Güneş batıdan süzülüp giderken , gölgeler bozkıra hakim olmaya başlamıştı.Lacivert gökyüzündeki yıldızlar ,bulutların arasından yavaş yavaş seçilmeye henüz başlamıştı.
Üstünde omuzlarından dizlerine kadar uzanan basit mavi elbiseyle bir adam yürüyordu.
Sakalı yoktu ve ayağında ki deri sandaletlerin üstü iyice aşınmış tabanında yer yer delikler vardı.
Derken mavi elbiseli adam eğimi hafif dik bir tepelik gördü. Tepeliğe doğru ilerleyip en tepesine ulaşmak için eğimde yürümeye başladı. Eğimde yürürken sarı ve kuru bozkır toprağı zaman zaman ayağının kaymasını sağlıyor ve adam tökezliyordu. Tepeliğin en yüksek noktasında dört yada beş adım kala adam tekrar tökezledi , bu defa yüz üstü yere kapaklandı. "Az kaldı " diyerek mırıldandı kendi kendine. Yavaşça ayağa kalktı , tepenin en yüksek noktasına ulaştı.
Adam tepeye çıktığında bulunduğu yerden daha aşağıda kocaman bir düzlük gördü . Çıktığı yükseklik önünde alabildiğince uzanan dümdüz araziye hakim konumdaydı.
Tamda bu arazide çıktığı tepeliğe çokta uzak olmayan bir sürü sarı ışık gördü.
Adam tepeden inmeye başladı , hava iyice kararmış akşam olmuştu. Tepeden indiğinde bu sarı ışıklara daha çok yaklaştığı için artık daha net seçilebiliyordu .
Bunlar yanan binlerce meşalenin ışıklarıydı. Yaklaştıkça basit ,toplanması kolay , beyaz yada kahve rengi bezle örtülmüş binlerce çadır görmeye başladı..
Yirmi yada yirmi beş adım kadar sonra insan kalabalığının sesi kulaklarını titretmeye başladı
işte tam da bu anda ayağındaki deri sandaletlerinden biri yırtıldı , ayağından çıktı.
Adam hiç aldırmadı hala bu binlerce çadırın ve yanan meşalelerin olduğu alana doğru ilerliyordu.
Aniden bir ıslık sesi duyuldu , adam daha ne olduğunu anlayamadan kaşla göz arasında etrafını süvariler çevirdi.
Bunlar lejyon süvarileriydi..
Etrafı çevirilen bu adam sakince elbisenin sol kolunu sıyırdı ve omzunun üstüne bulunan lejyoner dövmesini gösterdi.
Çevresinde ki süvariler ellerini kılıçlarından çekti , içlerinden biri bu mavi elbiseli adama soru sordu
"Sabah gönderilen keşif birliğinden misin ? "
Mavi elbiseli adam ayak tabınında bir acı hissetti . Ayağının altı kanıyordu. Bütün gün yürüdüğü için ayak tabanları dayanamamış ve deri kalkmıştı. Kurumuş dudaklarıyla sakin bir ses tonuyla "Ondan arda kalanım " dedi .
Süvari tekrar söze girdi, gözlerinden merakı anlaşılabiliyordu
"Diğer adamlar nerede ? , zırhın , kılıcın nerede ? , görevli subaya ne oldu ? Çabuk rapor ver asker!!"
Mavi elbiseli adam ayağındaki acıyla birlikte bir sıcaklık hissetti. Ayağına baktığında kenarlarından hafif hafif toprağa doğru süzülen kanı fark etti. O yere doğru bakınca süvarilerde aynı şekilde kanı fark ettiler.
"Dedim ya , ondan arda kalanım ... Saldırıya uğradık."
Öne çıkan süvari adama el uzattı
"Arkama bin , seni Generale götürmeliyiz ona rapor verirsin asker " dedi
Mavi elbiseli adam ata bindi ve bu kalabalık çadır tahkimatına doğru yola çıktılar
Burası Roma ordusu kampıydı. Süvariler kampın içine doğru ilerledikçe en öndeki süvari "yoldan çekilin süvariye yol açın" diye bağırıyor bu asker kalabalığının arasından kendine yol açıyordu. Bazı lejyonerler küçük ateşler yakmış gruplar halinde şarap içiyor, bazıları sakince bir köşede oturmuş kendilerine verilen azığı yiyor. Bazısı dövüşüyor , çevrelerindeki beş altı adamdan oluşan kalabalık tezahürat yapıp bahis oynuyordu. Çok geçmeden diğerler çadırlara nazaran çok daha büyük , kırmızı ve kalın bir bezle üstü kapanmış altı yedi tane büyük ahşap direkle tutturulmuş bir çadırın önüne geldiler. Çadırın önünde iki asker nöbet tutuyordu.
Süvariler hızlıca atlarından indiler. Mavi elbiseli adamın bindiği atı süren lejyoner , arkasını dönüp diğerlerine " Dağılabilirsiniz , bu adamı ben generale götürürüm. " dedi. Sonuçta atına bindirdiği adamın anlatacağı önemli bir haber vardı. Ve bu haberi generale götüren kişi olmak itibar kazandıran bir şeydi.
Adamlar dağıldılar ....
Çadırın girişinde duran iki lejyoner "Ne istiyorsun Nerva ?" diye sordu.
Nerva , mavi elbiseli adamı göstererek "Bunu devriye atarken bulduk. Sabah gönderilen keşif birliğindenmiş ,anlatacakları generalin ilgisini çekebilir"
Girişte duran iki lejyoner başlarıyla onaylayarak birer adım yana doğru çekildiler.
Nerva ile mavi elbiseli adam çadırın içine girdi.
Çadır tavanı ferah sayılabilecek bir yükseklikteydi. iskit çadırlarının aksine daha portatif ve içi değerli eşyalarla doluydu.
İçeri girdiklerinde yaşlı ve kilolu bir adam ahşap masaya oturmuş önündeki kağıtlara ıslak mürekkeple yazı yazıyordu.
Onun tam arkasında ise daha büyük , üstü güzel oymalarla süslenmiş ahşap masada oturan bir adam göze çarpıyordu. Dışarıda bulunan lejyonerlere göre üstü başı çok daha temiz , zırhı çok daha parlak ve güzeldi.
Nerva yanında getirdiği mavi elbiseli adamla . Büyük ahşap masada oturan adama doğru yaklaştı . İkisi de hazır ola geçip sol ellerini yumruk yaptılar ve kalp hizasına gelecek şekilde yumruklarını göğüslerinin üstüne vurdular.
Büyük ahşap masada oturan adam kafasını umursamaz bir şekilde kaldırdı,
" Ne var asker ? "
"Efendim kampın dışında devriye atarken ; sabah gönderilen keşif birliğinden bir lejyoner bulduk. Kendisi saldırıya uğradıklarını söyledi bende rapor vermesi için size getirdim."
Bu ahşap masada oturan adam Septimus Hanesinden Drusus'un ta kendisiydi.Anlaşılan Marius ile birlikte yapmaya karar verdikleri sefer için çoktan iskit topraklarına girmişlerdi .
Drusus bir kaşını yukarı kaldırdı. Şüpheci bir tavırla karşısında dikilmiş olan iki adamı süzdükten sonra :
"Tamam asker sen çıkabilirsin ." dedi.
Nerva tekrar hazır ola geçip göğsüne yumruğunu vurup( bu lejyonerlerin üstlerine selam verme şeklidir) çadırdan dışarı çıktıktan sonra Drusus tekrar mavi elbiseli adama sakin bir ses tonuyla
"Rapor ver asker , seni dinliyorum ."
"Generalim , saldırıya uğradık , bütün keşif birliği katledildi .Sadece ben sağ kurtulabildim ."
" Asker , benimle dalga mı geçiyorsun ? İskitlerin ne bir ordusu , ne bir şehirleri ne de ordu kurmaya yetecek nüfusu var .Şimdi keşfe yolladığım adamlarıma ne halt oldu çabuk söyle !!"
Mavi elbiseli adam korkudan yutkundu.
"Efendim doğruyu söylüyorum, önce altı tane atlı vardı. Onları yakınımıza çektik fazla soru sormaya başladılar bizde onları öldürmeye başladık. Liderleri olan adamı tam öldürdüğümüz sırada bir adam çıktı geldi ve bütün herkesi katletti. Adam sanki Marsın boğası gibi üzerimize bindi."
Drusus bir hışımla ayağa kalkıp yumruğunu masaya vurdu.
"Tek bir adam ? Tek bir adam bütün keşif birliğini öldürdü öyle mi ?. Peki tarif et bakalım bu adam nasıl biriydi beş kolu ve 8 tane taşşağı mı vardı ? asker !!!"
Bağırışmaları duyan Marius çadırdan içeri girdi.
Mavi elbiseli adam korkudan bembeyaz kesildi . Kısık bir ses tonuyla
"Hayır general tabi ki sadece iki kolu vardı. Doğruyu söylüyorum adam ölüm makinesi gibiydi , her bir lejyoneri tek tek biçti. "
Drusus adama bir tokat attı. " Bana doğruyu söyle , adamlarım nerede !!"
Mavi elbiseli adam dizlerinin üzerine çöküp merhamet dilenmeye başladı.Korkmuş ses tonuyla bir şeyler mırıldanıyordu.
Birden Marius söze girdi . " Drusus adam doğruyu söylüyor.Ben bu anlattığı ölüm makinesini tanıyorum galiba ."
Drusus şaşırdı ama şaşkınlığının yerini çok geçmeden tekrar öfke aldı " MARİUS !! kim bu adam, nereden tanıyorsun. Siz benimle taşşak mı geçiyorsunuz lan !!"
Marius kaşlarını çattı , Drusus'la dizlerinin üstüne çöküp af dileyen adamın arasına geçti. Tombul ellerinden birini ahşap masaya koydu . Sakin bir ses tonuyla " Bu lejyoneri şifa çadırına gönder, belli ki karnı da aç. Seninle bu konuyu özel olarak konuşmalıyım "
Drusus elini Marius'un elinin üstüne koydu "Öyle olsun kuzen. Askerler bu adamı şifa çadırına götürün ve karnını doyurun . Herkes çadırdan çıksın !!" dedi.
Herkes çadırdan çıktıktan sonra baş başa kalan iki kuzenden Marius masanın hemen solunda yer alan kürk kaplı ve oldukça geniş iskemlelerden birisine oturdu.
Drusus " Dinliyorum ..." dedi
Marius önce biraz gerindi , doğrudan Drusus'un gözlerinin içine bakarak hışımla anlatmaya başladı.
"Bu adam benim oğlumu öldüren o iskit köle !! . Bütün bir köyü kılıçtan geçirmeme sebep olan adam bu. Hatta köyden kaçırmaya çalıştığı hamile bir kadın vardı o bile öldü .Her neyse işte köyden son anda kaçmayı başarmıştı piç !! Öldüğünü düşündüm . Demek ki ölmemiş !!! Onu gebertmeliyiz Drusus. O orospu çocuğu sanki üzerime bırakılan bir lanet gibi. "
Drusus birden gülmeye başladı " Nereden biliyorsun o olduğunu , sen bunadın mı be adam ?
Belkide bu şerefsiz asker Kimmeryalılarla iş birliği yaptı yada nebileyim öyle bir şeyler işte . Öldürelim gitsin."
Marius , Drusus'un bu alaycı tavrından oldukça rahatsız oldu . " O diyorum sana !! Bu kadar adamı tek başına öldürebilecek kaç tane Kimeryalı tanıyorsun ? Onlar kalabalık oldukları zaman kavgayı göze alabilen barbarlar. Kaç Kimeryalı'nın at üstünde bozkırda dolaştığını duydun. Onlar iskit topraklarına pek adım atmazlar."
Drusus, Marius'un oturduğuna benzer bir iskemleye oturdu , ellerini çırptı. İki tane kadın köle içeri girdi. Yaşları gençti , fizikleri diriydi. En fazla yirmi ila yirmi iki yaşlarındaydılar.
Kadınlar iki adama birer kadeh şarap sunduktan sonra arkalarına geçip masaj yapmaya başladılar.
Drusus sakinleşmişti .Tekrar söze girdi " Sen ne dediğinin farkında mısın ? Buraya yüzyıl önce persler geldi tüm o şaşalı İskit şehirlerini yıktılar halkı sürdüler.Onları açlığa terk ettiler.Son soylu Krallarını 50 yıl önce biz , Saray şehrine girdiğimizde öldürdük. Bütün ganimeti topladık , onları ölüme terk ettik. Onlar bir avuç göçebe hayvandan başka bir şey değiller. Hiç bir güçleri yok . Ne savaşçısı adamların doğru dürüst kılıcı yok Marius , tek bir adamın bir keşif birliğini yok ettiğine nasıl inanabilirim."
Marius kadehinden bir yudum aldı. " Bak Drusus , sen zeki bir adamsın biliyorum. Ama bir kez olsun bu şüpheciliğini bir kenara bırak. Hissediyorum işte. Bu o adam. Daha önce benim evimde çıkan kavgada neredeyse 20 eğitimli lejyoneri öldürmüştü.Bu adam bir hayvan. Hayatı boyunca kanla yaşamış . Sadece bu adamı oğlumun anısına bulalım yeter. Zaten bizim büyük ordumuz karşısında o küçücük bir kum tanesi kalır. Lejyoner doğru söylüyordu bu adam bize sadık."
Drusus gülümsedi " Öyle olsun kuzen, zaten ana hedefimiz belli Kimmeryalılar . Stratejimizi ona odaklamamız gerekli. Kolayca İskityadan geçer karadenizin kıyısında ki Kimmer şehirlerine ulaşırız. Seferden sonrada tüm İskit toprakları sana kalır. Buda bir sürü tarım alanı bir sürü iskit köle ve ticari kazanç demek. "
Marius'un seçme şansı yoktu. Kendine verileni kabul etmeliydi. Drusus zengin deniz ticaretiyle gün geçtikçe daha çok büyüyen Kimmer şehirlerine hakim olurken ona sadece vahşilerle dolu bozkır denizi kalıyordu.Yinede hiç yoktan iyiydi.
Marius gülümsedi ve kendine masaj yapan kadın köleyi kucağına oturttu . Bir eliyle ince elbise üzerinden oldukça belli olan kadının göğüslerinden birini tuttu.
"Öyleyse hadi içelim ve bunun tadını çıkaralım ."
Drusus ta kendine masaj yapan kadın köleyi kucağına oturttu. Gülmeye başladı
"Yavaş ol kuzen , daha bir aylık yolumuz var. Her gün bu köleyi becerirsen savaşmaya gücün kalmaz " dedı .
devam edecek..
(Bir lejyon süvarisi )
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Roma .. İSKİTİN GAZABI
Historical FictionBir adamın öfkesinin umut arayan bir halkın inancına dönüştüğü . Romanın bu inançla sınandığı , bolca kan ve akıl oyunlarıyla dolu bir hikaye . Bozkırın çorak arazilerinden orta avrupa'nın bol yağmurlu ve ormanlarla dolu topraklarına.... Kim bili...