Yaptığım şey doğru muydı, yanlış mıydı, bilmiyordum. Açıkçası ne yaptığımı bile bilmiyordum. Baran'ın peşine takılmış, takip ediyordum.
Tam bir salaktım!
"Baran!" diye bağırdım. Arkasını döndü ve beni görünce kaşları havaya kalktı. Şirince sırıttım ve elimle '1 dakika' işareti yaparak koşmaya başladım.
Yanına vardığımda nefes nefese kalmıştım. Ellerimi dizlerime yaslayarak soluklanmaya başladım. "Hayırdır?" diyerek tepkisini ortaya koydu. İçimden ne kadar 'Evetdir?' demek gelse de dilimi tutup daha normal bir cevap verdim.
"Sen söyleyene kadar, seni takip edeceğim." dediğimde omuz silkip ilerlemeye başladı. "Kerhaneye gitsem de gelecek misin?" açıkçası öyle bir yere gitse, o gelene kadar kapıda beklerdim sanırım.
Göz ucuyla bana bakıp düşündüğümü görünce, tekrar önüne döndü. "Sen tam bir salaksın." dediğinde gözlerimi devirdim ve ona yetişmek için hızlandım. Ben salak değildim.
"Bence sen beni uğraştırmadan söyle, sonuçta günün sonunda yine söylemek zorunda kalacaksın." dedim meydan okur gibi bir ifadeyle. Sırıttı.
Sanırım bu sırıtma biraz 'nah' temalı bir sırtmaydı. Oflayarak yürümeye devam ettim. Yolun başında, okulda sürekli Baran'ın yanında dolaşan çocuğu gördüğümde yavaşça başıyla selam verdi. Baran da aynı şekilde karşılık verdi.
"Bu arkadaş kim?" diye sordu beni süzerken. Kollarımı birbirine dolayıp gözlerimi devirdim. Baran bana göz ucuyla bakıp gülerek "Sıra arkadaşım." dediğinde gözlerimi kısarak ona baktım ve ağzımı oynatarak sadece onun görebileceği şekilde 'eben' dediğimde gülüşü fazlalaştı.
Arkadaşı bir adım daha bize yaklaştı ve sırıtarak bana baktı. "Tatlı kızmış." dediğinde tam kusmak üzereyken, Baran kaşlarını kaldırdı ve "Uza, işim var." diye konuştu bir çırpıda. Çocuk Baran'a göz ucuyla bakarak geri geri yürüdü ve bizden uzaklaştı. Onun gitmesinin verdiği rahatlıkla derin bir nefes aldım.
"Sen ve çevrendekilerin hepsi salak," dedim omuzlarımdan düşmek üzere olan çantayı düzeltirken. "Özellikle de Esra." dediğimde güldü. "Sıra arkadaşımsın ve dolaylı yoldan sen de çevremdesin." dediğinde gözlerimi devirdim.
Çantamın en küçük gözünden telefonumu çıkardım ve anneme geç geleceğime dair mesaj attım. Telefonu tekrar yerine koyup kafamı kaldırdığımda, Baran 5-6 adım uzağımdaydı.
Bu çocuk atlet giymiyor muydu lan? Çünkü yakından bakınca sırtı bariz bir şekilde beyaz gömleğin altından belli oluyordu.
Ona yetişmek için adımlarımı hızlandırdığımda, kaldırım taşına takılarak yere kapaklanıyorken iki güçlü kol belimi kavradı.
Oh şükür. Bugün de ölmedik.
Kafamı kaldırdığımda yüzü yüzüme oldukça yakındı. Dudağımı ısırıp toparlanmaya çalışırken, Baran "Şanslı piç." diye mırıldanıp toparlanmama yardımcı oldu. Kısaca teşekkür edip bir kaç adım uzaklaştım.
Kim şanslı piç be? Yakından bakınca birine mi benzetti acaba?
Öte yandan onunla konuşana kadar takip etme isteğim yavaş yavaş kırılıyordu. Bir iki sokak sonra cidden kerhaneye gitmeyeceğinin bir garantisi yoktu sonuçta. Öyle değil mi?
İşimş hızlandırmak amaçlı psikolojik baskı uygulamaya karar verdim. "Baran, söyler misin lütfen? Sana yemin ederim kimseye bişey söylemem." dediğimde yolun ortasında durup gözlerime baktı.
"Bak, cidden öğrenirsen 'keşke öğrenmeseydim' dersin." dediğinde bu kadar çabuk yumuşayacağını sanmıyordum. Şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdıktan hemen sonra kendime geldim ve sırıttım. "Lütfen." dedim gözlerine yalvarırcasına bakarak.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
S'onsuz Umutlar ❇
Teen Fiction👉04.09.2016 ~ 19.07.2017👈 Günlerden bir gün kesişti bakışları... Kızın Umut'u vardı, Çocuğun umudu. Bağırdılar, çağırdılar, ağladılar, güldüler. Ama en çok sevdiler, Böyle dolu dolu, kocaman... Bazen dünyaya düşen binlerce yağmur tanesi kadar, Ba...