybetmekten korkmuşuz. Büyüdükçe Tanrı ile korkutulmuşuz. 'Yapma öyle , taş olursun , deme onu cehennemde yanarsın' ...Böyle böyle hayatımızın her yerine kök salmış korkular.''

''Evet ama,'' dedim , ''sence korkular da yaşa göre değişmez mi ?''

Seksen yaşındaki kanser olmaktan korkmaz , otuzunu süren korkar. Otuz yaşındaki de gripten korkmaz, seksen yaşındaki ise küçük bir gribin kendisini öldüreceğini bilir. Korkularımız bu kadar görecelidir.Yaşa,yaşanmışa göre durmadan değişir.''

''Sen,'' dedim bana bir şeyler söylemeye hazırlanan Engin 'e... Benim ne yaşadığımı bilebilir misin , gerçek korkumu görebilir misin ?''

Gözlerini kaçırarak sustu.

Gözlerimi kaçırarak sustum !

''Balkondaki çiçekleri, kurumasın diye her gün dua edip , koskoca bir danayı boğazlamalarına ses çıkarmayan, büyükannem gibisin,'' dedi.
''Nasıl,'' dedim , 'işte yine alengirli laflara başladı diye ,' içimden düşünürken.
Güldü...

''Hiç ,''dedi . Sadece bir benzetme . Sence de doğru değil mi? İnsanlar, hem de en iyileri , onlar için estetik değer ifade eden bir çiçeğe kıymet verirken ; sokaktaki susuz köpeği düşünmezler. Evlerinde besledikleri iki küçük japonbalığı ile özel bağ kurarken , lokantada tabaklarına gelen levreği afiyetle yerler. İnsanlar , hep işlerine gelen bahanelere sığınırlar...Sen de Ayla , büyümeye cesaretin olmadığı için, bunca zaman korkunun ardına sığınmışsın.''

...
''Bu tespitleri yapabilmek için , ne içmem gerekiyor ?'' diye sordum gözlerimi bir kez daha hayretle açarak.''Bu neyin kafası Allah aşkına ?''
''Hiç, ''dedi yine .''Sadece kendine bakman yeterli.Kendine, tanımak için bakman!.. Kendini tanıyamadan yok olup gitmeni istemem.''

Etraftan topladığımız çalı çırpıyı artık üst üste yığarken ''Hepimiz ,yakılmış büyük bir ateşin kıvılcımlarıyız!'' diyen, Nietzsche'yi düşünüyordum içimden... Evrende, sönmeye hazır , kül olmaya mahkum, sıradan birer kıvılcım mıydık cidden ? Bu kadar basit miydi her şey ? Belki de evet. Kabullenemeyeceğimiz kadar basittik ve Engin'in bahsettiği gibi , değil dünyayı ; kendimizi dahi anlayamadan ölüp gidiyorduk...

O gece, Engin çok içti .Neredeyse,aldığımız şarabın hepsini, bir kaç saat içinde bitirdi. O kadar üzgündü ki, ona umut verdiğim için kendimden iğreniyordum...Sözleri doğruydu, ben henüz kendimi tanımıyordum ki bu ilişkiye olur verebileyim. Göremiyor muydum ? Hayatım , pisliklerle dolu olan bir su giderine benziyordu. Deliğin, gittikçe dolduğunu , temizlemeye ise gücümün yetmediğini göremiyor muydum ?

Bütün bunların muhakemesini yaparken ben ; '' Beni özlemeyi unutma olur mu ?''diyordu Engin, boğulmak üzere olduğum pisliği hesap etmeden...

''Benim seni özleyeceğimin yarısı kadar bile olsa, özle olur mu ? ''

''Zor gelecek bu kışa sensiz katlanmak... Samimiyetimizi özleyeceğim ,paylaştıklarımızı,ellerini özleyeceğim,sesini,nefesini...Sonra,yüzüne tarçın gibi serpilmiş bu çilleri.''

"Ben de senin,şu saç stilini özleyeceğim,'' dedim gülerek...''Hep yana doğru taradığın, yaramaz erkek çocuğu tarzını.''

Nihayet gülüyordu ve gülmek ona kederden, daha çok yakışıyordu.

''Yaza erişebilmek için,''dedim sesimi alçaltarak ; kışa katlanmalıyız ,biliyorsun...Seneye tekrar geleceğim. Ve istersen sen de gelirsin özledikçe İzmir'e.''

Ona gerçeklerden bahsetmek yerine , yine içi boş vaatler verirken,tam da o an, anladım ki ben kimsenin yüzüne , hoşça kal diyemem...Hiç kimseyi, bile isteye incitemem...Son gecemizde, Engin'i öylece bırakıp gidemeyince;

''Bu gece,yanında kalacağım,söz!'' dedim.Bu sefer güneşi karşılayacağız,uğurlamak yerine...Ve artık sönmek üzere olan ateşimizin dibinde, iyice sokulduk birbirimize.

Huzur dolu saatler yerini,ayrılık vaktine bıraktığında,Engin,titrercesine gözlerime baktı ve :

"Karım olur musun Ayla?'' dedi...'' Okulu bitirip gelince, evlenir misin benimle ? Her gün bu sabahki gibi birlikte doğuralım mı güneşi,el ele ?''

Bu soru karşısında öyle afallamıştım ki,ne diyeceğimi bilemeden;

"Sarhoşsun sen ,"diye güldüm başımı aksi tarafa çevirip... ''Ne menem bir şey şu alkol, adama neler söylettiriyor ? Önce, kafanı bir güzel soğuk suya sokmalı senin.Belki,kendine gelirsin!''

O ise,

" Hayır," dedi... "Ben gayet ciddiyim. Mezun ol ve evlen benimle ... Sana burda ufak bir iş ayarlarız... Ya da nerede istersen orda yaşarız."

"Delisin sen!''derken yüzüne, "Hoşça kal," dedim tekrar içimden... ''Adın aşk olamadı belki hiçbir zaman ama , adın çok şeydi.Hoşça kal!.. ''

...

Dudaklarımızın birleştiği o veda anında bile, ne acı ki kulaklarımda tek bir isim 'Yankı'lanıyordu.

İzmir'e döner dönmez , yüz yüze edemediğim vedayı ,bu kez telefonda edeceğimden emin, gözyaşlarıyla uzaklaştım Engin'den ve her kilometrede, Fethiye'den.

KIVILCIMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin