Bir gün biteceğini bildiğin yollarda, gözü dönmüşçesine yürümektir hayat. Yolda yitireceğini bildiğin şeyleri biriktirmek... Biriktirdikçe, eksilmek !
Nasıl bir sabaha uyanacağımızı bilmediğimiz gecelere uyumaktır hayat...Güneşli sandığımız, fakat bir anda kararabileceğini hesap etmediğimiz gökyüzünün altında, hesapsız dolaşmak. Oysa , siyahla beyaz, o kadar iç içedir ki yeryüzünde. Ve, o kadar sinsice bekler ki keder, bir köşede.
Evliliklerinin ilk senesinde keder, ablamları, böyle sinsice beklemeye koyulmuştu işte. Birtakım taşlar yerinden oynamaya , binalarının temeli iyiden iyiye sarsılmaya başlamıştı. Öyle bir sarsıntıydı ki üstelik bu ; aralarındaki sıcaklığa şiddetli soğukları uğratmıştı ve üşüdüklerinde, aşklarının yorgunluğunu çeker olmuşlardı artık üzerlerine, yorgan niyetine.
O yıl, ben de Ege Üniversitesi Sosyoloji'yi kazanmış ; yurtta yer ayarlanamayınca, Bornova'da küçük bir öğrenci evi kiralamıştım kendime. Annem, alışana kadar yanımda kalmış , ardından babamın yanına -Ankara'ya-dönmüştü. Gaye kadar olmasa bile, iyi anlaşabileceğim birkaç arkadaş edinmiştim sınıfta...Hatta bir tanesiyle ev arkadaşı olmuştuk.Bu birkaç kişinin dışında, kimseyle ilişki kurmuyordum. İhtiyaçtan fazla arkadaş ,bünyeme zarardı zaten benim.Yorardı...En iyisi ''Az,insan çok huzur.''prensibiydi. Üniversite yıllarımda da lisede olduğu gibi, bu prensibin peşinden gitmeye karar verdim.
Zamanla üç beş güzel lokanta keşfetmiş,ucuza alışveriş yapabileceğim yerleri öğrenmiştim bu arkadaşlarla...Kendime ait yaşam alanı, bu kaçış, öyle iyi gelmişti ki,sadece ailemden uzak kalabilmek için, tatillerde bile sudan sebeplerle Ankara'ya gitmeyi erteliyordum. Bu,hem İzmir'e alışmamı kolaylaştırıyor; hem de çektiğim acıyı, katlanabilir hale getiriyordu. Yarıyıl tatilini bile İzmir'de geçirme kararı almıştım aynı sebeple.
Haftada bir kaç kez annemle konuşuyor, ona notlarımdan ve buradaki arkadaş ortamımın iyiye gittiğinden bahsediyordum.Konu Emellere geldiğinde ise, ne yapıp edip kapatmak için bir bahane yaratıyordum. Yankı mı ? Maalesef, onu düşünmeden geçirdiğim , bir gün hatta , tek bir saat bile olmuyordu.Gözleri, önüne geçemediğim tek zaaf, düzenli olarak aklıma düşen tek kabustu.
İkinci el eşyalarla kurduğumuz öğrenci evimizde gün, hep aynı maratonla başlardı.Ev arkadaşım Gökçe , düzenli bir kız olduğu için her sabah aynı saatte kalkar, fırından sıcacık simitleri alıp çayı demlerdi.Ben giyinene kadar, o kahvaltıyı çoktan hazır eder ; bir şeyler atıştırmadan evden çıkmamıza asla müsade etmezdi.Bu şirin ve anaç kızla yaptığımız iş bölümünde, bana düşen pay , akşam yemeği kısmıydı. Ayda bir kez eve yardımcı kadın aldığımız için , temizlik zaten sorun değildi aramızda. Kendi yağımızda kavrularak, gül gibi geçinip gidiyorduk böylece.
Şeffaf,olduğu gibi bir şehirdi İzmir...İnsanları mesafeli değil,aksine oldukça yardımsever ve sempatikti.Kızları ise bahsedildiğinden de güzeldi. İlk haftalar alışamadığım, otobüs duraklarındaki kargaşaya bile uyum sağlamış ; gevreğe, boyoza ve ot yemeklerine, bağımlı olmuştum adeta. Başka bir şehirde olmanın tuhaf bir yanı vardı yalnız ; gördüğün yeni simalarda, hep eski yüzleri aramak gibi...Girdiğim dükkanlarda,geçtiğim sokaklarda durmadan Ankara'dan bir tanıdık göreceğimi sandığım zamanlarda ; "Kendi ülkemde bile , böylesi yabancılık çekiyorsam ; farklı ülkede yaşamak zorunda kalanlar , kim bilir ne hisseder.''diye düşünür; gurbetlik dediklerinin nasıl bir şey olduğunu deneyimlerdim.
Ankara gibi, düzen şehri değildi burası. Kendine has akışı ve o akışa alışmış insanları vardı.''İyi ki, beni huzur dolu mavisiyle kucaklayan şehre sığınmışım,'' diyordum yine de. ''İyi ki, İzmir'i kazanmışım.'' Çoğu semtiyle, huzur ve özgürlük demekti İzmir,onu yaşayanlar için...İnanıyorum ki, böyle yaralı olmasaydım,ben de bu şehirde sahiden mutlu hissedebilirdim.
Sadece, kışını sevememiştim bir türlü. Çok uzun sürmese bile, bu mevsim, koca bir şehri titretmeye yetiyordu kanımca...Kar yağmazdı yağmasına da, onun yerine yaşamayanın bilmeyeceği, inanılmaz bir ayaz olurdu buralarda ve o ayaz, insanın içini dondururdu. Ankara'da eksileri gördüğümüz halde , buradaki birkaç hafta kadar üşüdüğümüzü bilmem. İzmir'in soğuğu, anlattıkları gibi kısa süren ama iliklerine kadar geçen cinstendi gerçekten.
O gece , tek başıma geçirdiğim bir cumartesiydi ... Yarı yıl tatili olduğu için arkadaşlarım evlerine gitmişti.Ben de cama yaklaştırdığım koltukta,dışarıyı seyrederek bağıra bağıra esen poyrazı dinliyor , dinledikçe üşüyor; üşüdükçe geçmişi düşünüyordum.
Bu duygularla, yıllar öncesine gidip, yaşlı komşumuz İlhan amcayla karşılaştığımız o geceyi hatırlamaya başladım. Isınmak için aldığım onca alkole rağmen, gözlerimi kapattığımda, bilinçaltım bu rastlaşmayı en ince ayrıntısına kadar gösteriyordu bana.
Bir şubat akşamı olmalıydı, hayvanlara yiyecek bıraktıktan sonra iki büklüm köşeden döndüğünde.
''Merhaba Ayla,'' demişti zar zor yanıma gelip. Nasıl soğuk değil mi ?''
''Merhaba İlhan amcacım, haklısın şehir dondu bu akşam,'' diye yanıtlamıştım onu...Sahiden de Ankara'nın karasal soğuğu rüzgar eşliğinde, keskin bıçak gibi kesiyordu yüzümüzü ve ben bir an önce apartmana girmek istiyordum.
O ise , mühim şeylerden bahsetmeye hazırladığı yaşlı ses tonuyla;
''Şu anda,'' demişti yanıma daha çok yaklaşarak; ''Görüyorsun ki sahipsiz pek çok hayvan bu soğukta ortalıkta. Allah yardım etsin diyen o kadar insan , her şeyi Allah'a bırakmanın huzuruyla uykuya hazırlanırken; ben niye onlar gibi yapamıyorum... Söylesene Ayla? ''
...
''Bazı soruların cevabı gerçekten de verilemiyor İlhan amca...'' demekle yetinmiş ve kelimelerimin, bu ince ruhlu ihtiyarı teselli edemeyeceğini düşündüğüm için, susmaya karar vermiştim ... Sonra,fikrimi değiştirip, yeniden bir şeyler söylemeye niyetlenmiştim ki ; o, bu muhakemeyi çoktan bitirip , değersiz sözlerimi merak etmeden, fakat kabalık da etmeden usulca gözden kaybolmuştu.
''Hoşçakal güzel kızım , iyi geceler...''
''İyi geceler İlhan amca ...''
Bahsettiklerinin yıllar sonra bir öğrenci evinde, yarı bulanık bir zihinle, hatırlanacak olmasını hesaba katamadan uzaklaşırken, arkasından nasıl şaşkın bakakaldığımı , bugün gibi hatırlıyordum. Ve annemin bu sabah verdiği o acı haberi ...
'' Bu arada bir de ; İlhan amcanı, kaybettik kızım...''
Üç kısa kelimeyle, seksen yıllık ömrün , bittiğini söylüyordu annem.
Büyük bir yudumun ardından üçüncü kadehin bitişini izlerken, bir yandan da şunu düşünüyordum : ''Kelimeler''
Şaşılacak tuhaflıkta tezat şeylere sebep oluyordu...Acıya,sevince hayata ve ölüme dair ne varsa,hepsi kelimelerde gizliydi.
O gecenin buz gibi havasında asılı kalan kelimeler ; şimdi, kapanmış bir ameliyat yarasının soğukta inceden sızlaması şeklinde ,içimin sızlamasına sebep oluyordu. Eminim ki, İlhan amcanın o an anlayamadığım sözlerini, artık çok iyi anlıyordum... Sığ ve yozlaşmış insanlar gibi olacağına, mutsuz olmayı seçen, güzel insanın anısına, dördüncü kadehime geçerken,bahsettiği insanlara özeniyordum bu gece ben de...
Son günlerinde bile, anlamını bilmediği dualardan başka bir şey okumaktan korkan ,ömrü boyunca düşünmekten,sorgulamaktan kaçan ,cehaletin mutluluğuna sığınan insanlara...Ne yazık ki, onlardaki huzuru getirmiyordu bize bu özenti. Biliyordum ki, sürüden uzak olduğum için, hiçbir zaman huzura eremeyecektim bu gidişle. Bu bir seçimdi belki de . Yahut kader. Fakat , mutsuzluk değişmeyen tek gerçekti önümüzde.
Neyse ki bu mutsuzluk, o gece yerini uykuya, sert rüzgarlar da yerini,bir süre sonra ılık rüzgarlara bıraktı...Yokluğa ve hiçliğe karışan İlhan amcaya rağmen, böylece bahar geldi yaşadığım şehre.
Hayat onca şey öğretiyordu da bana , anlaşılan, bir aşka direnmeyi öğretemeyecekti... Ve,her sene yalancı bahara aldanan ağaçlar gibi, o bahar yine, yalancı bir aşka aldanacaktı bu ömür - öylece - !

ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIVILCIM
RomanceBir türlü yakınlaşmayı beceremeyen iki kız kardeş ve o kardeşlerin arasına,aşılmaz duvar örmeye gelen genç bir adam... Kardeşlik bağlarına,hayata ve AŞK'a dair çok şeyin anlatıldığı roman ; "KIVILCIM!.."