Jesse
''Reuben, neredesin oğlum!''
Çaresizce küçük domuzcuğu aramaya başladım. Umarım başına bir şey gelmemiştir, şu ana kadar çok insan kaybettim ve bir dostumun daha gitmesine dayanamam. Beni endişelendiren ormanda kaybolma ihtimalinden çok kostümünün alevler içinde olmasıydı. Belki de kostüm hayatını kurtardı, bilmiyorum. Şu an yapabildiğim tek şey endişeden dudaklarımı ısırmak.
Bir süre yürümeye ve Reuben'ı çağırmaya devam ettim ancak herhangi bir iz yoktu. Birkaç domuza rastlasam da ne yazık ki hiçbiri Reuben değildi, ve ben geçen her saniye daha çok sinirlenip endişelenmeye başlıyordum. Bir süre daha etrafta dolanırken yerde rastgele duran bir havucu fark ettim, alıp cebime attım. Reuben'ın nasıl bir havuç canavarı olduğunu tahmin edemezsiniz. Hava gittikçe kararmaya başlıyordu. Korkutucu mağaralar, örümcekler, çalılıkların arasından fırlayan tavuklar! Stres seviyem sınırına ulaşmıştı.
''OİNK.. OİNK!''
''REUBEN!'' Sesin geldiği yöne doğru baktım ve temkinli bir şekilde uzun çalılıklardan gelen sesi araştırmak üzere o tarafa doğru yöneldim. Yeniden manyak bir tavuğun çıkıp ödümü patlatması şu an istediğim son şey olabilirdi. Ve tam o sırada tanıdığım endişeli bir yüz gördüm çalılıkların arasından.
''İşte buradasın Reuben!'' sakinleşmenin verdiği mutlulukla derin bir nefes alıp verdim. Evet şu an biraz sinirliydim ama mutluluğum bu duyguyu tamamen yok ediyordu, havucu küçük arkadaşıma uzattım ve ona hafifçe sarıldım. Bir şekilde kostümden kurtulmuştu, akıllı domuzcuk! Her şey mükemmel gidiyordu, ne var ki havanın ne kadar karardığının farkına varmamıştım.
''Hava oldukça karanlık, yaratıklar gelmeden buradan çıkmalıyız.''
Reuben başıyla beni onayladı ve hızlı adımlar ile ormanda yürümeye başladık. Yakından yaratık sesleri gelmeye başladıkça içimdeki adrenalin arttıkça arttı, kalbimin pompaladığı kanımın kaynadığını hissettim. Aslında hiçbir sorun yoktu, işte o an burnumun ucunda bir ıslaklık hissettim. Ne olduğunu fark etmek çok zamanımı almamıştı.
''Koş Reuben, yağmur bastıracak!''
Uyarımı yapmakta geç kalmıştım, şimdiden sırılsıklam olmuştuk. Bir süre ellerim ile yağmurun yüzümü ıslatmasını engellemeye çalışarak koşturdum ve hiç düşünmeden ilk gördüğüm mağaraya girdim. Şansıma daha önce uğranmış bir mağaraydı, girişinde merdiven ve meşaleler bulunuyordu. Herhalde kimse sığınmak için burada olmama kızmazdı. Bir süre ağır adımlarımın duvara çarpıp eko yapması eşliğinde etrafımı süzdüm. Oldukça işlenmiş bir mağaraydı, tebrik etmek lazım. Çok geçmeden mağaranın ilerisinin genişletilmiş olduğunu fark ettim. Bu kadar taşı kazmak güç ve sabır gerektirir, wow. Adımlarımı daha da yavaşlatıp sakince etrafa göz attım. Sağ tarafta çalışma masası ve bir sandık, sol tarafta ise tek kişilik bir yatak duruyordu. Burada kimin yaşadığını düşünürken hiç beklemediğim bir şey ile karşılaştım.
''OINK.. OIINK!!''
''Reuben, ne o-- OW!''
Bileğimi çevirip arkama sabitleyen bir gücün acısıyla ve şaşkınlığımın da katkısıyla bağırdım. O kadar güçlü falan olmayabilirim ama buna kayıtsız kalacak değildim. Boş kalan elimle arkamdaki kişinin boynunu yakaladım ve önüme doğru çekip kolumla boynuna baskı yaparak durmasını umdum. Adam biraz debelendi ancak kurtulamadı. Tam yüzünü bana doğru çevirip bir yumruk yapıştıracaktım ki topuğu ile önce ayağıma, sonradan erkeklik alanıma vurdu ve acı içinde kıvranırken kendimi dizlerimin üstünde buldum. Ardından bir kılıç çıkarma sesi ile başımı doğrulttum ve savaştığım kişinin bir kız olduğunu sezdim. Acıdan dolayı gözlerim yaşardığı için pek düzgün göremiyordum.
''SEN KİMSİN DE BURAYA--'' ve ardından kılıcın düşme sesi mağaranın çıplak duvarlarında yankılandı.
''J-Jesse?''
Petra
Islıklar çala çala evim belirlediğim mağarada ilerliyordum ki ayak izleri fark ettim, biri insana diğeri ise bir domuza aitti. Islık çalmayı bıraktım ve adımlarımı yavaşlattım, bir genç adam ile domuzun dikilip etrafı gözetlediğini fark ettim. Takas işleriyle uğraştığımdan dolayı izimi süren ilk kişi değildi, ancak bir domuz? Her neyse, yapacağımı biliyordum. Çocuğun arkasına geçtim ve aklıma gelen ilk atağı yaptım, ne var ki çocuk düşündüğümden güçlü çıktı, ancak atağını bloklayıp onu yere sermeyi başardım. Kılıcımı çektim ve başını kaldıran yüze baktım. Tam sinirle bağırmaya başlamıştım ancak bu simanın kime ait olduğunu dün gibi hatırlayınca duraksadım. Yaşadığım şok ile kılıcım elimden kaydı. Ardından onun da beni tanıdığını anlayabileceğim, şok olmuş bir yüz ifadesi yaptı çocuk. Jesse.
''Sen..''
Jesse sakince söylendi, ancak içinde fırtınalar koptuğunu sezebiliyordum. Yıllardır hiçbir şey demeden ortadan kaybolmuştum, ancak hayatta olduğuna çok sevinmiştim. Eski halim olsaydım şu an muhtemelen göz yaşlarına boğulmuştum. Kısa bir bakışmadan sonra Jesse ayağa kalktı ve geldiği yoldan hızlı adımlarla geri dönmeye başladı.
''Jesse!'' Dinlemedi, yoluna devam etti.
''Jesse, bekle!''
O an gözlerindeki sinir ve üzüntü ile bana döndü zümrüt gözlü çocuk.
''Neyi bekleyeyim? Onca yıl boyunca beklediğim yetmedi diye düşünüyorsun anlaşılan.''
''Sandığın gibi bir şey değil, bak konuşalım istersen.''
''Konuşmak öyle mi?'' Sinirli bir tavırla güldü Jesse. Ardından gülümsemesi kaşlarını çatıp bağırması ile sona erdi. ''Yıllar önce bir korkak gibi arkanı dönüp kaçmadan önce konuşabilirdik!''
Sözleri tam kalbimden vurdu, geçen onca yılda eski yaşantımı unuttuğumu düşünmüştüm, yanıldığımı hiç aklıma getirmemiştim.
''Ne yapabilirdim ha? Sizi kaybetmekten korkmuştum, evet korkak gibi davrandım! Ancak sevdiklerimi kaybetmenin acısına dayanamazdım!''
''Ben de insanlar kaybettim! Jessica'yı kaybetmenin acısının üstüne bir de senin gittiğini öğrendim!''
''YAPABİLECEĞİM BİR ŞEY YOKTU!''
''BİZİM İÇİN ORADA OLABİLİRDİN! Benim için orada olabilirdin...''
Biliyorum ki göz yaşlarımızı tutuyorduk. Evet, yılların ardından bu ikimiz için de zorlu bir başlangıç olmuştu. Onun haklı olduğunu biliyordum, ancak hiçbir şeyi geri saramazdım. Jesse yumruğunu sıktı, sinirle arkasını döndü ve gitmeye başladı. Çakan şimşeğin gürültüsü kesilmişti, yağmurun durduğu anlaşılabiliyordu. Onu burada tutmak için hiçbir sebebim yoktu, çaresizce arkamı döndüm. Ancak botlarımı çekiştiren bir güçle aşağı baktım, bu domuzcuktu. Reuben.
Jesse Reuben'a göz atmak için arkasını döndü, göz göze geldik. Ardından çömeldim ve Reuben'a doğru baktım. Jesse çaresiz yanıma gelmişti.
''Olmaz Reuben, hadi. Olivia ve Axel bekliyor olmalı.'' Anlaşılan hala beraberlerdi. Onları da oldukça özlemiştim. Jesse'nin nasıl Reuben ile iletişim kurduğuna inanamıyorum. Ardından derin bir nefes aldı ve bana doğru baktı.
''Gel.''
''Hm?''
''Gel işte! Reuben'ı ikna etmem imkansız.''
Ne demek istediğini anlayabiliyordum. Çaresiz yola koyulduk, tamamen sessizlik içinde yolumuza devam ettik. Tartışmamızdan sonra konuşacak pek bir şey daha kalmamıştı zaten. Bir süre sonra kasabaya vardık. Axel ve Olivia'yı konuşurken ve el ele gördüm, yıllara rağmen aynı kalmayı nasıl başarabiliyorlardı? EnderCon'un hareketli müziklerinin eşliğinde onlara yürümeye devam ettik, oldukça korkuyordum. Kalp atışlarım hızlanmıştı, haksız da değildim. Ya onlar da Jesse kadar öfkelilerse? Olivia Axel'a bir şeyler söyledi, ardından yavaşça arkasını döndü. Çenelerinin yerlere düştüğünü görebiliyordum, ve o an Axel şaşkınlık içinde bağırdı.
''ve...PETRA?!''
İşte başlıyoruz, derin bir nefes al, tut, boğul.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MOON LIGHT
Fanfiction(Cover by Tessie0713) [TAMAMLANDI] ''Zeytin siyahı gözleri, kusursuz uygulanmış farıyla tamamlanmıştı. Deniz mavisi bandanası yüzüne düşen dümdüz, portakal turuncusu saçlarıyla bir bütün oluşturuyordu. Mavi, mor ve siyahın görebileceğim en güzel hal...