Yastık Savaşı!

55 10 18
                                    

Lukas

"Bir dikiş daha, işte. Birkaç güne kadar hiçbir sorunun kalmaz."

"Yine de başımda bariz bir yara izi bırakacak."

"Hey, yara izi seni daha güçlü gösterdi. Endişelenme."

Yaklaşık iki saat önce Petra ve Jesse ellerinde Olivia ile sığınağa vardılar. Olivia'nın başından koca bir yarası olduğunu fark etmemiz de uzun bir zaman almadı. Aceleyle acil yardım malzemelerimi aldım, dolapların birinde bulduğum alkolü baygın kızın yarasına uygulamaya çalıştım. Yardım çantasında bulunan kalın bir bezle yaranın etrafını temizledim, ardından dikiş malzemelerini çıkardım. Ancak dikiş yapabilmem için Olivia'nın bilincinin açık olması gerekiyordu çünkü şokta olduğundan sürekli hareket ediyordu. Madem öyle diyerek Olivia kendine gelene kadar diğerlerinden neler olduğunu öğrenmeye karar verdim, onlar da anlattılar. Koyu tenli kız kendine geldiğinde ise dikişini hallederek daha fazla kan kaybını önledim.

Hepimiz Olivia için endişeliydik, özellikle Axel. Bu koca oğlan genel anlamda hiçbir şeyi umursamamasına rağmen oldukça ciddi görünüyordu. Onu suçlayamam, hatırladığıma göre 11.sınıftan beri berbaberler. Ancak boşa endişeye gerek yoktu, Olivia şu an gayet iyi. Tabi sürekli yüzünde kalacak yara hakkında endişeleniyor ancak bu duygu da zamanla geçecektir.

"Yardımın için teşekkürler Lukas. Son yıllarda olanlardan sonra yine dost olduğumuz için mutluyum aslında, iyi olduğundan kuşkum yok."

Jesse yüzünde ufak bir gülümseme, elini omzuma atıp söyledi bu cümleleri. Ondan özür dilemeyi istedim, onları yüz üstü bıraktığım için. Ancak tekrar güvenlerini kazanmanın mutluluğunu yaşamak yeterliydi, eminim zamanla daha da sıkı dost olacağız.

"Teşekkür etmesi gereken benim. Siz olmasaydınız şu an yaşıyor olmazdım."

Kısa bir sessizliğin ardından kolumda ağır bir acı hissettim. Hafifçe yere eğilerek yaralı kolumu tuttum, dudaklarımın arasından bir sızlamanın çıkmasına engel olamadım. Hiç şüphesiz, gruptaki herkes yanımda bitmişti.

"Lukas, sorun ne?" Jesse endişeli bir tavırla sordu.

Elimi kolumdan çekip karnıma yerleştirdim. Şimdilik kimsenin bilmesine izin veremezdim, henüz değil.

"Karnıma sancı girdi sadece, önemli bir şey değil. Endişelenmenize gerek yok." ardından kıkırdadım hafifçe.

"Birileri ay başında, dağılın gençler." Petra şakalaştı. Bir kaç gülümsemenin ardından herkes ortadaki yataklara oturmuştu. Bu kadar çalışmanın ardından kısa bir arayı hak etmiştik ne de olsa.

"Ah, size söylemeyi unuttum değil mi?" sessizliğin bozulmasıyla gözler savaşçı kızın üstündeydi. "Madene girmeden önce yandaki derin suda bir açıklık gördüm. En başta muhtemelen mağaradır diye düşündüm ve umursamadım ancak daha yakına geldiğimde bunun bir deniz tapınağı olduğunu fark ettim."

"Deniz tapınakları? Onlar gerçekten var mı?" ses tonunda şaşkınlığını açıkça belli ederek sordu Olivia.

"Görünüşe göre evet. Bildiklerim, her tapınağın 'gardiyan' adlı yaratıklar ile korunduğu. Deniz tapınaklarındaki baş gardiyanı öldürdüğümüzde bir sünger düşürüyorlar, ki bu da bandaj yapmamızda işe yarayabilir. Onun dışında bir sandığın içinde ufak bir not kağıdı var. İçinde bir kum tapınağına ait koordinatlar bulunuyor. Ancak hem gardiyanlar ile baş edip hem de kağıdın ıslanmadan önce koordinatlarını aklımıza kaydetmek sandığımız kadar kolay olmayabilir."

"Her türlü, eğer bu yaratığı öldürmek istiyorsak o kum tapınağındaki malzemelere ihtiyacımız var." kararlı bir tavırla ekledim.

"Sarışın çocuk haklı. Kum tapınağı benim işim! Patlayıcılar, tuzaklar! İşte bu. Patlat her yeri, bom bom! Bir de kek olsa fena olmaz aslında."

Ve evet, bununla beraber herkes Axel'a 'Ciddi olamazsın.' bakışı atmıştı bile.

"Her neyse." Petra gelecek planımızı anlatmaya devam etti. "Ben ve Jesse büyük gardiyan ile savaşırken, Lukas ve Axel diğer gardiyanları uzak tutacak. O sırada Olivia koordinatları alıp tapınağın dışına çıkacak. Tapınağın dışındayken koordinatları dışarı bırakacağımız kağıdın üstüne not edecek ve geri kalanımız da savaşını bitirdiğinde su yüzüne çıkacak."

"Peki sayın başkan, o kadar uzun süre nasıl su altında kalacağız?" Jesse tatmin olmamış bir tavırla sordu. Petra arkasındaki sandığa uzanıp bir süre karıştırdı ve birkaç şişe çıkardı. Şişenin içi sıvılar ile doluydu, ki bu sıvılar çok iyi bildiğimiz su direnci iksirleri idi.

"Bunları nereden aşırdın?!"

"Eh Lukas, hala hızlı olduğum gerçeğini unutuyorsunuz."

"Etkileyici." Jesse'nin söylediği tek kelimeydi.

Petra, zümrüt gözlü oğlana kolunun altındaki yastığı fırlattı. "Yapamam diye mi düşündün yoksa?"

Jesse bir süre yakardıktan sonra çıkıştı. "Hey!" yastığı geri fırlattı, ancak Petra'nın kendisini sağa çekmesi ile yastık tam Olivia'nın suratına tüm şiddetiyle çarptı. Olivia gözleri kapalı, dudağı ısırmış ve eli yumeuk şeklini almıştı bile.

"Eyvah." Jesse fısıldadı.

"Şimdi ne olacağını hepimiz biliyoruz değil mi?" Petra gerginlikle söylendi.

"YASTIK SAVAŞI!"

Petra

Gözümü dahi kırpamadan sağdan soldan yastıkların darbesine uğramıştım bile. Bir yandan oraya buraya uçuşan yastıkların yüzüm ile temasa geçmesini önlemeye çalışıyor, diğer yandan elime gelen her yastığı gelişine fırlatıyordum. O sırada Axel, Lukas ve Olivia birbirine karşılıklı yastıklar savurmaya başladılar. Kendimi kanlı bir savaşın ortasında kalmış gibi hissediyordum. Herkesten ayrı bir çığlık sesi, gülüşmeler duyuluyordu. O sırada bileğimi kavradı bir el, koştura koştura çıktık savaş mahalinden. Bir iki derin nefes alıp başımı kaldırdım, karşımdaki Jesse'nin ta kendisiydi.

"Bu ne içindi?" şaşkınlıkla sordum.

"Eh, sonuçta kaosu başlatan bendim. Seni oradan kurtararak hatamı telafi edeyim dedim." verilen cevaptan sonra gülümsemeden edemedim. Bir süre sonra o gülümseme kıkırdamaya, o da kahkahaya dönünce Jesse de bana katıldı. Ardından yüzünü ciddi bir ifade aldı oğlanın, duraksadı. Bir süre garip bakışlarla beni süzdü.

"Wow."

"Ne wow?"

"Etkileyici." kafam karışık halde ona bakmaya devam ettim. "Uh.."

"Gülümsemen diyorum."

"Ah, tabi. Heh, sağol. Tabi senin o saçma gülümsemenin yerini tutmaz muhtemelen de." şaka yaparak ortamdaki garipliği gidermeye çalıştıysam da, pek yardımcı olmadı. Hatta işleri daha da garipleştirdiğini söyleyebilirim. Bir süre sonra sessizlik olunca göz göze geldik, ardından Jesse yaklaştı, yaklaştı. Yüzüme o kadar yakındı ki gözlerimi kapatma noktasına gelmiştim. Dış dünyadaki tüm seslerin kesildiğini hissettim, sadece kalbimin nasıl çarptığını duyuyordum. Omzumda hafif bir hareket hissedince yavaşça açtım gözlerimi, Jesse'nin elinde bandanamı gördüm. Mavi bandanamı başımdan geçirip bağladı, ardından sıcak bir gülümsemeyle konuştu.

"Tüm bu kargaşa içinde düşmüş olmalı."

"Heh, d-doğru. Sağol." dışarıdan gayet sakin gözüksem de içeride ne fırtınalar koptuğunu anlatmaya kelimelerin yeterli olacağını sanmıyordum. 'Gerizekalı, tabii ki de seni öpmeyecekti. Aptal!' zihnimden kendime bir facepalm çaktım. Jesse omzuma hafifçe vurup içeri yürümeye başladı.

"Sesler kesildiğine göre kargaşa bitmiş, hadi."

"Tabi.. Doğru... Çok doğru."

MOON LIGHTHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin