19 Eylül 2003

101 8 2
                                    

19 Eylül 2003

Tahta ayakları yosun bağlamış iskele her zamanki gibi yolun sonuna dek aydınlatılmıştı.

Henüz sabahleyin olduğundan etrafta yalnızca sarmaş dolaş kumsalda gezinen, belki bir milyonuncu kez birbirlerini sevdiğini söyleyen aşıklar, kumsalın tenha köşelerini kendilerine barınak edinmiş şarapçılar ve gökyüzünün maviliğiyle denizin kokusuna mühürlenmiş martılar vardı.

Her zamanki gibi Yağmur, iskelenin sonunda ayaklarını sarkıtmış bir şekilde oturarak beni bekliyordu. Ayakkabılarımı çıkararak henüz fazla ısınmamış kumda seri adımlarla ilerledim ve iskeleye vardım.

"Sen haklı çıktın. Doğum günümü yine unuttu." dedim üzüntümü her haliyle kendisini gösteren bir sesle.

"Bu konuda haklı çıkmaktan nefret ediyorum. Çok üzüldüm."

Her doğum günümde Yağmur dan bu cümleleri duymaktan nefret ediyordum. Belki de babamın bitmek bilmeyen unutkanlıkları canıma tak etmişti artık.

"Bu sabah tam 5 kez ipucu verdim ama Serra adında bir çocuğunun olduğunu bile daha yeni öğrenmiş gibiydi."

"Biraz daha ipucu versen. Ne de olsa gün daha bitmedi. Hem alacağın hediyeyi düşün. Turuncu saçlı bebekle oynadığını düşün mesela. O oyuncağı ne kadar çok istediğini hatırlıyor musun?"

Turuncu saçlı bebek. Şehrin gözde oyuncakçısı Pembe Dünya'yı keşfettiğim ilk gün görmüştüm onu. Bir oyuncağı bu kadar çok istediğimi hatırlamıyorum bile.

"Hatırlasa bile ya turuncu saçlı bebeği almazsa..." dedim ümitsiz bir sesle.

Yağmur ise beni rahatlatırcasına, "Tabii ki de onu alacak. Pembe dünya vitrinin önünde nasıl kıvrandığını kendi gözleriyle gördü. endişelenmene gerek yok." Dedi.

"Bilemiyorum Yağmur. Sadece doğum günümü yine tek başıma geçirmek istemiyorum."

"Yalnız geçirmeyeceksin. Ayrıca bugün bir sorun çıkmayacak görürsün. Her şey güzel olacak inan bana."

"Babam orda işlerin anlık yürüdüğünü söyledi. Bir keresinde gece 3 de bir hırsızlık ihbarı için gitmişti. Sabaha karşı geldiği zamanları unutmuyorum bile."

Babamın hayatı gerçekten de zordu. Gerçi, bir emniyet âmirinin hayatı ne kadar kolay olabilirdi ki? Henüz 5 yaşında bir çocuk olmama rağmen hayatımızın her noktasının farkındaydım.

Akşam olduğunda koltuğun bir köşesine sinen adamın yüzündeki bitkinlik her gece imzasını atıyordu hayatıma. Onu bu kadar perişan halde görmek, bu kadar bitik bir vaziyette görmek beni gerçekten üzüyordu. Fakat bunun bir süre daha çaresi olmayacağını babamın ağzından duymuştum. Paraya ihtiyacımız vardı ve etrafta size istediğiniz zaman iş verecek insanlar da yoktu. Bu durum ne kadar canımı sıksa da dudaklarımı sarkıtmanın ne kendime ne de babama bir faydası olmayacağının farkındaydım.

Dudak sarkıtmak demişken; somurtkan, asabi bir kızın teki olduğumu sanmayın sakın. Ben her zaman güler yüzlü, etrafındakilerle iyi geçinen, saçlarımla oynanmadığı sürece pamuk kalbini kimseden esirgemeyen bir kızdım. Etrafımda pek fazla arkadaşım olduğu söylenemezdi doğru. Ama benim gerçek bir dostum vardı. Yağmur. Beni gerçekten ben olduğum için seven bir dosttu o.

 Bu yüzden gerçek bir dost değil miydi zaten?

"Merak etme. Gerekirse sırayla herkesin evinde nöbet tutarım. Böylece kimsenin evine hırsız girmez. Sen de geceyi babanla mum üfleyerek geçirirsin."

Bu söylediği benim büyük bir kahkaha atmama sebep oldu. Yağmur da bana katılarak kahkaha seslerimiz etrafta yankılandı. Böyle bir arkadaşa sahip olduğum için dünyanın en şanslı kızı olmalıydım.

UFKA YOLCULUKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin