''Çok Salaksın, Çok Tatlısın''

85 9 50
                                    


Çok hastayım çok ;-; Bu yüzden gayet kısa ve sakin bir bölüm yazacağım, iyileşip coşturayım ben buraları...

--------------------------------------------------------

Petra

Bizimkilerden ayrılarak mağarama yöneldim. Kafamı boşaltmak biraz iyi gelebilirdi. Yılların ardından sevdiğiniz insanla karşılaşıp sonra ise onun sinirlerinin tepesine binmek pek hoş olmuyor yani. Aklımda bir dolu düşünce, toprağı ayağımla ite ite ilerlemeye devam ettim. İçimde izlendiğime dair olan garip hissi umursamadan ilerlemeye devam ettim. Korku filmlerinde birden kıpırdayan gölgeler olur ya, onu görür gibi olduğumda duraksadım işte. Bunca zaman değiş-tokuş işleriyle uğraştığınızda, kolayca paranoyaklaşabiliyorsunuz. Etrafımı göz ucuyla gözledim, parmağımı dahi kıpırdatmaya zamanım olmadan ağzım kapatılmış, gücüm engellenmişti. Genelde etraftaki en güçlü insan olarak olayı atlatabileceğimi düşünmüştüm ancak adam düşündüğümden güçlüydü. Didindim, bağırmaya çalıştım ancak ne çare. Boğazıma bıçak dayandığını hissedince zorlamayı bıraktım. Uzun zaman sonra, iliklerime kadar korkuyu hissedebiliyordum. Belki güçlüyüm, korkusuzdum ancak hayır. Ölüm korkusunu ben de yaşıyorum. Ben tüm bunları analiz ederken adam beni bir yerlere sürüklüyordu. Ormanda bir yere. Öldürülecek miydim, tecavüze mi uğrayacaktım? Bilmiyorum. Düşündüğüm her saniye daha çok korkuyordum. Ve ileride birini gördüm. Uzun boylu(gülücem bir saniye), dağınık saçlı. Belki adamın partneriydi? Olayla alakası var gibi görünmüyordu. Öndeki dereye taş atıyordu sadece.

''Yeniden merhaba, Jesse.'' Bu Ivor! Derin sesini tanımak çok kolaydı. Beni değiş-tokuşumuzda kandırmaya çalışıp ardından ataklarımdan korkup kaçan herif. Peşimi asla bırakmadı. Ancak Jesse? Bu gerçekten oydu, arkasını döndü. Onun kafası da en az benimki kadar karmaşıktı.

''Sen de kimsin?'' Jesse'nin sorusu ile birlikte Ivor ay ışığının düştüğü yere doğru iki adım attı, böylece Jesse beni görebiliyordu. Ve bu andan itibaren gerçekten korkmuştum.

''Bak burada ne var Jesse.''

''O kızı rahat bırak ve yüzünü göster pislik herif.'' Kendimi korumak için veya kurtulmak için hiçbir hamle yapamadım. Jesse'nin de yüzümdeki korkuyu fark ettğini biliyordum.

''Tsk..tsk..tsk. Sana böyle mi öğrettim, lütfen büyüklerine karşı terbyeni bozma Jesse.'' Öğretmek mi? Ivor Jesse'yi bir şekilde tanıyor olabilir miydi?

''Ivor... Lütfen ben rahat bırak...'' Cevabımı almam çok zaman almadı. Jesse'nin ağzından çıkan kelime ile tüm vücudumu bir şok sardı.

''B-Baba..lütfen.''

''BABA!?''

Boğazımdaki kolun sıkılaşarak daha çok boğazıma baskı yaptığını hissettim. Ivor sessiz olmam için bana sinyallerini veriyordu. Ancak şaşkınlığımı saklayabilmem mümkün değildi. Canım gerçekten yanıyordu. Tek yapabildiğim yalvarır gözlerle Jesse'ye bakıp nefes almaya çalışmaktı.

''Arkadaşını bırakırsam, benimle gelirsin. Değil mi?'' bıçağı boğazıma daha çok yaklaştırdı Ivor. Acıyı hissedebiliyordum.

''Gelirim.'' Jesse sesinde kararlılıkla söyledi. Olayı takip edemeyecek kadar dikkatimi dağıtıyordu bıçağın parlak ve keskin ucu. Bundan yararlanan Ivor bir hamleyle beni elinden fırlatıp Jesse'nin üzerine atmadan önce çenemde koca bir yarık açtı.

Jesse

Babam bir hamleyle Petra ile beni acımasızca akan dereye gönderdi. Refleks ile Petra'yı yakalayıp soğuk suyun sertçe vücuduma vurması ile irkildim. Her şey çok hızlı gelişiyordu, neyin içinde olduğumu fark etmem zaman aldı. Nefesimi bir araya toplayabilmek için büyük uğraşlar verdikten sonra başarılı oldum, ancak Petra için aynı şeyi söyleyebileceğimi düşünmüyorum. Çenesinde babamın açtığı kocaman yarasından dolayı kendini toparlamakta zorlandığı rahatça belli oluyordu. Bir şey yapmazsam boğulabilirdi! Hızlı düşünmek zorundaydım, aklıma gelen ilk şeyi yaptım. Kendi toparladığım oksijeni ona ilettim. Süslü anlatımı bir yana bırakırsak, basitçe onu öpmüş oldum. Ancak ölmek üzereyken bunu umursayacağını sanmıyorum.

***

Gözlerimi açtığımda neler olduğunu sezmeye çalışmaktı ilk işim. Kendimizi bir yerlere atabildiğimizi hatırlıyorum, ancak sonrası karanlık. Doğruldum ve etrafıma göz gezdirdim. Nerede olduğum hakkında en ufak bir fikrim yok, Petra'nın nereye gittiğini bilmiyorum. En önemlisi ise, Iv-- ehem. Babamın nerede olduğunu bilmiyorum. Ne yapacağını düşünmek bile tüylerimin diken diken olmasına sebep oluyor.

''Jesse?'' Düşüncelerim bu rahatlatıcı, yumuşak, tatlı kızın sesi ile kesildi. Petra, yaşıyordu! Neler olduğunu bilmeden sarıldım ona. Şu an benimle olan tek şeydi.

''Özür dilerim, tüm söylediklerim için. Kızmıştım çünkü değer verdiğim insanların gitmesini istemedim. Senin gitmeni istemedim.''

''Duygusallaşma, biliyorum.'' Petra kıkırdadı. Ardından güler yüzünü astı. Ne soracağını biliyordum, hiç direnmedim.

''Başından beri Ivor muydu? Mezuniyet, buluşma gecesi... Bu yüzden hep üzgündün. Onun ne kadar tehlikeli olduğunu biliyordun ve onun çocuğu olmayı kendine yediremedin. Ancak her zamanki gibi, kendi kararın olmadığını düşünemedin. Çok salaksın Jesse.'' 

Haklıydı. Ne diyebilirim? Petra'nın burnuma bir 'boop' hareketi yapmasıyla irkildim. ''Çok salaksın. Bu cidden beni deli ediyor. Çok tatlısın çünkü.'' Tatlı? Ne demek istiyordu? Birbirimize bir süre baktık, göz temasını ayıran Petra oldu. 

''Hadi, buradan nasıl gideceğimizi biliyorum. Kurtarmamız gereken bir Endercon var.''

-----------------------------------------------------

Bölümün kısalığını takmayınız, dediğim gibi haftalardır hastayım. Kötü bölüm yazmaktansa kısa bölüm yazmayı tercih ederim.

MOON LIGHTHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin