-S1-

734 95 37
                                    

Groove Armada - Think Twice

Saat gece yarısını geçmişti. Deli gibi koşuyordum. İstediğim tek şey her şeyi unutmak. Gördüklerim aklıma geldikçe daha çok hızlanıyordum. Nefesimin kesilmesini, kalbimin atışlarını beynimde hissetmemi yok sayarak. Sadece koşuyordum.

Yol boyunca ayağıma batan taşlar umrumda değildi. Üzerimde Açelya ölmeden birkaç hafta öncesi, bir şey almak için aldığımız o beyaz uzun elbise vardı. Yağmurdan dolayı yerde irili ufaklı su birikintilerine basıp geçiriyordum. Elbisemin çamur olması bile umrumda değildi. Yoğun sis önümü görmemi engelliyordu. Ama ne önemi var ki?

Koşmam gerekiyordu, koşup beni sakinleştirecek olan tek şeye ulaşmam gerekiyordu. Evden en fazla dört kilometre uzaklıktaki ormana.
Evet ben buydum. İnsanlar bir bankı ya da deniz kenarını benimserlerdi. Öyle ya bunun için "denize kıyısı olmayan insanları anlamak güç" bile denildi. Benim benimsediğim bir bank ya da denize kıyım, sığındığım bir liman yoktu. Ormanı severdim bende.
Geceleri zifiri olan, yabani birçok otun bulunduğu 'ayını benim içim gibi' karışık bir orman. Zaman zaman ağaçların benimle konuştuklarına bile inanırdım özellikle de, rüzgar yanağımı okşadığında. Birbirine çarpan dalların çıkardığı ses beni her zaman sakinleştirir.

Çıplak olan ayaklarımın kanadığını hissedebiliyordum. Ama benim koşmam gerekiyordu.
Yolu çoktan yarılamıştım bile. Gözlerim buğulu görüyordu. Yaklaşık bir buçuk saatlik ağlamanın yan etkisiydi bu. Yoğun sis görüş alanımı kısıtlarken bir de bu. Arkamdan birinin bağırdığını duyar gibi oldum ama arkama bile bakmadan koşmaya devam ettim. Bu saatte kim orman yolunda olur ki? İstemsizce hıçkırdım. Belki benim gibi biriydi hah! Kimi kandırıyorum kii. Öyle olmasını isterdim, yalnız kalmamayı isterdim.
Açelyayla da bu yolda tanışmıştık. Ormanın girişindeki bankın yanına sinmiş, dizlerini göğsüne çekip ağlıyordu. İlk başta yanına girmek istememiştim. İnsanlar bazen yalnız kalmaya ihtiyaç duyabiliyor. Sessizce ağlıyordu sanki kimsenin onu duymasını istemiyormuş gibi. Yanına yaklaşmıştım. O an ona dokunmak istemiştim. Ayaklarımın altındaki taşların çıkardığı seslerden geldiğimi fark edip kafasını kaldırmıştı. Yeşil gözleri kıpkırmızıydı ve şişmişti. Kafasını dizlerine gömüp daha çok kapatmıştı kendini. Tek kelime etmeden yanına oturdum. Bunu neden yaptığımı bilmiyordum, o an diğerlerine yaptığım gibi onu da görmezden gelebilirdim. Ama yapmadım.

Ve iyi ki de yapmamışım.

Birkaç dakika durduktan sonra elimi o gece saçlarına sürdüm. Saniyeler içinde kafasını kaldırıp bana sarıldı.

Sımsıkı.

Daha çok ve sesli ağlamaya başlamıştı. Gece saçlım.
Evet ona hep böyle seslenirdim. Bu onun hoşuna giderdi. Çok özlemiştim onu. Ölümünün üzerinden altı ay geçmişti. İki gün önce mezarına gitmiştim, ona sarılmak varken mezar taşına sarılıyordum. Hayattaki tek dostum yerine saçma bir mezar taşına.

Artık ağlamıyordum hatta ormanın girişinde durmuş, zifiri karanlığın içinde o bankı arıyordu gözlerim. Bir de Açelya'yı.

Bankın üstündeki patlamış lambayı düşündüm. Orada ve herkes onun varlığını biliyor ama sönmüş bir lamba neden umursansın ki? Benim gibi.
Bankın yanında onunla ilk sarıldığımız, ağladığımız yere oturdum. Ağlıyordum ama gözyaşım yoktu. Umutlarım gibi onlar da tükenmişti bu gece. "Hey, kim var orada?"

Birinin sesini duyduğumu sanmıştım ama şu an biri elindeki fenerle bana doğru geliyordu. Karanlık olduğu için kim olduğunu göremedim zaten kimi görmeyi bekliyordum ki herkes mezarda idi. Ne annem ne babam ne de Açelya olabilirdi bu. Hah, belki de ailem öldükten sonra beni bırakıp yurtdışına kaçan abim. Beni uykumda bırakıp bir gece yarısı kaçan abim.
"Kimsin sen, bu saatte burada ne yapıyorsun?"

Cevap vermemiştim.

"Sana diyorum, hey!" diye seslendi ve yine sessizliğimi korumuştum. Hormudanmaya başlayıp "Siz bağımlı veletlerden bıktım artık bu kaçıncı?"

Şimdi de bağımlı olmuştum.

Bana daha çok yaklaştığında
"Adını söyle, kimsin?" dedi sert ama sessiz bir tınıyla. "Ben Gece," diyebilmiştim sadece. Sesim o kadar tiz ve kısıktı ki ben bile zor duymuştum.

''Gecenin bu saatinde burada ne arıyorsun.''

Evet, asıl konuda buydu.

"Hiç sadece..." Hayır, tabi ki ona hiçbir şey anlatmayacaktım.

"Dolaşmaya çıkmıştım ve kayboldum." Devam et Gece, iyi bir yalancısın.

"Bana evinin adresini verirsen seni evine bırakabilirim, ileride arabam var." Daha fazla uzatmamak adına hızla ayağa kalktım. Bekçi hala söyleniyordu. Kısa bir yürüyüş mesafesi sonunda arabanın önüne geldik. Kapıyı açıp beni içeri doğru itti. Adresimi vermiştim. Bekçi arabayı sisten dolayı yavaş yavaş kullanırken bana baktı. "Ayakkabın yok mu senin? Eminim annen çok kızacak," deyip kıkırdadı.

Annemin olmasını ve kızmasını o kadar çok isterdim ki. Bunu anlayamazdı o, kim bilir? "Evet, haklısınız çok kızacak," diyebildim sadece.

Evin önüne gelmiştik. "Artık inecek misin? Geri dönüp senin gibi birçok ergeni daha kovalamam gerekiyor." Kendi harabe olmuş dünyama dalmıştım yine. Kapıyı yavaşca açtım ve teşekkür ettim.

"Bir daha bu saatte çıkma," dedi ve ben de buna karşılık kafa sallayıp kapıyı kapattım.

Tek katlı eskiden huzurlu şimdiyse yalnızlığımı her duvarda gördüğüm evin bahçesine adımımı attım. Kapının önüne geldiğimde kapıyı açık bıraktığım için şanslı olduğumu düşünüp kapıyı arkamdan kapattım.
Banyo kapının hemen yanında olduğu için de kendimi şanslı hissettim. Bir de ayaklarımdan eve taşıdığım pisliği temizlemek zorunda kalacaktım.
Kendimi direkt banyoya attım. Yeterince pistim. Saçlarım yağmurdan ıslanmış, elbisem de çamurlanmıştı. Ayaklarımın altı kesik doluydu. Kurumuş kan, ayaklarımda mide bulandırıcı bir görüntü bırakmıştı. Hızlıca kıyafetlerimi kirli sepetine atıp sıcak suyun altına girdim. Suda durmak ölüm gibi geldiği için beş dakikada çıkıp havluma sarıldım. Aynadan kendime baktım.
Her zamankinden daha solgundum. Ela gözlerim ağladığım için yeşil olmuştu. Kızarmış gözlerim birde davul gibi şişmişti.
Açık kestane saçlarım yüzüme yapışmış toplamam gerektiğini hatırlatıyordu bana. Havluyla saçlarımı kuruladıktan sonra banyodan çıkıp odama doğru ilerledim.

Kıyafet dolabımı açıp yine Açelya'yla aldığım takımımı hiç vakit kaybetmeden üzerime geçirdim. Kitaplarımın olduğu komodinin üzerindeki ilaçları alıp mutfağa ilerledim.

Psikiyatrinin senelerdir verdiği gereksiz ilaçlar Açelya'nın ölümüyle çoğalmıştı ve ne zaman içmesem birkaç saat önceki gibi kabuslar görüyordum.

İlaçlarımı içip odama doğru yürüdüm.
Odanın ışığını kapattım. Saat sabahın dördüydü. Hava aydınlanırdı birazdan. Eylül akşamları özellikle burada epey yağmurlu ve sisli geçiyor.
Babamın aldığı müzik kutusunun ışığını yakıp ayarladım. Yatağa girip uyumayı bekledim.

Çok geçmeden uykunun kollarına bırakmıştım kendimi.




İlk bölüm hakkındaki düşünceleriniz?

SİLİK #Wattys2019Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin