Petra
Gün sonunda tüm öğrenciler yemekhanede toplanıp tatlı partisi olarak adlandırdığım bir tür.. ım.. Nasıl anlatacağım hakkında hiçbir fikrim yok. Bir beslenme çantanız eksikti, tatlı getirip yeniyor resmen! Her neyse. Yemekhanede iken Jesse'nin boş boş oturduğunu fark ettim. Tabiki fırsatı kaçırmayacaktım, oğlanın yanına gittim.
''Selam, ıı.. Kendimi biraz yabancı hissediyorum ve düşünüyordum da.. Belki okulu tanımamda yardımcı olabilirsin?''
Jesse bana şaşkın şaşkın bakınıyordu. Önce sağına, sonra soluna bakıp 'ben mi?' anlamında kendini gösterdi. 'Evet' manasında kafamı salladım. ''Şaşırmış gibisin?''
''Genelde böyle şeylerde kızlar şu çocuğa gider de.'' dedi. Arkamı döndüğümde 'cool çocuk' olduğunu hemen anladığım limon sarısı saçlarıyla etrafa gülücükler saçan karizma bir oğlan gördüm. Kızların neden etrafında dönüp durduğuna şaşmamalı. Ama Jesse'ye olan ilgimden dolayı pek bir şey ifade etmiyordu. ''Senin daha iyi yol göstereceğini düşündüm'' demekle yetindim. Memnun bakışlarla ''Peki o zaman, bayanlar önden.'' dedi. Ay bu çocuk kafası karıştığında gerçekten tatlı oluyor. Ay dilim sürçtü, kafası karışınca çok tarz oluyor dedim ya. Yani tarz bir çocuk felan yani tatlı felan olduğunu düşünmüyorum. Yani tarz da derken-- bekle, ne düşünüyorum ben?
Jesse
Sınıfı yıkıp geçen bu havalı kız Lukas yerine gelip benim okulu gezdirmemi mi istedi? Tamam, işte bu yeni. Anlaşılan bu Petra diğer kızlar gibi değil, çekici bir özellik. Ancak Nell.. tanıdığım en çekici kızdı.
Tüm bunları düşünürken Petra'nın ''hu-huu'' demesiyle yerimden zıpladım.
''AMANIN--'' Petra kahkahalara boğuldu.
''hahaha-- ay-- hu-- çok komiksin ya hahaha- dalıp... ay.. dalıp gitmiştin. Ne düşünüyorsun?'' Vay. Gülümsemesi cidden etkileyiciydi. Ama Nell, onunki kadar etkileyici olanı görmüş müyd-- *Jetra fanlarından teker teker tokat yer*
''Bak bak, yine dalıp gittin. Sözde okulu gezdiriyorsun, resmen ben seni gezdiriyorum!'' Petra şakacı bir tavırla çıkıştı.
''Özür dilerim'' dedim gülerek. ''Burası sınıf A ve burası labaratuvar. Şuradan bahçeye inen bir yol var ama şuradan da gidilebilir. Yemekhane ise o tarafta, gördüğün üzere...'' Anlatmayı sürdürdüm.
Olivia
''Uzun ve yorucu dersler öf.. ÖF'' Sızlanıp durdum. Haklıydım da, bu eğitim sistemi de ne böyle, AĞY! Ama çok fazla çıkışıyordum. Ah bu öfkem...
Kendi kendime muhalefet olurken birden Jesse'yi yanında 'OYŞ BEE' diyebileceğiniz bir kızla konuşup gülüşürken gördüm. Anlaşılan Jesse yengemizi bulmuştu ha! Demek Nell ile ilgili duygularını hemen unuttu. Zuhal Topal güçlerim ortaya daha fazla çıkmadan sorgulamaya geçtim.
''Selam gençlik, güzel bir gün ha!'' diye başladım.
''Gerçekten öyle'' Petra göz ucuyla Jesse'ye bakarak iç çekti. ''Bu arada ben Petra.''
''Ben Olivia. Yanında bulunan sahtekarın yakın arkadaşıyım.''
''Sahtekar mı? Hadi ama Olivia, ne ara böyle olduk?'' Jesse şakacı bir tavırla sorguladı.
''Tatil boyu bir kez aramadın ne olacak? Axel'la takılıp durduk öylece.''
''Aşk böcekleri olduğunuz içindir.'' dedi Jesse kıkırdayarak. Kızmak yerine laf sokmayı tercih edecektim tabi ki de!
''Yok canım, aşk böcekleri gözümün önünde duruyor ya.'' içimden ''yaşasın kötülük'' demeden edemedim.
Jesse
''Yok canım, aşk böcekleri gözümün önünde duruyor ya.'' Kesinlikle kızarmaya başlıyordum.
''Hey! Ayıp ediyorsun.'' dedim utancımı örtmeye çalışarak. Petra'nın yüzündeki donukluğu fark ederek devam ettim. ''Sadece ona okulu tanıtıyordum. Sanki Nell'e olan--'' duraksadım. Nell'e hayran değildim, sadece hoşlaşıyordum. Ama insanların bunu bilmesine gerek olmadığını da çok iyi biliyordum.
''Ee kovboy?'' dedi Olivia alaycı bir ifadeyle.
Petra
Jesse ve arkadaşı Olivia tartışmaya devam ederken hala Olivia'nın söylediğinin etkisinden kurtulmaya uğraşıyordum. ''Yok canım, aşk böcekleri gözümün önünde duruyor ya.''...kafamda aynı cümle dönüp durdu. Kızardığımın farkındaydım ama suratımın ifadesiz olduğunu ve aynı bir buz küpüne benzediğimin de farkına varsaydım keşke. (Emre the buz küpüne Selamlar!)
''Hop.. birileri utanmış.'' Olivia'nın sözleriyle kendime geldim. Yüzümün güneşin sıcaklığına kat çıkacağını düşündüğüm an içimde kendime söylenip durmaktan başka bir şey yapamıyordum. Bu kadar yerin dibine girmeme sebep olmasına rağmen bu kızı sevmiştim.
''Hey, sen olsan sen de utanırdın!'' dedi Jesse. ''Hakkı var.'' diye katıldım.
Olivia hafifçe gülümsedi ve dolabına yöneldi, ardından da sınıfına. İşte şu an farkına varıyorum, gerçekten uzun bir gündü bu.
Jesse iç çekip ''her neyse'' diyerek konuşmaya başladı. ''Ben genelde sınıftaki sessiz tip kategorisine girerim. Dolayısıyla kafayı dinlemek için her fırsatı kollarım. Düşündüm de, eğer sen de bu kafadansan okulda istediğin zaman gelip kafa dağıtabileceğin bir yer biliyorum.''
Gerçekten de aradığım insandı, wow.
''Elbette!'' diye heyecandan yerimden sıçradım. Jesse öyle bir bakış attı ki (Pir BaQı$ atDıN YüR£ğiMı YaQdıN adsahgd pardon) benim gibi soğukkanlı birini birden ortalıkta heyecandan zıplayarak görmenin değişik olduğunu sezdim. Tüm bu gereksiz olayları düşünürken elimi kavrayan Jesse'nin yumuşak dokunuşu ile irkildim. Jesse elimi tutup ''Yanlış anlama, gideceğimiz yer biraz karışık.'' dedi. 'Notch, benimle oyun mu oynuyorsun?' diye düşünmeden edemedim. Sorunum ne bilmiyorum, ben ve birinden hoşlanmak, çok farklı iki şey! Her neyse, sadece onun elini tutup anın tadını çıkarmaya karar verdim. Kendimi heartstrings'in bisiklet sahnesindeki Lee gyu-won gibi hissediyordum. O kadar huzurlu ki.
Huzurumu ikiye katlayan şey ise, muhtemelen ay ışığının keskince düştüğü bir botanik bahçesinde, yıldızları rahat seçebileceğimiz bir alana geldiğimiz andı. Okulun içinden cennet mi çıktı, yoksa ben kafayı mı yiyorum? O kadar etkilenmiştim ki. Burada kulaklık ve telefonumu alıp saatlerce oturabilirdim. Bununla birlikte, ellerimiz hala birbirine kenetliydi. Bırakmak istemedim ama onun aynı şeyleri düşünmediğini elimi bırakıp ''İşte buradayız.'' demesiyle anladım.
''WOW!''
Oturup biraz sohbet ettik. Klasik şeyler hakkında konuştuk. Okul, dersler, insanlar...FETÖ? (asdfsad tamam başka espri yok) Birkaç dakika boyunca sessizliği dinledik. Bu denli huzura daha fazla direnemedim, ve kendimi rüzgarın kollarına bıraktım. Daha doğrusu, Jesse'nin omzuna bıraktım da diyebilirim. Sanırım uykuda olduğumu Jesse de fark ettiğinden aldırmamıştı. Gitme zamanı yaklaştığında uyandırdı beni. Vay be, uzun zamandır bu denli kusursuz bir şekerleme yapmamıştım. Günün geri kalanı ise aksiyonsuzdu. Jesse'nin kız kardeşi Jessica (Jess) ile tanışmak, sınıf ile kaynaşmak, yemeği fazla kaçırdığımdan dolayı vücudumdan azar yemekten ibaretti geri kalan aksiyonum.
Eve geldiğimde düşündüğüm şeylerin yüzde altmış beşini Jesse oluşturuyordu. Onun dışında Axel ile pek bir sohbetim yok, Olivia iyi birine benziyor. Sınıftaki insanlar cana yakın gibiler ve Jesse... Tüm bunları düşünürken enerjimin dipsiz bir kuyuya doğru çekildiğini hissettim. Vücudumu daha fazla zorlamayarak derin bir iç çektim ve bir iki şarkı mırıldanarak uykuya daldım.
''Sen de kendi kendine bir hikaye yazabilir misin?''
''Figuranı kendin olup, başrollere beni koyabilir misin?''
---------------------------------------------------------------------------
<Duruma uygun ingilizce şarkı bulamadım ve önüme gelen ilk şarkının sözlerini salladım...>
Bir bölüm daha sabredin bakalım, buralar çok fena kızışacak nihahaha!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MOON LIGHT
Fanfiction(Cover by Tessie0713) [TAMAMLANDI] ''Zeytin siyahı gözleri, kusursuz uygulanmış farıyla tamamlanmıştı. Deniz mavisi bandanası yüzüne düşen dümdüz, portakal turuncusu saçlarıyla bir bütün oluşturuyordu. Mavi, mor ve siyahın görebileceğim en güzel hal...