''Ve aslında, hepiniz mezarısınız kendinizin...''
*Ölüm.
4 harf, bir beden, yorgun bir ruh, belki kırık bir kalp. Ve sonsuzluğa giden bir nefes.
Ölmek eylemi, sadece öleni etkiliyor olmalıydı belki. Ama öyle değildi. Ölüm hayatında ki herkesi bir anda terk etmekti. Ölüm ölene değil, arkasında kalanlara yıkımdı.
İçli bir nefes çektikten sonra, biraz korkarak titreyen bacaklarımla ona doğru bir adım attım. Herkes gitmişti, 1 saat olmuştu. Ama o hala avucunda tuttuğu bir miktar toprakla, öylece mezar taşına bakıyordu. Gözlerinde görüyordum, baktıkça ölüyordu. Bu yaşarken ölmekti.
Gözlerinde bir çok duygu vardı: Suçluluk, vicdan azabı, korku, öfke... Ama iyice odaklandığımda, en kuvvetlisini, sevgiyi görebiliyordum. Kardeşiydi, tek tutunağıydı. Avucunda ki toprağı daha çok sıktı, toprak tane tane avucundan kayarken, afallamış gözlerini kayan toprağa çevirdi. Hemen dizinin üstüne çökerek toprağı tekrar avuçladı.
Toprağın ellerinin arasından kayıp gitmesini istemiyordu. Çünkü toprağın altında ki ellerinin arasından yıldız misali kayıp gitmişti.
Bu görüntü içimde binlerce şeyin yıkılmasına neden olurken, göz yaşlarımı sildim ve yanına dizlerimin üzerine çöktüm. Gözleri bana değmiyordu. Gözleri mezar taşında ki ismi her saniye okuyordu. Okudukça omuzları çöküyordu. Onu böyle gördükçe kalbim sızlıyordu. Bir elimi kaldırdım ve yavaşça omzuna koydum. Hafif irkilip sadece beş saniyeliğine bana baktı. Adem elmasının sert kavisi beni tökezletirken, gözlerini kapattı. Kapattığı anda düşen yaş dudaklarımın titremesine neden oldu. Omzunu daha sıkı kavradım.
''Konuş benimle.'' dedim titrek sesimle.
''Üşüyor mu?'' dedi gözlerini kırpıştırarak. Gözlerimi kapattım ve içli bir nefes aldım.
''Üşümüyor.''
''Ama o üşür.'' Gözlerimi usulca açtığımda, beklentiyle bana baktığını gördüm. Yaşlı gözlerinin arkasında ki harabe, beni darmadağın ediyordu. ''Duru, o üşür.''
''Hayır, üşümüyor, Giray. Yemin ederim, üşümüyor.'' dedim yanaklarını tutarak. ''Bana bak, üşümüyor, tamam mı?''
''Hep kalın giyinirdi.'' dedi gözlerimin içine bakarak. Yavaşça gülümsediğinde, bunun mutluluktan çok uzak olduğunu anladım. ''Duru o böceklerden korkar.'' Yüzümü buruşturdum ve onu hızla kendime çekerek yüzünü boynuma sakladım. Saçlarını usulca okşarken, dudaklarımı bastırdım ve daha sıkı sarıldım.
''Böcekler yok.''
''Yılan?'' Gözlerimi sıkıca kapattım.
''Oda yok.''
''Anneannem öyle derdi ama?'' Titreyen sesi içimi titretirken, usulca nefes aldım.
''O kötü insanlara olur, Giray. Yusuf mükemmel biriydi. '' Başını hızla salladı ve bir elini belime koydu.
''Değil mi? Öyleydi.'' Ağlamaklı sesi kalbimi ezse de onun için güçlü kalmaya çalışıyordum.
"Evet öyleydi." Gelen sesle hızla arkama baktığımda, şişmiş gözlerle bize bakan Hale'yi gördüm. Ayakta duruyordu ama ruhu çoktan yıkılmıştı. Kırık gözleri üzerimizde hızla dolaştı. Bedeni hafif sallanıyordu, ayakta duramıyordu. Kıpkırmızı olan burnunu sertçe çekti ve acıyla gülümsedi. Giray başını boyun girintimden çıkarmıyordu. Gittikçe daha da saklanıyordu oraya. Haleye bakmaya gücü yoktu, anlıyordum. "Mükemmel bir insanın katili olmak nasıl bir his, Giray?" Gözlerim hızla açılırken, Giray'a daha sıkı sarıldım. Giray burnunu hızla çekti, ah ağlıyordu!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SİYAHIN SEN TONU
ChickLitDar ve derin vadilerde sürtünerek büyüse de yara almayan ruhum, Gözlerinde okyanus barındıran adamın karanlığında boğuldu. Karanlığı, ruhunun en ücra köşelerine hapsetmiş genç adam, Geçmişinden gelip kalbine esen sert rüzgarla, kaybolduğu karanlıkta...