''Kuralları çiğniyorsun Duru.'' dedi annem bavulunu otel odasına koyarken. Bir ev bulana kadar otel odasında kalacaktık. Buna yetecek kadar paramız vardı. Sanırım...
''Masum bir kediyle kuralları nasıl çiğneyebilirim anne?'' çantamı açtım ve Duman'ı çantadan çıkardım. Camın kenarında ki tekli koltuğa oturdum ve Duman'ı kucağıma alarak gıdısını okşamaya başladım.
''Ben ev bakmaya gidiyorum. Geldiğimde o kedi evde olmasın.'' gözlerimi devirdim ve inatçı bakışlarımı yüzünde gezdirdim.
''Bu sefer kararlarına saygı duymayacağım anne, üzgünüm.''
''Sorun aslında kedi falan değil dimi? Sorun Tuna. Beni suçluyorsun?'' alaycı gülüşümü takındıktan sonra Duman'ı yere bırakarak ayağa kalktım.
''Bir daha ki tartışmamıza babamın ismini karıştırmazsan sevinirim.'' Kollarını göğsünde birleştirdi ve meydan okurcasına güldü. ''Ayrıca onun bir adı var, Duman. Ve asıl ben lavabodan döndüğümde sen buradan gitmiş ol anne uzatmak istemiyorum.'' Hızlı adımlarla onun yanından uzaklaştım. Lavabonun kapısını sertçe çarptıktan sonra klozetin üstünde oturdum ve başımı ellerimin arasında aldım. Annem beni hiç sevmeyecekti. Gerçekten sevmeyecekti. Benim kararlarıma hiçbir zaman saygı göstermeyecekti. Ve asıl sorun olan benim artık bunu umursamamamdı. Bir süre sonra her acıya alışıyordu insan. Her yokluğa, her insana alışıyordu. Veya alışmak zorunda kalıyordu. Annemi değiştirmek için hiç uğraşmadım. Beni sevmesi için onu zorlayamazdım. Öyle değil mi? Keşke tanıdığım kimse beni sevmeseydi de sadece annem sevseydi. Yüzüme serin suyu çarptıktan sonra kuruladım ve tuvaletten çıktım. Hırkamı üstüme geçirdim ve Duman'ı biraz sevdikten sonra Otel odasından çıktım. Biraz yürüyüşe ihtiyacım vardı. Dışarıda yüzüme çarpan soğuk havayla usulca titredim ve ellerimle kollarımı sıvazladım. Üşümekten mi yoksa üzülmekten mi gelmişti bu ürperti... Babam benim aynı zamanda annemde olmuştu. Bana uyumadan önce masallar okumuş, benimle büyümüştü. Biz babamla iki çocuktuk bir evde. Belki Annem bunu kabullenemedi. Kendisiyle benim uymayışımı belki oda onu sevmiyorum olarak anladı. Bilemiyorum. Belki de ben çok düşünüyorumdur. Nede olsa her şey eninde sonunda olması gerektiği gibi oluyordu, mutlak suretle. Zamana bıraka bıraka zaman bütün her şeyimi aldı benden. Bir ben kaldım bende. Duygularım, merhametim, sevgim kısacası her şeyim zamana bırakarak bitmişti, gitmişti ve ben etrafıma insanlardan saklanmak istercesine bir duvar örmüştüm. Bu duvar benden o kadar bağımsızdı ki ben bile yıkmak istediğimde yıkamıyordum. O kendi istediği zaman, işler yolunda gitmediğinde benim başıma yıkılıyordu. Ve ben her seferinde acıyla o duvarı tekrar örüyordum.
''Lütfen merhamet et.'' duyduğum şeyle biraz afallayarak sesin nerden geldiğini anlamak istercesine etrafıma bakındım. Sol tarafta bir ara sokak gördüğümde oradan gelebileceğini var sayarak ağır adımlarla oraya doğru yürüdüm. Duvarın kenarından sokağa baktığımda gözlerimi şaşkınlıkla ve korkuyla açtım. Siyahlara bürünmüş biri, bir adamı duvara sıkıştırmış boğazına bıçak dayamıştı. Yüzünü görmeye çalışsam da yüzünün yarısına kadar indirdiği siyah şapka buna izin vermiyordu. Gecenin siyahından daha siyah görünüyordu.
''Merhamet?'' dedi benim yaşlarımda var saydığım çocuk alayla. Bıçağı adamın boğazına daha çok bastırdı. Etrafıma yardım istemek için baktım ama görünürde kimse yoktu. ''Kolye.'' dedi siyahın giydiği çocuk tekrar. O siyah giyinmemişti, siyah onu giymişti ki ruhu dahil siyaha boyanmıştı.
''Sattım. Yemin ederim ki sattım. Ne istersen veririm yeter ki beni bırak.''
''Ne istersem?'' dudaklarının hafifçe kıvrıldığını gördüm. ''Ölmeni istiyorum. Bunu bana verebilir misin?''
''Ne olur acı bana. Bulurum sana kolyeyi. Ne yapar eder bul-'' derken adamın sesini küçük bir inlemeye çeviren bir şey oldu. Benim afallamamı ve delirircesine korkmamı sağlayan bir şey. Siyahın giydiği çocuk bıçağı adamın kasığına sert bir şekilde sapladı ve çekti. Sonra kana bulanan bıçağı adamın yüzüne sildi. Yüzünde ki gülümseme bundan zevk aldığını gösteriyordu. Çocuk gitmeye hazırlanırken seçtiği yön benim kalp ritmimi bozmaya yetti. Görmesem de yüzümde hissettiğim gözleri öfkeyle bakıyordu. Delicesine koşmaya başladım. Nereye koştuğumu bilmeden ve durmadan koşuyordum. Arkama baktığımda onunda peşimden koştuğunu gördüm. Bu daha da hızlanmama sebep oldu. Beni yakalarsa başıma gelebilecekleri tahmin etmekte zorlanmıyordum. Adımlarının sesi bana yaklaştıkça daha hızlı koşmaya çalışıyordum ama astımım olduğu için öksürmeye başlamıştım bile. Kısacası bedenim buna izin vermiyordu. Saçımda oluşan çekim kuvveti hızla durmamı sağlarken bir an kafamın kopacağını zannettim. Çocuk, beni ileride ki ara sokağa doğru çekerken kurtulmak için bağırıyordum. Etrafımızda birkaç insan vardı ama hiç biri beni kurtarmak için herhangi bir tepki vermiyordu. Çocuk ara sokağa girdiğimizde duvara beni sertçe itti ve hızlı adımlarla yanıma geldi. Gözlerimden akmak isteyen yaşları geri gönderiyordum çünkü onun karşısında güçsüz bir imaj göstermek istemiyordum. Cebinden çıkardığı bıçağı boğazıma dayadığında nefesim kesilecek, kalbim duracak gibi oldu. Bıçağı adamın yüzüne sürmesine rağmen hala bulaşan kanların gitmemesi ürkmeme sebep oldu. Çünkü boynumda kanın ıslaklığını hissediyordum. Gözyaşlarımı artık tutamıyordum. Ölümle burun burunaydım ve beni kurtaran kimse yoktu.
''Şimdi sana bir soru soracağım.'' dedi siyahın giydiği çocuk. Sesi oldukça sertti. Sert ve itaatkar. Karşındakini kendine bağlayan, kendisine çeken bir ton. Gözlerimi kapattım ve boğazımda ki bıçağın şahdamarımı kestiğini düşündüm. Babamın yanına gittiğimi, onunla olabildiğimi düşündüm. ''Bıçak boğazını kessin mi? Yoksa-'' dedi ve diğer elini şakaklarımın üstüne bastırdı. ''Burası her şeyi unutsun mu?'' Hafifçe yutkundum. Yutkunurken bıçağın soluk boruma uyguladığı baskı daha çok ağlamamı sağladı.
''A-a-da-dam.'' diyebildim zar zor. Hıçkırıklarımdan vakit bulunca yarım cümlemi devam ettirdim. ''Adam, ölecek mi?'' sorduğum soruyla bıçağı boğazıma bastırması bir oldu. Bu sefer bıçağın değdiği yerler yanmaya başladı. Fiziksel acıyı hissettiğim de vücudum elektrik veriliyor gibi titremeye başladı. ''Ta-tamam. Tamam. Unutacak. '' çarpık gülüşünü gördüm çocuğun. Hala şapkası başında olduğu için bu yakınlıkta bile yüzünü tam olarak göremiyordum. Şapkanın gölgesi gözlerini kapatıyordu. Bıçağı boğazımdan çektiğinde derin bir nefes aldım. Ölümle yaşamın arasında ki çizgiden yaşama doğru koşmaya başlamıştım. Çocuğun gözleri boynuma kaydığında ellerimi boynuma götürdüm. Elime sıvı bir şey gelince hemen elime baktım. Elim, kırmızının en koyu tonuna boyanmıştı. Sinirli gözlerimi çocuğa çevirdiğimde hala güldüğünü gördüm. Yavaşça bana yaklaştı ve beni duvara tekrar sıkıştırarak yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Dudaklarını yavaşça aşağıya indirdi ve şahdamarımın üstüne küçük bir öpücük kondurdu. ''Buda ödülün, güzelim. Unutmanın ödülü.'' Hızlıca benden uzaklaştı ve bıçağı bu sefer kendi üstüne silerek yanımdan ayrıldı. Gidişine döndürdüm gözlerimi. Benden biraz uzaklaştığında arkasından bağırdım. ''Piç kurusu.'' sesim ağladığımı belli edercesine titrek çıkmıştı. Aniden duraksadı. Korkuyla bana doğru gelmesini beklerken tekrar harekete geçip yürümeye başladı. Boğazımda ki acıyı önemsemeden geldiğim yere doğru koşmaya başladım. Koşarken kanın akışını durdurmak için başımdaki kırmızı bandanayı çıkardım ve boğazıma bastırmaya başladım. Olayın olduğu yere vardığımda adama yardım etmek için hızla ara sokağa daldım. Kimsenin olmadığı ara sokak. Bir ağır şaşkınlık yaşadıktan sonra yavaşça sokaktan çıktım. ''O halde nasıl gidebilir?'' kendi kendime mırıldanıyordum. Siyahın giydiği çocuk geldi aklıma. Alaycı gülümsemesi... Aynı benim gibi hayatı ciddiye almıyormuşçasına olan gülümsemesi... Gözleri, gecenin karanlığına karışmış çocuk. Sesi karanlığı çağıran ve karanlığın en koyu tonu olan çocuk. Senden korkmuyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SİYAHIN SEN TONU
ChickLitDar ve derin vadilerde sürtünerek büyüse de yara almayan ruhum, Gözlerinde okyanus barındıran adamın karanlığında boğuldu. Karanlığı, ruhunun en ücra köşelerine hapsetmiş genç adam, Geçmişinden gelip kalbine esen sert rüzgarla, kaybolduğu karanlıkta...