Güneş yakıcılığını yavaş yavaş yitirip etrafı akşamın serinliğine bırakırken sırt çantamın ağırlığı ve saatler süren yürüyüşün etkisiyle bütün vücudum sızlıyor. Göz kapaklarım, gittikçe loş bir hal alan çevreye dikkatimi vermeye çalıştıkça ağırlaşıyor sanki ve uyanık kalmak geçen her dakika ile birlikte zorlaşıyor. Göz ucuyla Parker'a bakıyorum. Bakışları bir elindeki pusulada bir de sonu yokmuş gibi duran çorak arazide geziniyor. Her ne kadar birbirimize sorun etmeyeceğimiz kadar yakın olsakta aramızda uçsuz bucaksız bir mesafe varmış gibi hissediyorum. Mahmur gözlerle çatık kaşlarından gerginlikten düz bir çizgi halini almış dudaklarına kadar ciddi bir ifadenin bürüdüğü suratını süzüyorum. İçimde yakıcı bir his baş gösteriyor ve ben daha o hissin varlığını kabullenmeden önce bunun özlem olduğunu biliyorum.
" Daha ne kadar yürümemiz lazım?" diyorum, içinde bulunduğumuz durum tamamiyle benim seçimimin bir sonucu olduğu için bundan yakınmamaya çalışıyorum. Ama yorgunluğum belli ki ses tonuma da yansımış olacak ki Parker'ın endişeyle kabarmış suratı bana dönüyor.
" Bugün varacak kadar yakın olduğumuzu düşünmüştüm." Gözlerini benimkilerden bir kaç saniye ayırıp pusulayı kontrol ediyor. " Doğru yolda olduğumuza eminim fakat oraya varmamız daha ne kadar sürer bilmiyorum."
" Oraya daha önce gittiğine emin misin?" Yorgun halim vücudumdaki kontrolü çoktan bloke etmiş olmasına rağmen bununla yetinmeyip zihnime de sıçrıyor. Bu yüzden dudaklarımdan Parker için nahoş olduğunu bildiğim sorunun fırlamasına engel olamıyorum ve garip bir şekilde bundan pişmanlıkta duymuyorum.
" Sayılır." diye cevap veriyor, gittikçe yoğunlaşan bir sesle.
"Sen Büro'nun evlat edindiği çocuklardan birisin öyle değil mi?" diye soruyorum havadan sudan sohbet ediyormuşuz gibi rahat bir tavırla.
Parker dikkatini yoldan ayırmadan " Evet." diyor.Her ne kadar t-shirtünün altındaki kasları gergin bir hale bürünse ve verdiği kestirme cevaptan bu konu hakkında konuşmak istemediğini anlasam da tüm bunlar beni durdurmuyor. Bana vermesini istediğim cevapları borçlu olduğunu biliyorum, o da böyle düşünüyor olmalı. Aksi taktirde cevap vermeyeceği açık.
" Neden Cesurluk'a gizlice girdin?" diye soruyorum yenide. " Amacın neydi?"
Parker sıkıntısını yüzüme vururcasına iç geçiriyor. " Clair." diye mırıldanıyor konuyu kapatmak istercesine ama ona merhamet etmeyeceğimi anlamış olmalı ki bu talebinden vazgeçip " Seni gözetlemem istendi." diye yanıtlıyor beni. Verdiği cevap sanki onu da rahatsız etmiş gibi " Özür dilerim." diyor. " Ben-"
" Neden beni gözetlemeni istediler?"
" Bilmiyorum."
Yalan söylediğini düşünüp ağzımı açıp sorumu yineleyecekken olduğu yerde aniden durup kollarımı sıkı fakat canımı yakmayacak şekilde kavrıyor. " Yalan söylemiyorum." diyor kelimeleri tek tek vurgulayarak. Gözlerimin içine tek bir hisle tarif edemeyeceğim bir şekilde bakıyor. " Beni affetmeni bu hayattaki çoğu şeyden daha fazla istemem delilik."
Olduğundan bin kat daha ağır gibi hissettiğim sırt çantamı umursamayarak olduğum yerde dikeliyorum. " Bu hayatta en çok istediğin şeyin kardeşini onların elinden kurtarmak olduğunu sanıyordum."
" Seçimlerimin sonuçlarınından memnun değilim." Söylediği şeyde ne kadar ciddi olduğunu görebiliyorum. " Ama bunları değiştiremem."
" Yapamazsın." diyorum. " Haklısın."
" Clair." Adımı söyleyiş şekli vücudumdaki tüm tüyleri şaha kaldırıyor. "Oraya vardığımızda-"
" Evet?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sınırsız | A Divergent Fanfiction 2
FanfictionClair, tek bir seçimin tüm hayatını alt üst edeceğini bilmiyordu, ta ki Seçim Günü ' nde Cesurluk ' u seçene dek . Her şey değişip, yeni bir dönem başlarken hiçbir şeyin -kendisinin bile- eskisi gibi olmayacağını bilen Clair bir kez daha, belki...