Rose'un Anlatımından.
Kendi kaldığım odaya giden koridora saparken arkamdan koşuşturan adım seslerini ve Yankee'nin dudaklarından sinirli bir tonla dökülen ismimi duysamda durmuyor, aksine bana yetişememesi için hızlanıyorum.
Yer yer, üstüne sürülmüş beyaz boyanın parça parça döküldüğü kapıyı alel acele açıp kendimi adeta yere fırlatırken sırt çantamı, meraklı gözlerden korumak için gizlediğim, pörsümüş çekyatın altından çıkarıyorum. Fermuarını açıp t-shirtlerim ve diğer eşyalarımın altına koyduğum, Cesurluk'taki patlamadan kaçmadan önce tesadüf eseri atış talimi yaptığım için şu an sahip olduğum silahın metal yüzeyini hissedene kadar elimle yokluyorum. Ve nihayet parmaklarıma soğukluğu çarpar çarpmaz silahı, içine gömülmüş eşya yığınında kurtarıp çekyatın üzerine koyuyorum. Çantadakilerin darmadağın olmasını umursamadan fermuarı kapatıp yeniden iki ayağımın üzerinde doğrulurken Yankee ve Jason peşimden odaya dalıyor.
" Onun yanına gitmeyi düşünmediğini söyle." diyor Yankee tam karşıma geçerek. " Neyin peşinde olduğunu bile bilmiyoruz."
" İşte şimdi öğreneceğiz." diyorum silahın içinde kaç tane kurşun kaldığını kontrol edip belimdeki kemere takarken.
" Onu tanıyor musun ?" Jason, Yankee'nin çığrından çıkmış tavrına aldırmadan araya giriyor. " Arka sokaktaki o çocuğu."
Başımla onaylıyorum. " Adı Sam." diyorum çekyatın demir koluna astığım kot ceketmi sırtıma geçirmeden hemen önce. " Ona güvenebiliriz."
" Rose lütfen durur musun biraz ?" Yankee kolumu tutup beni olduğum yere mıhlıyor. " Bir düşün. İki haftadır yerleşkeyi gözetliyoruz ve bu çocuk hop diye kucağımıza geliveriyor. Bu biraz olsun şüpheli gelmiyor mu sana ?"
Dişlerimi sıkıp sabırlı olmaya çalışıyorum. " O benim arkadaşım Yankee." diyorum. " Bize yardım edebilir. Buraya bir sebep için geldiği belli. Büyük ihtimalle benim burada olduğumu biliyor!"
" Bundan nasıl emin olabiliyorsun!" diye bağırıyor nihayet dayanamayarak. " Ya kendini tehlikenin kucağını atıyorsan ?"
" En azından denerim." diye söyleniyorum, geçip giden saniyeleri umursamamaya çalışarak. Ama içimdeki telaş ve Yankee'nin bu korumacı tavırları yüzünden gitgide büyüyen öfke dalgasına kapılmamak için kendimi zor tutuyorum. " Ayrıca silah kullanmayı gayet iyi biliyorum. Artık bir kasıntı olmadığımı hatırlatırım."
Jason, " Yanına birini al." diyor, yüzündeki allak bullak ifadeden ne söyleyeceğine, ne yapmamız gerektiğine karar veremediğini fark ediyorum. " Yalnız kalma."
" Onunla yalnız görüşmek zorundayım." diyorum. " Eğer yanımda biri olursa nasıl bir tepki verir emin değilim."
" Rose-"
" Yankee." diyerek beni ikna etmek için söyleyeceği öğüt dolu cümlelerin dudaklarından dökülmesine engel oluyorum. " Haftalardır buradayız ve tek yaptığımız beklemek! Elimize neler olup bittiğini öğrenmek için bir fırsat geçti ve senin beni burada alıkoyduğun her saniye bunu geri tepmemize sebep olabilir. Sam bu aptal yerden çıkmamıza yardım edebilecekken burada durup sizinle tartışmayacağım. Ben ona güveniyorum. Sende şu korumacı tavrını bir kenara bırakıp mantıklı düşün."
Derin bir nefes alıp merdivenlere doğru yönelmeden hemen önce Jason'ın " Dikkat et." dediğini duyuyorum. " Ve olabildiğince çok şey öğren."
Ardından arka sokağa, Sam'in beni beklediği yere, doğru hızlı adımlarla ilerlemeye başlıyorum.
-
Yıkık dökük caddeye adımımı atmadan hemen önce soğuk hava dalgası yüzüme çarpıp vücudumdaki tüm tüylerin diken diken olmasına neden oluyor. Saçlarım aceleci hareketlerimden ve rüzgardan dolayı sağa sola savruluyor. Derin bir nefes alırken etrafta yankılanan tek sesin göğüs kafesimde var gücüyle kan pompalayan kalp atışlarımın ve çatlamış dudaklarımdan sigara dumanı üflüyormuşum gibi bir görüntü yaratarak dışarı çıkan soluklarımın karışımı olduğunu fark ediyorum. Terk edilmiş sokakta benden başka hiçbir insan ya da herhangi bir canlı belirtisi hissetmiyorum. Beton yığınları ve paramparça olmuş binaların gölgeleri arasında yürürken aklımı boşaltıp Sam'le yapacağım konuşmaya odaklanmaya çalışsamda damarlarımda akan kana karışan adrenalin yüzünden bunu başaramıyorum.
Boş çöp konteynırlarının yanına geldiğimde sokağın iç tarafına, Sam'e, doğru ilerlemeden hemen önce olduğum yerde durup tanıdık olanı bulana kadar gözlerimle çevredeki binaları tarıyorum. Yankee'nin her ne kadar sözünü dinlemeyerek gururunu incitmiş olsam bile gizlendiğimiz o neredeyse harabeye dönüşmüş olan yerden beni izlediğini, işler kötü giderse sırf bana 'sana demiştim' diyebilmek için yanıma koşacağını biliyor ve içten içe minnet duyuyorum.
Daha fazla vakit kaybetmeden köşeden sapıp yürümeye devam ediyorum.
Attığım her adımla bu mümkünmüş gibi ıssızlık artıyor. Çıplak duvarlardan bedenime çarpan soğuğun tenimde titreştiğini duyumsuyorum neredeyse. Sağdan soldan kulağıma çarpan sesler ,rüzgarın oraya buraya savurduğu boş teneke yığınları, haşereler, nereden geldiğini anlayamadığım tıkırtılar, ister istemez ürpememe sebep oluyor. Her ne kadar vücudumda kol gezen heyecan dalgasını kontrol edebilmek için derin nefesler alarak sakinleşmeye çalışmak istesemde çevredeki pis koku yüzünden bunu yapamıyorum.
Ve onu, sokağın sonu olduğunu gösteren upuzun kiremitten yapılma duvarın bir kaç metre gerisinde arkası bana dönük bir şekilde beklerken buluyorum.
" Nihayet." diyor bana bakmadan. " Gelebildin."
Ses tonunu duyduğum anda gerginliğim bir parça da olsa uçup gidiyor.
" Sam." diye karşılık veriyorum ama söyleyecek başka bir şey bulamıyorum. Kelimeler zihnimin köşelerine kaçışıp beni yalnız bırakıyorlar.
Nihayet kapuşonunu çıkarıp bana doğru dönerken yüzünü görüyorum. Hala hatırladığım gibi görünüyor; kısa kızıl saçlar, elanın bir ton daha koyusuna bürünmüş göz bebekleri ve hafif esmer bir ten.
" Merhaba yok mu ? " Alaycılığını bir kenara bırakmadığını görmek nedense gülmeme sebep oluyor.
" Burada ne işin var ?" diye soruyorum aptalca ama sormam gereken bir soru olduğunun bilincinde olarak.
Sırıtıyor. " Beni gördüğüne sevinmedin mi ?"
" Cesurluk, "diyorum hoşbeş havasında olmadığımı anlamış olacak ki yüzündeki sırıtış siliniyor. " bir patlama oldu. Ben-"
" Hepsini açıklayacağım." diyor sözümü keserek. Bana doğru yaklaşıp aramızdaki mesafeyi kapatırken nereden başlamam gerektiğine karar veremiyorum. " Ama önce yapmam gereken bir şey var."
Ne demeye çalıştığını anlayamadığım için kaşlarımı çatıyorum. Sam aramızda neredeyse bir metre bırakarak olduğu yerde duruyor. Hissettiğim heyecan, nihayet bazı cevaplar alabileceğime dair içimde beliren umut ve Sam'i yeniden görmenin getirdiği mutluluk yüzünden düşüncelerim hızlı hızlı akıp gidiyor zihnimden. Gerçeklikten bir parça uzaklaşıyorum.
Bu yüzden bir tabancanın ateş etmeye hazır olduğunu belirten o klik sesini duyduğumda kendimi koruma içgüdümün devreye girmesi gecikiyor. Sam gayet rahat bir tavırla beni izlerken elinde tuttuğu normal silahlara göre daha uzun ve ince olan, daha önce yalnızca bir kez bayrak oyununda gördüğümü hatırladığım otomatik silahı bana doğrultuyor.
Sırıtıyor. " Bu biraz acıtabilir." demesiyle sivri uçlu bir nesnenin bacağıma saplanması bir oluyor. Yakıcı bir acı vücuduma sızarken bilincimi yavaş yavaş kaybetmeye başlıyorum.
" Sen." diye mırıldanıyorum ama kelimeler hızla akan bir akıntı gibi dudaklarıma düşmeden zihnimde kayıp gidiyor. Cümlemi tamamlayamdan kendimi Sam'in kollarında buluveriyorum.
" Güvendesin." diyor suratıma gelen birkaç tel saçı geriye atarken. Turuncumsu saçları ve kurnaz bakışları güneşin altında parıldıyor. Bilincimi yitirmeden hemen önce bir kelime daha duyuyorum. " Benimlesin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sınırsız | A Divergent Fanfiction 2
أدب الهواةClair, tek bir seçimin tüm hayatını alt üst edeceğini bilmiyordu, ta ki Seçim Günü ' nde Cesurluk ' u seçene dek . Her şey değişip, yeni bir dönem başlarken hiçbir şeyin -kendisinin bile- eskisi gibi olmayacağını bilen Clair bir kez daha, belki...