Bölüm 7

962 321 69
                                    

  Ormanın oldukça sık olan çam ağaçlarının kalın gövdeleri arasında, toprak yüzeyini tamamen kaplayan sararmış gevrek iğne yaprakları üzerinde ki belli belirsiz kan izlerin gök gürültülerinin ürperttiği bedenleriyle takip ederek, çam ağaçlarının g...

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

  
Ormanın oldukça sık olan çam ağaçlarının kalın gövdeleri arasında, toprak yüzeyini tamamen kaplayan sararmış gevrek iğne yaprakları üzerinde ki belli belirsiz kan izlerin gök gürültülerinin ürperttiği bedenleriyle takip ederek, çam ağaçlarının giderek seyrekleşip son bulduğu  yamaca çıktılar.

Çam ağaçlarının arasından çıkar çıkmaz birden bastıran yağmurun şiddetine aldırış etmeyen Fikret beyin, yamacın ucunda ki yaşlı meşe ağacını görmesiyle zihninde canlanmaya başlayan hatırları, yine yaşlı meşe ağacının toprak yüzeyinde kalan kalın kökleri arasında ki beyaz mermer kaplı yan yana duran iki mezarı görmesiyle son buldu.

Göğüsünde acıyla çırpınmaya  başlayan kalbini umursamadan, ''Kimsin sen Aylin'' diye mırıldanarak yağmurun yıkamaya başladığı kan izlerine olan ilgisini yitirip, ıslanmaması için ceketinin altında sakladığı ajandayı bir solukta okuma arzusunu adeta yeniden körükledi. Kan izlerini takip etmeyi bırakıp mezarlara doğru büyük adamlarla yürümeye başladığında, yerde gördüğü  siyah ince uzun topuklu ayakkabının önünde durup, hafifçe eğilerek eline aldı.

Hemen araksından gelen Emin, babasının elinde tutuğu siyah ayakkabıya bakıp, ayakkabıyı aldığı yerden, mezarların olduğu alana doğru uzanan ve yağan yağmurla kaybolmaya yüz tutmuş kan izlerine bakarak sağ elinde tuttuğu silahı hafifçe yukarıya doğru kaldırdı. Ardında babasından daha büyük adımlar atarak mezarların olduğu yaşlı meşe ağacına doğru yürümeye başladı.

Hiçbir şey yazmayan mezar taşlarına boş gözlerle baktı. Diğerine göre biraz daha büyük olan mezarın  üzerine özenle konmuş meşe ağacının yapraklarıyla ıslanmasına izin vermediği siyah ceketi eline aldı. Ceplerini kontrol etmeye başladığında, yanına nefes nefese gelen Fikret bey,

-Ne yapıyorsun oğlum? Diye sordu.

Elinde tuttuğu ayakkabıyı, yanında durduğu mezarın mermer taşı üzerine bırakan babasına bakıp. ''Bir şey yapmıyorum baba. Mezarın üzerindeydi. Merak ettim'' diyerek ceketi babasına uzattı.

Hiç bir şey söylemeden ceketi özensizce alıp koklayarak oğluna baktı ve ''Kadın ceketi değil mi?'' diye sordu. '' O kadar küçük erkek ceketi olmaz herhalde baba.'' Diyen Emin'den gözlerini kaçırarak, ayakkabıyı koyduğu mermer taşının üzerine oturdu ve ''Baba bir kez olsun beni dinle. Aylin denen kadın her kimse ortada yok'' diyerek konuşmaya devam eden oğlunun söylediklerine aldırış etmeden, neredeyse yirmi yıldır kendine sürekli sorduğu ''Aylin kim?'' sorusuna az da olsa ajandadan okuduğu birkaç cümleden öğrendikleriyle zihninde yanıt aramaya başladı.

''O gün konuşsaydık neler olabileceğini düşündünüz değil mi?'' Fikret beyin hatırladığı her cümle yıllardır bıkmadan usanmadan kendisine sorduğu ancak cevabını bulamadığı sorulardan ibareti. Yalnızca bir tanesi. ''Hiç bilmediğiniz gelininiz, hiç görmediğiniz torununuzun annesi.''  Bunun nasıl mümkün olabileceğini yamacında oturduğu Derin Tepenin yedi yüz metre aşağısında olan Akdeniz'in sonsuza uzanan maviliğine bakarak düşünmeye başladı.

Serhat evliydi ve 2 tane çocuğu vardı. ''Serhat hangi arada ikinci evliliğini yapmış olabilirdi?'' Kurcalamaya başladığı zihninde çözüme götüreceğini düşündüğü fikirleri birer birer çekip çıkartırken gelişi güzel dokunduğu anıları yeni bir soruyu özgür bırakıverdi zihnine.

"Serhat'ın bilmediği, hatta Serhat'ın acısıyla kendisinin bile unuttuğu Seher'i nasıl öğrenmişti? Yoksa bu mezarlar...!''

Korkunun düştüğü yüreğinden taşan acıları, oturduğu beyaz mermerin soğuğunun hatırlattığı ölümün utancıyla karışarak, gözlerinden yaş olup akmaya başladı.

Utanırdı Fikret bey ölüden, mezardan ölümü hatırlamaktan bile utanırdı. Onursuz bir davranış mıydı ölüm ya da komik bir duruma düşmek mi? Hayır. Fakirlik gibi utanırdı ölümden acizlikten, zayıflıktan, onursuzluktan bir lokma ekmek için yalvarmak zorunda kalmaktan utandığı gibi ölümden de utanırdı. Seher'ine sahip çıkamadığı için utanırdı ölümden. Emanetini oğlu Serhat'ını koruyamadığı için. Dönüp bakmak istedi mezarlara ama utandı yapamadı.

Islak gözleriyle Girne'ye baktı. Kendine benziyordu Girne'de. Kimse'yi üzmemişti hiç kimseyi kırmamıştı da sadece sevmek istemişti, sadece sevilmek. Beli ki kendisi gibi sevmişti Girne'de. Sevmese izin verir miydi sevdiğine? Sevmese dokunur muydu hiç? Sevdiği istemese dokundurur muydu kendine? Seher'ine benziyordu Girne. Sevdiği için kirlenen Seher'ine. Tek suçu sevmekti, zaten sevdiği için kirlenmemiş miydi? Öyle düşünmüyordu Girne'nin üzerini örten kara bulutlar. Sevdiğinin kirletmesine izin verdiği sokaklarını gürleyerek yıkıyor, homurdanarak temizliyordu sevdiğinin caddelerine bıraktığı izlerini. Öfkeden deliye dönmüştü Akdeniz kabaran dev dalgalarıyla dövüyordu zavalı Girne'yi. Tıpkı kendi gibiydi Girne. Aralarında ki fark sevdanın günah olmadığını anlayıp utanıp dağılacaktı kara bulutlar. Pişman olup sakinleşecekti Akdeniz ve az önce dövdüğü sahillerini okşamaya başlayıp, sevdiğiyle sokaklarında kavuşmak isteyen Girne'ye izin verecekti. Kendisini ise hiç kimse anlamayacak, üzerini kaplayan karabulutlar hiçbir zaman dağılmayacak sevdiğine bu dünyada hiç bir zaman bir daha kavuşamayacağı gibi sevdiği için sonsuza kadar günahkar kalacaktı. Öylece kalıp bir süre kendine, sevdiğine benzeyen Girne'ye baktı. Üzerini örten karabulutların dağılmasıyla, sevdiğine kavuşacak Girne'nin heycanını hissedip kıskandı. Dokunup koklayamacağını bile bile kendisi de kavuşmak istedi sevdiğine, zihninde can verip düşüncelerinde bulaşmak istedi  ama  Emin'in konuşmaya başlamasıyla hayallerinde bile kavuşamadı Seher'ine

-Baba Tolga gelmedi? İstersen ben bakıp geleyim diyen oğluna bakmadan kafasını hafifçe sallayarak

-Tamam, dedi.

Oğlunun ormana girmesiyle ceketinin altından  çıkartığı ajandanın sayfalarını çevirerek kaldığı yeri bulup okumaya başladı.

"Günahlarının sığmadığı vicdanında biraz daha yer açmak isteyen kocasının eziyeti sona erince ''Her ölüm bir kıyamet, her kıyamet bir mahşer yeridir'' diyerek, yatak odasından çıkıp boynunu bükerek usulca mutfağın kapısını açardı rahmetli annem..."

Çam ağaçları arasından çıkıp, bulunduğu boşlukta yankılanan silah sesiyle, birden titredi bedeni ve  ''Emin'' diye haykırarak  ayağa kalkıp, ormana doğru baktı.

DERİN TEPE (#JustWriteIt)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin