Hüzün

1.4K 61 2
                                    

Elinde babamın deri kaplı cevşeni vardı. Evet bu ona aitti. Ne diyeceğimi bilmiyordum... Nefes alamadığımı fark ettim... Babamı ikinci kere kaybetmiştim... Daha ona sıkıca sarılamadan, hala onu ne kadar çok sevdiğimi söyleyemeden...  Şimdi babama ait tek şey, onun ellerindeydi. Gözlerim doluyordu, ağlamamalıydım... Ağlayacaksam da Teğmen'in karşısında bunu yapamazdım. Aciz görünemezdim. Konuşamıyordum, hareketsiz bir şekil de cevşene bakıyordum. Konuşamayacağımı anlamış olacak ki,

"Bunu sise vermek istiyorum. Biliyorum bu çok zor bir durum lakin bis her daim yaninizdayiz." Dedi ve acıdan olacak ki yüzü ekşidi. Canının acımasını istemiyordum. Bana babamdan bir parça getirmişti. Ona minnettardım. Sanki beni bir tek o anlıyor gibiydi. Herkes babamdan nefret ettiğimi düşünse de, o hep sevdiğimi bilirdi. Bu yüzden de cevşeni anneme değil bana uzatıyordu.

Elimi uzattım... Oda avucunun içinde bulunan cevşeni uzattı... Tokalaşırmış edasıyla ellerimiz birbirine yaklaştı. Garip bir his kapladı içimi. Babama veda esiyormuş gibi. Teğmen'de buna şahit oluyordu. O da üzgündü. Bir şey söylemek istiyor lakin söyleyecek kelime bulamıyor gibiydi. Öylece dururken, arkamızdan gelen sesle irkildim.

"Hemsire Hanim, niçin burdasiniz?"

Ani bir hareketle Teğmen'in elinden cevşeni aldım. Ağır hareketlerle Veronika Hanım'a döndüm. Ayağa kalkmış, bize bakıyordu. Yüzünde endişeli bir ifade vardı. Oğluna bir şey olduğunu düşünmüştü. Onu yumuşatmak adına,

"Teğmen'in morfinine bakmıştım. Şimdi çıkıyorum." Deyiverdim. Sonra da Teğmen'e dönerek

"Geçmiş olsun" dedim. Gözlerimle minnettarlığımı yansıttığıma emindim. Kapıdan çıkarken,

"Tesekkür ederim Küzük Hanim. Her sey isin. " Başımla selam verdikten sonra kapıyı kapatarak çıktım. Kapının önünde nefesimin düzelmesini bekledim. Babamı düşündüm. Selanik'teki babamı... Her daim bize sarılan, güven veren babamı... Yıllar sonra İzmir'de babamı ilk gördüğüm günü anımsadım sonra. Elindeki tabancayı Ali Kemal'e doğrulttuğunu... Daha sonra üzerinde hep göreceğimiz Yunan üniformasını...
Beni alevlerin arasından kurtardığı günü sarılmasını... Sıcacıktı, o eski günlerdeki gibi bana telaşlanmıştı... Son olarak dün geceyi... Söylediklerimi... İncinmiş miydi? Beni affetmeyerek mi göç etmişti bu dünyadan... Haklıydım söylediklerimde üstelik, o üniformayla görmeyi hazmedemiyordum. Ancak ölmesini de istemiyordum, bizden ayrı kalmasını...

***
Hava aydınlanırken hastaneden çıktım. Yavaş yavaş yürümeye başladım, sokak lambalarının sönmediği sokaklarda... Babamı düşündüm, annemi, babaannemi... Gözyaşlarımı tutamadım.. İçimdeki bütün öfkeyi ağlayarak atmak istiyordum. Hava aydınlanınca bütün bu içimdeki boşluğun gitmesini diledim. Ama olmuyordu. Her şey ağır geliyordu. Bunları düşünürken, konağa vardığımı anlamamıştım. Gözyaşlarımı sildim, derin bir nefes aldım... Sessizce içeri girdim... Daha sonra odamıza geçtim. Annemde burdaydı. Herhalde babamsız o odada yatmak istememişti. Bir daha da yatamayacaktı. Ben bu kadına babamın öldüğünü nasıl söyleyecektim. Bu düşünce bile bana zul gelirken... Bir şey söylememeye karar verdim... Vasili'den duyması daha iyi olacaktı.

Üstümü değiştirirken annem gözlerini açtı, beni görünce tebessüm etti...

"Geldin mi kızım" dedi uykulu bir sesle... Evet anlamında başımı salladım. Üzerimi değiştirmeye devam ediyordum. Boynumdaki babamın cevşenini görmüş olacak ki, bir anda ayıldı. Pek anlam verememişe benziyordu. Ben ise onu izliyordum. Sanırım anlamıştı...

"Hilal, o cevşen kimin? Babanınkine ne kadar da benziyor."
Derin bir nefes alarak,
"Zaten babamın..." Yüzümde en küçük bir mimik yapmamıştım. Yapamazdım. Yüzümdeki, vücudumuzdaki her bir hücre bana isyan ediyordu. Onlarda yorgundu. Fizikselden çok ruhsal bir yorgunluktu bu.

YARIM  (HiLeon)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin