Bir Smyrna Hikayesi

1.4K 56 1
                                    

Pansuman için malzemeleri ve sargı bezini alıp, Teğmen'in bulunduğu yere yöneldim. Beyaz perdeyi açtım... Karşımda Yunan üniformasını çıkarmış bir şekilde beni bekleyen adamı gördüm. İlk defa onu üniformasız görüyordum. Bu beni şaşırtmıştı. Vücudunun her yerini görebiliyordum. Her kıvrımını... Formasız aslında ne kadar da yakışıklı olduğunu farkettim. Sonra hemen bu düşünceden kendimi alıkoyarak başımı eğdim. Sanki beni duymuş gibiydi, utandığımı anlamıştı.
"Yaradan mi yoksa benden mi çekiniyorsunuz hemsire?" dediğini işittim. Derin bir nefes aldım...
"Daha ağır yaralarla uğraştığım olmuştum. Tıpkı daha bet insanlarla uğraştığım gibi Teğmen" diyerek sargılarını açmak için yanına yöneldim.
Yavaşça açmaya çalışıyordum sargısını ancak başaramamış olacağım ki acıdan inledi. Küçük bir çocuk gibi masumdu. İyileştirmemi bekleyen, yardım etmemi isteyen bir çocuk. Onu ilk defa bu kadar yakından görüyordum. Biraz tuhaf hissettirmişti. Onca insana pansuman yapmama rağmen, ona dokunduğum anda içimi anlamlandıramadığım bir his kaplamıştı.
"İzmir'e neden Smyrna demisler biliyormusumuz? Smyrna, Amazon kadinlarindan biridir esasen. Sağ göğsü yay kullanabilsin diye daha ufakken kesilen, mizrakli kalkanli kadinlardandir. Pagustan'dan İzmir'e gelir. Ve buraya yerlesme karari alarak sehre kendi ismini verir. Savasçidir Smyrni. Önünde kimse duramaz. Sizin gibi yani."
Bana bakıyordu bunları anlatırken... Birbirimize çok yakındık. Sıcak nefesini hissedebiliyordum. Hikayeyi anlatırken gözlerimi arada ona bakma isteğinden alıkoyamıyordum. Oysa sadece işimi yapmalıydım. Onu dinlememe gerek yoktu. Ancak başaramıyordum. Her dediğini hafızama kazımak istermişcesine... Ayrıca beni benzettiği karakter de hoşuma gitmişti. Beni tanıyor gibiydi. Bu beni şaşırtmıştı. Çünkü ben onun hakkında fazla bir bilgiye sahip değildim. Hele ki bu üniformasız haline...
"Konu vatan olduğunda her kadın savaşçıdır Teğmen." Diyiverdim ona bakarak. Gözlerimizin buluşması beni bir anda korkutmuştu. Her zaman korkusuzca baktığım bu öfkeli gence şimdi aynı öfkeyle bakamıyordum.
"Bu efsanelerden yalnizca biri. Bir diğer efsaneye göre de İzmir yöresinde yasayan Electi isimli kavim bir gün Amazonlarla savasir ve yenerler. Krallari These de Amazonların önderi Smyrni'yle evlenip, kente onun adini verir. Yani anlayacağiniz birincisinde kudretli, tek basina durabilen bir Smyrna... Diğerinde esir düsmek durumunda kalan Smyrna."
Söyledikleriyle bana bir imada bulunuyor gibiydi. Önce beni güçlü Smyrna'ya benzetirken şimdi ise esir düşen Smyrna'ya dönüştürmüştü. Şu an ki durumumuzun özetini yapıyor olabilirdi. Yunanlılar tarafından işgalimiz. İçinde birşeyler barınıyordu hikayenin...
"Bana bunu neden anlatıyorsunuz Teğmen."
"Sakladiğiniz askeri, elbet bir gün bulacağimi bilmenizi istediğim için hemsire. Siz Amazon olabilirsiniz lakin Smyrna Yunan yönetimi altinda. O askeri er ya da gec bulacağim."
Andreas'ı sakladığımı düşünüyordu. Ne kadar güçlü olsam da onun karşısında boyun eğmek zorunda kalacağımı söylüyordu bana. Tıpkı Kral These gibi... Köşeye sıkıştırmaya, ağzımdan laf almaya çalışıyordu. Öfkelenmemi istiyor gibiydi, hatta bundan zevk bile alıyor olabilirdi. Pansumanı bitirip, hala yakında olmamızı fark ederek biraz geri çekildim. Bu kadar yakın olmamıza gerek yoktu. Ayrıca biraz hava almaya ihtiyacım olduğunu hissediyordum.
"Siz şuna esaret desenize. Pansuman bitti. Üzerinizi giyebilirsiniz. Ayrıca bahsettiğiniz askerle ilgili bir malumatım yok. Geçmiş olsun." Dedim malzemelerimi alarak.
Hızlı adımlarla ayrılırken bana baktığını hissedebiliyordum. Perdeyi arkamdan çekerken, ona bir bakış attım. Evet, gerçektende beni inceliyordu. Sinirle ona bakıp perdeyi çektim ve o muzur bakışını son anda görebildim.

***

Hava almaya ihtiyacım vardı. Elimdekileri özensiz bir biçimde boş bir sandalyeye bırakıp, bahçeye çıktım. Derin nefesler alıp veriyordum. Ordan oraya gidip volta atıyordum. Ne oluyordu bana böyle? Neden böyle olmuştum. Sakin olmaya çalışarak düşünmeye başladım. Onu üniformasız görmem, tıpkı Andreas'a olan hareketlerim gibi düşüncelerimi mi değiştirmişti? Kendimi ona yakın mı hissetmiştim? Hele anlattığı hikaye? Gerçekten güçlü ve savaşçı olarak mı görüyordu beni? Asıl savaşçı olan kendisiydi. Öyle bir savaşçıydı ki, Hasan Tahsin'i ve 10 arkadaşını kurşuna dizebilecek kadar...
Anlattığı ikinci hikayeyi içinde olduğumuz duruma daha yakın olarak gördüğü belli oluyordu. Smyrna, Kral These'nin elinde... Tıpkı İzmir'in Yunanlıların elinde olması gibi... Ben Smyrna'ysam, oda Kral... Ne diyorum ben... Bu tarz düşünceler neden aklımı başından aldı anlamıyorum. Böyle konular Yıldız'ın ilgi alanıdır.
Hem ayrıca ne Smyrna'sı ne Kral'ı... Onun derdi Andreas'ı bulmak. Bir şeylerden şüphelendiği belli oluyor. Benim bir Yunan askerine yardım edebileceğime inanıyor yani.. Bu demek oluyor ki Teğmen Leon, beni çok iyi tanıyor. İyi de, hangi vakit beni bu kadar tanıyabildi. Oysa çok fazla konuşmuşluğumuz dahi yok... Off! Bunları neden düşünüyorum ki....Yarın Andreas'ı sağ salim gemiye bindirelim de başka bir şey istemiyorum.
İçim içimi kemirmeyi sürdürürken, Ali Kemal'i gördüm. Ne zamandır görmediğim için onu çok özlemiştim. Aklımdaki bütün düşünceleri bir kenara atıp, onun yanına gittim. Sarıldı hem de sıkıca... İnsan içende böyle şeyleri yapmayı sevmezdi. Bir şeyler yanlıştı. Kollarından ayrıldığımda ona baktım. Buruktu belliydi. Ne olmuştu acaba? Beni alıp, bahçenin ortasındaki banka doğru yöneltti. Benimle birlikte oturdu. İçindekileri dökeceğini pek sanmıyordum. Çünkü Ali Kemal duygularını içinde yaşayan biriydi. Acı çekse bile bize belli etmezdi. Bizimle alakadar olur yüzümüzü güldürmeye çalışırdı. Lakin şu an içindeki üzüntü yüzüne yansıyormuş gibiydi.
"Ne yapıyorsun bakalım, neden içerde değilsin deli kız?"gülmeye çalışmıştı. Ama beceremiyordu.
"Yunan askerleri birini alıyor. Her yerde onları görmeye tahamül edemiyorum. Hava almaya çıktım. Sen ne yapıyorsun burda? Sana bir şey mi oldu? Gel bir bakalım." Yüzündeki üzüntü bu yüzden miydi? Bir yeri mi acıyordu. Abimi bu durumda görmek, beni üzüyordu.
"Sakin ol Hilal. Bir şeyim yok. Annemle seni görmeye geldim. O nasıl? O Yunan evinde iyi misiniz?" Bu sözleri beni rahatlatmamıştı. Birşey vardı. Ama yine içinde yaşıyordu.
"Ne kadar orada yaşamak istemesem de, iyi davranmaya çalışıyorlar. Biz iyiyiz, ama sende bir şey var? Ne bu halin?"
"Hilal, ben sizin hep yanınızdayım biliyorsun dimi? Görüşemezsekte..."
"Bana bunları neden anlatıyorsun? Bir yere mi gidiyorsun abi?"
Duraksadı. O alaycı tavrına dönerek,
"Benden kurtulacağını mı sanıyorsun deli kız? Sadece... Ne zamandır yüzünüzü göremediğim için söyledim."dedi ve tekrar sarıldı. Bu sefer ilk sarıldığından daha da fazla. Hissediyordum, bir şeyler tersti. Kulağıma,
"Anneme, babaanneme ve ..... Yıldız'a sahip çık." Yıldız'ın ismini söylerken içi titremişti. Bunu hissedebiliyordum. Hep öyleydi zaten. Ali Kemal'in zaafı Yıldız'dı. Küçüklüğümüzde annem onu dövmesin diye öne atılırdı. Ben yaptım derdi. Beni sevdiğine de inanıyordum ama sanki Yıldız'a kardeşten öte bir sevgi besliyordu. Onun yasak meyvası Yıldız'dı.
"Sen bir yere gidiyorsun." Gözlerimin dolmasına neden olmuştu bu durum. Ali Kemal gidemezdi. Abim bizi, Yıldız'ı bırakıp nasıl giderdi. Anlamlandıramıyordum. Belki de Yıldız'dan kaçıyordu.
"Anneme yardımcı ol, babaannemin yanında dur. Yıldız... Yıldız'ın davranışlarını hoş gör." Ne diyeceğimi bilmiyordum. Gerçekten gidiyordu. Ailesini arayacaktı biliyordum. Ama onun ailesi bizdik. Bizi öylece terk edemezdi. Belki Yıldız'la konuşsa durum farklı olurdu. Bir tek onu, Yıldız ikna edebilirdi. Konuşmak için ağzımı açtığımda,
"Bu durumu daha da zorlaştırma Hilal. Allaha emanet olun."dedi ve onunda gözlerinin dolu dolu olduğunu gördüm. Tabiki benden onları saklamak için gidecekti... Gitti....

***

Bugün nasıl bir gündü. Duygu karmaşası içinde kalmıştım. Önce Teğmenle olanlar... Sonra da abim Ali Kemal. Biraz kafamın dağılmasına ihtiyacım vardı. Matbaaya gitmeye karar verdim hem yaşadıklarımdan uzaklaşmak hem de Andreas'ı limana nasıl götüreceğimizi konuşmak için gitmem çok mantıklıydı. Matbaaya gittiğimde Mehmet ordaydı. Sanki beni bekliyor gibiydi.

"Nasılsın Hilal?"

"İyiyim, ya sen?"

"Geçmiş olsun, baban iyiymiş. Geri dönmüş."

"Ah evet.Döndü."

"Mutlusundur, senin adına sevindim."dedi ve gülümsedi. O çok iyi biriydi. Onunla dava arkadaşı olmaktan gurur duyuyordum. Hasan abinin bana hatırası gibiydi adeta. Ara sıra ona bakınca Hasan abiyi görüyor, içimi bir hüzün kaplıyordu. Onun öldürüldüğü an geliyordu aklıma. Teğmen tarafından... Oysa bugün çok farklı biriydi sanki... Hasan abiyi vuran acımasız Teğmen değildi de, masum bir çocuktu. Bir insan nasıl iki karakter olabilirdi. Bir tanesi sahteydi ve ben bugün sahte olanına denk gelmiştim.
"Hilal, iyi misin? Dalgın görünüyorsun."

"Andreas'ı düşünüyorum. Güvenli bir yerde olduğuna emin misin?"

"Merak etme, bana güven."

"Gemiye gidebilmesi için bir sandal bulabildin mi?"

"Buldum, buldum. Sen, mühür işini halledebildin mi? Mühür olmadıysa her şey boşuna olur."

"Biraz zor oldu ama hallettim." Sessizlik olmuştu. Eve gitmek istiyordum, kafamı boşaltmak ve derin bir uyku çekmek. Sanki uyuyup, uyanınca bugün yaşananlar geçecek gibiydi. Teğmenle yakınlığımız doğru değildi. Ondan uzak durmalıydım. Ben Yıldız değildim. Bir Yunan askerine hiçbir şey hissetmemliydim. Ah Yıldız... Ali Kemal'in gideceğini öğrendiğinde ona ne olacaktı. Benden kötü durumda olurdu biliyordum. Beynim o kadar çok şeyle doluydu ki... Şimdilik bunları düşünmemeliydim.
Yarın önemli bir gündü. Andreas'ı İzmir'den çıkaracaktık. Benim için büyük bir şeydi. Çünkü bir Yunan askerine yardım ediyordum. Her daim onlara düşman olan, sözünü esirgemeyen ben, yarın işbirliği yapacaktım. Bizim için gazeteye olan biten her şeyi anlatmasaydı yardım eder miydim pek emin değilim. Lakin şimdi söz vermiştim ve bu sözü tutacaktım.

YARIM  (HiLeon)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin