Hayallerin Peşinde

699 20 16
                                    

Üniversiteden yeni mezun olmuştum ve valizimi heyecan ve ne olduğunu anlayamadığım bir çok duyguyla paketlemekle meşguldüm. İçine daha ne koyabilirim diye düşünüyordum. Sonuçta uzun bir yolculuktu bu. Birkaç ay, belki birkaç yıl dönmeyecektim Türkiye'ye. Annemse bana hüzünlü bir şekilde bakıyordu. Bir yandan yardım etmeye çalışıyor, bir yandan da bana dikkatli olmam gereken şeyleri söylüyor, belkide dolmuş gözlerini benden saklamak için oda değiştirip duruyordu. Banyo yaptıktan sonra bana gelip saçımı tarayacağını söylediğinde çok şaşırdım. Çünkü normalde bunu ilk isteyen ben olur, yapıp yapmayacağıda belli olmazdı. Ama bu sefer ilk o teklif etti. Belli ki beni gerçekten özleyecekti. Yanına gidip tarağı ona uzattım. Şakayla karışık "Bu sefer balık sırtı örgü yapma" dedim. Her saçımı taradığında sorduğu şey; "Saçını öreyim mi?". Önüne sakince oturdum ve saçlarımı ona teslim ettim. O gece bu uzun yolculuğuna çıkmadan önce son kez annemle beraber uyudum, son kez kokusunu özlemle içime çektim, sanki gittiğimde unutmayacakmışım gibi. Çok heyecanlıydım. Sonunda o gün gelmişti. üniversiteden mezun olup çalışmak istediğim ajansta iş bulduğumdan beri bu günü bekliyordum. SM Entertaintment'ın beni tercuman olarak kabul etmiş olması beni o kadar mutlu etmişti ki! Sonuçta lise 2'den beri bunu hayal ediyordum. O gece hissettiğim o yoğun duygular içerisinde bir çok rüya görmüştüm, muhtemelen sabah uyandığımda sadece bir kaçını tanesini hatırlıyordum. Hızlıca hazırlanmak için yataktan kalktığımda ailemin de çoktan uyandığını gördüm. Bütün herkes havalimanına geliyordu beni yolcu etmek için. Artık Kore'ye, hayalini yıllarca kurduğum çok şehire bu sefer iş için, kalıcı olarak kalmak için gidiyordum. Hem heyecanla, hem de ailemden ayrılma düşünceleri içinde hazırlanıp evden çıktık. Havalimanına vardığımızda kalabalık şaşırtıcı bir şekilde yoğun değildi. Adeta ailemle biraz daha zaman geçirebilmem için boşalmıştı etraf. Güvenlikten geçip check-in yaptıktan sonra bir kenarda oturup sohbet etmeye başladık. Annemler beni en son dakikaya kadar tutmaya çalışıyorlardı. Ben de son dakikaya kadar onlara bakıp, sarılmaya çalışıyordum. Son 10 dakikada beni bıraktılar. Ben kontrolden geçtikten sonra annemlere bakarak kapıma doğru gitmeye başladım. İçimde hala anlam veremediğim ancak iyi olduklarını düşündüğüm milyonlarca his vardı hepsi gözlerime hücum ediyor, beni ağlatmak için binbir uğraş veriyorlardı. En son baktığımda annem ağlamaya başlamıştı. Bu da benim için sınır olmuştu. Ben daha anlamadan bir kaç damla gözyaşı akıp gitmişti bile. Babam da sanırım kendini zor tutuyordu. Emin değilim belki de sadece bana öyle gelmiştir. Anneme de bir yandan sakin olmasını söylüyordu. Ablamsa "Hadi yine iyisin" bakışını atıp bana bir el salladı ve kalp yaptı. Gözlerime inanamıyorum çünkü ablam hayatta bunları yapmaz. "Gidiyorum diye ne kadar mutluysa" diye espri yaptım kendime. Bende ona geri kalp attım. Biraz daha yürüdükten sonra gözden kayboldular. Artık tek başımaydım. O bir çok duyguyla beraber tamamen yapayalnızdım. Bekleme salonunda bulduğum boş bir yere oturdum. Elimde olan çantalarını ayağımın arasına doğru koydum. Valizim 2 tane vardı, bir de el çantaları tabii ki. Biri Laptop, biri normal çantam biri de abur cubur çantası, uçakta yiyemezsem diye. Ama normal çantam küçük olduğu için abur cubur çantama sığıyordu o yüzden onu çoktan onun içine sallamıştım. Otururken birden bir çığlık koptu etrafta. Anı sesle birlikte irkilip etrafıma bakmaya başladım ama gayet normal görünüyordu. Etrafta herhangi şüpheli bir şey göremeyince tekrar normal bir şekilde beklemeye başladım. Kalbim hala güm güm atıyordu. Uçağa alımların başlamasıyla heyecanla sırada yerimi aldım. Birden bir garip hissettim sanki herkes bana bakıyormuş gibi. Etrafıma baktığımda gerçekten de benim olduğum tarafa doğru bakıyor gibiydi bir çok genç kız. Rahatsız olup önüme döndüm. Üstüme başıma baktım bir şey mi var acaba diye ancak bir şey göremeyince sırada tekrar normal bir şekilde beklemeye başladım. Önümdeki kişi gözüme çarptı. Siyah deri ceketli siyah şapkalı güneş gözlüğü olan uzun boylu bir adam vardı. Gayet iyi bir bedene sahip gibiydi. Merak edip yüzünü görmeye çalıştım ama bir süre önce bana atılan bakışların rahatsız ediciliğini onunda hissedebilceğini düşündüğümden adama bakmaktan vazgeçtim. Ama tabii ki bu merakımdan öldüğüm gerçeğini değiştirmiyordu. Kore'ye gidiyordum sonuçta önündeki de çok büyük ihtimalle yakışıklı bir koreliydi. Belki tanışma şansı yakalarım diye geçirdim içimden gülerek. Uçakta yerimi sormak için hosteslerin yanına gittiğimde bana arkada yerin kalmadığını ama ön business class tarafında yerin hala olduğun söylediler. Ah tabiiki ben bu şansı elimden kaçını mıyım? Çok sevinmiştim tabii ki. Ayrıca aynısı ablamın da başına geldiği için sonunda onun gibi benim de şansımın geldiğini hissettim. Ben heyecanla beklerken hostes benim oturmam gereken koltuğu gösterdi. Bir süre benimle ilgilendikten sonra çaprazımdaki koltuğa bir süre baktı. Ben de merak edip baktığımda o güneş gözlüklü adam orada oturuyordu. E herkes ona bakınca bende merak ettim onun kim olduğuna ve daha dikkatli bakmaya çalıştım ama hala tanıdık gelmiyordu. En sonunda göremeyeceğim kanaat getirip vazgeçtim ve önümde ekranda ilgilenmeye başladım. Sonraki 10 saatte ben yemek geldikçe seçiciliğim yüzünden geri çevirdim, kendi abur cuburumu yedim, namaz vakti geldikçe kıldım, ve o çaprazındaki adamın yanından geçme şansı yakaladım. Ah ama o şapkasını bir kere bile çıkartması ve ben yüzünün bütün halini göremedim. Çok tanıdık hissettiriyordu ama gördüğüm kısmı. Baktım bu adamın şapkayı çıkarmaya niyeti yok, kendi kendime gülerek ne hali varsa görsün dedim. Bir süre önümdeki ekranlı ilgilendikten sonra uçağın inmesine 3 saat kala bir film izlemeye başladım ancak yarısında uyuyakalmışım. Uyandığımda inmemize yarım saat kaldığını öğrendim ve yavaştan hazırlanmaya başladım. Kemer ikaz ışıkları yandığı için yerime oturup inmeyi bekledim. Uçak indiğinde herkes çabucak inmek için ayağa kalktı ancak ben her zaman ki gibi araya sıkışmamak için bekledim. Genelde böyle yapardım zaten. İnsanların o kalabalık ve stresli inişkerinin arasında sıkışıp tıkışmaktansa biraz daha geç inip rahat inmeyi tercih ederdim. Etraf boşalıncaya kadar camdan dışarıya baktım. Valizleri taşıyan araç gidip geliyordu etrafta. Uçağın yeterince eahatladığına kanaat getirince ben de kalktım inmek için. Tam koridora çantamı yukardan almak için geçerken yere düşmüş olan bir şeyin üstüne basınca ayağım burkuldu ve dengemi kaybettim. Tam "geldiğim gibi düşün bir yerimi mi yaralicam ulan!" diye düşünürken düşme sarsıntısını beklemeye başladım. Ancak öyle bir sarsıntı olmadı. Sanki havada uçuyordu gibi bi his kapladı içimi. Düşme ateşiyle sımsıkı kapadığımda gözümü açtığımda bana doğru baka bir çift göz gördüm. Tersten bakıyordu aslında. Etrafımda ne olduğunu daha çok anlayınca beni arkadan yakalamış olan iki koku da hissettim. Omuzlarımdan tutmuştu. Beni tuttuğunu farkedince hemen bir koltuktan tutunup kendimi yukarıya doğru çektim. Biraz sendeleyerek arkamı döndüm ve teşekkür etmek için eğildim. Teşekkür ettikten sonra beni tutan kişinin kim olduğuna bakmak için yüzüne baktım. Bu kişi başından beri yüzünü görmeye çalıştığım şapkalı kişiydi. Bu kişi belkide Koreli tanıyıp sevmeme yardımcı olan kişiydi. Kim olduğunu farkedince dilim tutuldu. Bana baktığı endişeli gözleri görmek için belkide bir sürü dizisini izlemiştim ancak şu an bana, canlı bir şekilde ve gerçek hisleriyle bakıyordu. Ben bu adamı tanıyordum. Ben ona şaşırmış gözlerle bakarken benim düşündüğüm tek bir şey vardı. Bana iyi olup olmadığımı ingilizce sormaya çalışırken benim ağzımdan sadece şu kelimeler döküldü: "Sen... Sen Lee Min Hoo'sun!!!"

2. kisim

Dona kalmıştım. Gerçekten karşımda duruyordu. Böyle bir ortamda karşılaştığımıza inanamıyordum. Sonra biraz ciddi bir yüz ifadesi takınarak "Bırakın şimdi benim kim olduğumu, siz iyi misiniz?" dedi. Bende o arada ayağımın ağrısını unutmuştum. Üstüne basmaya çalıştığımda feci bir ağrı girdi. Bu sefer koltuktan tutundum. Sanırım acım yüzümden belli oluyordu ki Min Ho "İyi değilsiniz." dedi. Ben iyi olduğumu söyledikten sonra yürümeye çalıştım arkamı döndüm. Topallayaraktan yürümeye çalıştım. Hem feci bir şekilde ayağım ağrıyordu, hem de kalbim küt küt atıyordu. Sonra Min Ho yanıma doğru yaklaşıp omuzlarımdan tuttu. Gözlüğünü geri takmıştı. "Sizi revire kadar götüriyim." dedi. Ben ağzımı açamadan "İyi değilsiniz. Hadi yardım ediyim." dedi. Bu kadarını beklemiyordum. Min Ho, ünlü birisi, bu kadar ilgilenmez zannediyordum!"Benim Min Ho olduğumu kimseye söylemeyin. Yoksa fanlar üstümüze doğru gelir. Ben de sizi revire götüremem." Ben de tamam dedim. Havalimanına tünele girdiğimizde aşadaki fanlar hala Lee Min Ho'yu bekliyordu. Belliki benimle gelmesinin bir nedenide fanları atlatmaktı. "Çok akıllıca!" diye düşündüm içimden. Tüneli geçtikten revire ancak valizleri aldıktan sonra gidebileceğimizi öğrenince valizlerin olduğu yere geldik. Lee Min Ho'nun menejeride kenarda bizi arkadan takip ediyordu. Valizleri beklerken ben tek ayağımın üzerinde durmaya çalışırken o da benim tek omzumu tutarak bana yardım ediyordu. Hala neden bu kadar yardım etmeye çalıştığını anlayamıyordum. Ama bu hoşuma gitmişti! Sonuçta ben de bir fandım! En son valizleri alınca kapıdan çıktık. Herkes çığlık atmaya başladı. Sanırım herkes onu tanımıştı (normal olarak). Ben de hala topallayarak yürüyordum ve acımla başa çıkmaya çalışyordum. Lee Min Ho ise hem fanlarına eğilerek selam vermeye çalışıyordu hem de bana destek olmaya çalışıyordu. Revire vardığımızda bir kağıt çıkardı, üstüne bir şeyler yazdı. Sonra çantamın açık olan tarafından içeri attı ve "Benim gitmem gerekiyor. Buradan çıkıp eve gittiğinizde beni arayın." dedi. Hala şok içerisindeydim. acaba gerçekten telefon numarasınımı koymustu? Çok heyecanlanmıştım! Ben ona hayretler içerisinde bakarken o eğildi ve "Hoşçakalın" dedi. Sonra revirin kapısını açtı. Fanların hepsi kapının önünde hayretle bekliyordu. Kapı açıldığı anda herkes fotoğraf çekmeye başladı. Arada benim de fotoğrafamı çekmeye çalışan insanlar oldu. Lee Min Ho bunu fark ettiği anda kapıyı çekti. Ve çekerken özür diledi. Bende sorun olmadığını söyledim sonra teşekkür ettim ve eğildim. Sonra kapı kapandı. Ben arkasından bakakaldım. Bunun rüya olup olmadığını anlamak için kendimi çimdikledim ama hayır bu bir rüya değildi! Bu gerçekten olmuştu! Daha sonrasında ayağıma soğutucu sıktılar ve krem sürüp, ayağımı bandajladıktan sonra eve gitmek için otobüse bindim...

1. bolüm sonu

Hayallerinin Peşinde / #wattys2016Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin