Not- Evet, biliyorum yine bölüm gecikti. Özür dilerim, özür dilerim, özür dilerim ve milyon defa daha özür dilerim. Ben bu hikayeye geçen sene üniversiteye başlayacağım için, daha rahat olacağım için başlamıştım. Ama bu sene sınava bir daha hazırlanmak zorunda kaldım ve beklemediğim bir şeydi. Yani hikayeyle alakalı çok güzel planlarım vardı. Bölümler daha uzun olacaktı ve daha sıklıkla bölüm gelecekti. Biliyorum, belki hikayesini önemsemiyor diye düşünebilirsiniz ama gerçekten vakit bulamıyorum. Yinede başladığım şeyi en güzel şekilde devam ettirmeye çalışıyorum. Girayla Duruya yazık edip, onları bitiremezdim ve böyle bir yolu seçtim. Belki bölümler geç geliyor ama çabalıyorum emin olun. Sizi seviyorum ve hikayeme değer verdiğinizi düşünüyorum ve bu düşünce, beni çok büyük bir huzura kavuşturuyor. İnşallah bölümü beğenirsiniz, yorumlarınızı bekliyorumm.
Ölüm, neydi? Sadece ruhun bedenden ayrılması mı? Sadece bu değildi. Her gün ölmek diye bir şey var birde. Her gün göz göre göre ölüyorsun. Her gün, kalbin durma derecesine geliyor ama en zor olanı da, durmuyor. Babanın kucağında uyumamışsındır hiç, ölürsün her gün. Annen okşamamıştır başını, ölürsün. Mesela hiç annenin sesinden masal dinlememişsindir, yada annen sanki dünyada ki sahip olduğu en değerli şeymiş gibi sarılmamıştır sana, ölürsün. Hem de acı çekerek. Sevmemen gereken insanları sevmişsindir. En berbat durum sevmemen gereken bir adama aşık olmaktır. Bilirsin, senin olmayacaktır. Ama yinede öyle bir seversin ki, gün batımı gibi. Gün batımını izlerken içine dolan huzur gibi. Radyoda en sevdiğin şarkının birden çalması gibi. En sevdiğin şarkı, kalbini yakan sözcükleri fısıldıyorsa sana, işte bu ölmektir. Kalbin bazen bir sözle, bazen bir gülüşle, ama kesinlikle sana ait olmayan bir gülüşle, veya kağıt kesiği gibi acı veren bir bakışla ölür. Ama değişmeyen tek şey vardır, ölüm sadece ruhun bedenden ayrılması değildir. Ölüm, her günde olabilir. Acıtarak, yakarak ve en acımasızı isteyerek.
*
Çocuk gözlerini hızla açtı ve oturduğu koltuğun kollarına sıkıca tutunarak etrafına bakındı. Yanaklarını yakan tuzlu gözyaşını hissettiğinde, bilekleriyle gözyaşlarını sildi. Bir süre boş gözlerle hastanenin boş koridoruna baktı. Sonra rüyası kalbine mızrak misali saplanınca, gözlerini irileştirerek koşar adımlarla kızın odasını gören cama doğru gitti. Kızın hala orada yattığını görünce, derin bir nefes aldı ve başını cama yaslayarak gözlerini kapattı. Rüyaların en can yakıcısıydı belki de. Hatta rüya değildi gördükleri, berbat bir kabustu. Çocuğun gördüğü rüya olsa bile kalbine oya gibi işlenmişti hissettiği derin acı. Camdan ayrıldı ve ellerini saçlarının arasından geçirerek doktorun odasına doğru ilerlemeye başladı. Kapıyı çalma gereği duymadan içeri girdi ve doktorun şaşkın bakışlarında ifadesiz gözlerini gezdirdi.
''Hissetmezsem, öleceğim doktor.'' dediğinde, doktor başını iki yana salladı ve kaşlarını kaldırdı. Çocuk dudaklarını ıslattı ve ruhsuz gözlerini doktordan ayırmadı. Doktorun masasına daha çok yaklaştı ve işaret parmağını kalbinin üzerine koyarak, ''Hissetmezse, duracak.'' diye fısıldadı. Doktorun gözleri çocuğun işaret parmağına indi ve aynı hızla gözlerine tırmandı. Başını salladı ve ''Gel benimle.'' diyerek odadan çıktı. Çocuk doktorun adımlarını takip ederken, kalbi yatağın üstünde zıplayan ve yaylarla adeta dans eden çocuğun kalbi misali atıyordu.
Doktor, çocuğa önlük ve bone verdi. Çocuk aceleci tavırlarla ona verilenleri üzerine geçirdi. Sonra doktorun başını sallamasıyla içeriye girdi ve kapının kolunda asılı kalan, titreyen elini, kapıyı kapattıktan sonra serbest bıraktı. Kalbinin göğüs kafesine yaptığı baskının ritmik hareketleri, odanın içinde yankılanıyordu. Yürümeyi bilmeyen, yeni doğmuş bir ceylan gibi kızın yanına doğru ilerledi. Yan tarafta ki sandalyeyi kendine doğru çekti ve yatağa tutunarak oturdu.
![](https://img.wattpad.com/cover/44716327-288-k433905.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SİYAHIN SEN TONU
Romanzi rosa / ChickLitDar ve derin vadilerde sürtünerek büyüse de yara almayan ruhum, Gözlerinde okyanus barındıran adamın karanlığında boğuldu. Karanlığı, ruhunun en ücra köşelerine hapsetmiş genç adam, Geçmişinden gelip kalbine esen sert rüzgarla, kaybolduğu karanlıkta...