Önceki bölümde önerdiğim şarkıları bu bölümde de dinlemenizi tavsiye ediyorum -özellikle outer space çünkü yazarken kulaklarımda o şarkı vardı- şarkıyla okursanız cümlelerin duyguları artar ve etkiliyici olur.
İyi okumalar
İLAHİ BAKIŞ AÇISI
Hayatın altın kurallarından biri ölmektir. Tanrı sana bir süre verir ve süren dolduğunda yanına alır. Ölüm, ölenin canını acıtmıyor. Ölünün ardında bıraktığı, atan kalpleri acıtıyor. Bazı insanlar vardır, ağlar ağlar ama bir süre sonra unutur, ölüyüde yokluğunuda. Ama bazıları da vardır ki, ölen ile ölür. Tüm canlılığını, duygularını, hayatını, ölen ile birlikte geride bırakır.
İşte o insan, gerçek sevendir.
Bunun temel örneklerinden biri de Calum. Becky ile Michael'ı hastaneye getirmişlerdi. Doktorlar acil olarak ameliyata almışlardı. Ameliyat başarılı geçmişti fakat yaşama oranı azdı. Çünkü kurşun sol göğsüne gelmişti. Kalbine yakın olduğu için bazı önemli damarlar patlamış ve kalbe zarar vermişti. Ama bundan henüz Calum'un haberi yoktu.
Calum yeni sakinleşmişti. Becky iyi olması için elinden geleni yaptı ama ne kadar başarılı olduğunu bilmiyordu. Calum...kalbi kırık çocuk. Daha ne kadar çok canı yanacaktı?
Hayatında yeri olan iki insanı kaybetmişti. Biri kardeşi gibi sevdiği Skylar, diğeri onun için dünyayı göze aldığı sevgilisi Michael. Zaten hayatında başka biri daha yoktu. Ailesi gay olduğu için tepki göstermiş ve evden atmışlardı. Çocuklarını boktan bir seçim için harcamışlardı. O günden beri yanlızdı. Ama tanrı daima yanındaydı fakat o, bunu bilmiyordu. Her ne kadar tanrıya da karşı gelse, o her zaman yanındaydı.
Michael'ı çok seviyordu. Şuan ise tüm şu saçma aletleri bağlı olması canını yakıyordu. İki seçenekten biri olacaktı; ya ölecek ya da kalacaktı.
"Su ister misin?" Becky elini yerde oturan Calum'un omzuna koymuş ve boyuna eğilmişti. Calum onu olumsuz olarak cevapladı. Becky nefesini dışarı bırakarak yere, Calum'un yanına oturmuştu.
"Bak, bunun ne kadar zor olduğunu biliyorum. Ne kadar canını acıttığını da. Ama biraz güçlü olmalısın. Michael seni bırakmayacak. İnanıyorum ki kalkacak ve yine o aptal esprilerinden yapacak. Biz yine gülmeyeceğiz ve o bize darılacak. Sende bunu çok sevimli bulup onu öpeceksin. Hadi Calum. Dik dur." Becky Calum'un sırtını sıvazlayarak konuşuyordu. Calum bir tepki veremiyordu çünkü içindeki ağlama isteği onu çok sıkıyordu. Becky'nin dediklerinde haklı olmasını diledi. Michael'ın kalıp espri yapmasını diledi. Ona darılmasını diledi. Sonra onu öpmeyi diledi. Kalbinin sesi tüm bu sesleri bastırıyordu.
Michael'ı şimdiden özledi. Sesini, kokusunu, dudaklarını... Onun herşeyi mükemmeldi. Gözleri... o kadar güzeldi ki, gördüğün şey, yemyeşil akan bir ırmak oluyordu. Düşüyordun o ırmağa, kayboluyordun. Gözlerinin yeşili alıp götürüyordu seni, sürüklüyordu.
Nefes alamadığını hissetti Calum. Kötü giden birşeyler olduğunu hissetti. İçinden Michael'ı görmek geliyordu ama cesareti yoktu. 'Son bir şans' dedi içinden. 'Bu yolun dönüşü olmayabilir, son bir şans.' Ve hızla ayağa kalktı. Becky onu durdurmadı.
Gideceğini biliyordu çünkü.
Yoğun bakım ünitesinin camının önüne gelerek solgun tenini izledi. Ardından içeri daldı. Ne kadar doktorlar tepki gösterse de aldırmadı Calum. Meleğinin kalma olasılığı azdı, onu son kez görmek istiyordu.
"Bayım dışarı çıkın! Lütfen dışarı çıkın!"
"Son kez, lütfen." göz yaşlarının ardından fısıldadı. Doktorlar üzüntü ile kafalarını salladılar.
"Sadece 10 dakika."
"Sadece 10 dakika." diye tekrar etti Calum. Ardından Calum'u Michael ile yanlız bıraktılar.
Calum yatağın yanındaki sandalyeye oturmadan direk dizleri üzerine çöktü. Biraz durup izledi Michael'ın suratını. Ve daha fazla dayanamadı, ağlamaya başladı.
"Michael," diye fısıldadı. "Seni seviyorum Michael. Şuan bu durumda olman o kadar acı verici ki... Canım acıyor Mike. Ölüm ve yaşam arasındaki o ince yoldasın. Gitmeni istemiyorum. Geri gel istiyorum. Geri gel ve saçmala olur mu? Daha yapacağın çok espri var, gülmeyeceğim çok espri. Bana küseceğin çok zamanımız var, benim seni öpeceğim çok günümüz. Birlikte merhaba diyeceğimiz çok sabah, hoşça kal diyeceğimiz çok şehir var. Gideceğimiz çok yer..." duraksadı. Ağzından kopan hıçkırık ile devam etti. "Birbirimizi seveceğimiz kocaman kalplerimiz var." Calum son cümleyi hıçkırarak söylemişti. Eğer Michael onu duyuyor olsaydı, kesinlikle son cümleyi anlamayacaktı.
"Herkesin gittiğini biliyorsun Mike. Sen gitmeyecektin." ayağa kalkarak Michael'ın suratına eğildi. Dudaklarını kendi dudakları arasına alırken, göz yaşlarının akmamasını diledi. "Sanki dünmüş gibi tadını alabiliyorum." Minik bir öpücük koyup yüzünü izledi. "Sanki bugünmüş gibi okyanus tadını alabiliyorum." Geri yerine otururken bu sefer sustu. Sadece ağladı. Kulaklarında Michael'ın mayhoş sesi varken, dudaklarında onun tadı varken, gözlerinin önünden güzel günler geçerken sadece ağladı. Ağladı, dudaklarının okyanus tadı gibi. Ağladı, gözlerinin yeşili gibi.
Kapı açılıp doktor içeri girerken, gitme vaktinin geldiğini anlayıp ayaklandı. Son kez Michael'a döndü.
"Hoşça kal sevgilim." Doktor Calum'un sırtını sıvazladı. Calum dışarı çıkıp onu bekleyen Becky'nin yanına gitti. Becky Calum'un geldiğini görerek yanına ilerledi.
"İyi misi-" Calum Becky'e sıkıca sarıldı. Şuan yanında ondan başka kimse yoktu. "İyiyim." dedi fısıltıyla.
"Michael Clifford'un yakınları!" Doktorun sesi koridorda yankı yapınca, Becky ve Calum hızla doktorun yanına gitti.
"Biziz." dedi Becky.
"Bunu söylemek çok zor olacak, hele ki çocuğun halini gördükten sonra." Kafası ile Calum'u işaret etti. "Arkadaşınızın durumunun ağır olduğunu söylemiştim. Kalbi zarar gör-"
"Ona ne oldu!?" diye kükredi Calum. Doktorun gevelemesinden sıkılmıştı.
"Pekala, bunu söylemek gerçekten zor ama... hastayı kaybettik." İşte o an, insanın düşebileceği en kötü andı. Ölüm herkesin kapısını bir şekilde çalıyordu. Bazen yatağında mutlu uyurken, bazense bir çatışmada savaşırken. Ama her şekilde, bu hayattan sağlam çıkamayacağımız kesindi.
Ama en kötü şeydi sevdiğine veda etmek. En kötü şeydi, onu son kez öpüp koklayacağının bilincinde olmak. Dünyanın en zor göreviydi, aşık olduğun insana 'hoşça kal' demek...
Calum, doktorun lafını bitirmesi ile bağırmaya başlamıştı. Saatlerdir içinde tuttuğu haykırma isteğine karşı gelemedi. Kalbi sıkışana, göğsü çıkana dek bağırdı. Duvarı yumrukluyordu. Canı, duvara vurduğu için değil de Michael gittiği için yanıyordu.
Becky duvara sürükledi bedenini. Yere oturarak ağlamaya başladı. Kardeşini kaybetmişti. Zoraki kafasını kaldırıp Calum'a baktı. Onun halini görünce hıçkırıklara boğulmuştu. Öyle ki nefes bile alamıyordu.
Doktorlar Calum'un başına toplandılar. Tutmakta zorluk çektikleri için bayıltmaya karar vermişlerdi. Gelen hemşire koluna iğneyi saplarken, Becky şok olmuş bir şekilde öylece etrafa bakıyordu. Calum'un hareketleri yavaşladı. Bu da bayıldığını gösteriyordu.
Tanrı Michael'ı yanına alırken, geride iki kırık çocuk bıraktı.
Becky ve Calum...
Umarım bu bölüm yüzünden bana kızmazsınız. Michael'ın ölmesi aniden gelişen bir şeydi. Yemin ediyorum bir daha bölüm yazarken outer space dinlemeyeceğim. Şarkı tüm benliğimi değiştiriyor. Öyle ki yazarken o kadar çok ağladım ki, bir ara yarıda bile bıraktım. Her neyse. Umarım, böyle bir olayda gerçekleşen duyguları size aktarabilmişimdir. Özellikle bu bölümde çok yorum istiyorum sizden. Lütfen bölüm hakkında yorumda bulunun.
Hepinizi çok seviyorum. :)
