Yusufçuk

50 1 0
                                    

Bu bölümü sevgili okurum @dramps03 'e armağan ediyorum.Bölümr başlamadan önce yusufçuğun anlamını sizlerle paylaşmak istiyorum.

Yusufçuk aşktaki tutkuyu, bağlanmayı ve ne pahasına olursa olsun vazgeçmemeyi anlatır. Ateşe âşık yusufçuk, aşkı uğruna bile bile kendini ateşe atar. Ateş gökyüzüne yükselirken, yusufçuk narin vücuduyla ateşin etrafında dans etmeye başlar, ateşle bir bütün olur. Tıpkı bir âşık gibi ateşe dokunmak, ona yakın olmak isteyen yusufçuk, onun bir parçası olmanın verdiği mutlulukla kendini sonsuz aşkının kollarına bırakır.

Sanki her şey yerine oturmuş, kayıp yapboz parçalarını bulmuştum. Kafamda şimşekler çakıyor, sağa sola yürüyüp durmaktan kendimi alamıyordum. Düşüncelerim arasında kaybolmaktan kurtulmamı açılan kapının gürültüsü sağlamıştı.

Olduğum yerde durup kapıya doğru seslendim,

"Özgür?"

Beklediğim cevabı saniyeler sonra da alamayınca kapıya doğru ilerledim. Hafif aralık olan kapıyı sonuna kadar açtım, yere sabitlediğim bakışlarımı karşımda duran kişiye çevirdim.

"hızlanıyor." dedim içimden. Kalbim deli gibi çarpıyor, gözlerim çoktan dolmuştu. Birkaç küçük adımda ulaşmıştım işte ona. Onu her gördüğümde hissettiğim şey aynıydı. O aynıydı. Karşımdaydı. Kalbimin haykırışları karşısında aklımın sesi çıkmıyordu, ya da ben bütün mantığımı devre dışı bırakmıştım. Birkaç adımda ulaştığım Ege'nin boynuna atladım. O sırada gözümde biriken damlacıklar yanaklarımdan süzülmeye başlamıştı.

İnanamıyordum, bunun bir rüya olma ihtimalinden çok korkuyordum. Korktukça daha sıkı sardım o heybetli bedeni. Korktukça kafamı her zaman olmak istediği o omuzlara gömdüm. Eroin alırmışçasına içime çektim o muazzam kokuyu.

Kalbimin çığlıklarını bastıran aklım konuşmaya başlamıştı sonunda. Ege'nin boynuna doladığım kollarımı istemesem de çözüp geri çekildim. Birkaç adım geri çıkıp baştan aşağı süzdüm karşımda sapasağlam duran ilk aşkımı.
Kafamda tonlarca soru, tonlarca şüphe kalbimdeyse yalnızca o vardı. Kuruyan dudaklarımdan zar zor birkaç kelime çıkartabilmiştim,

"Sen, nasıl?" dedim neredeyse fısıldar bir ses tonunda.

Yüzünü dikkatle incelediğim Ege, gözlerindeki damlaları serbest bıraktı. Ellerimden tutup içeri geçmemizi sağladı.Odanın içinde el ele yaptığımız bu küçük tur, tekli koltuğa varmamızla son buldu. Koltuğa oturmamı sağlayıp hemen yanıma diz çöktü. Ellerimi bir an olsun bırakmıyor, gözleri pişmanlıkla bakıyordu.

"Sen mutlu olacaktın, benim öldüğüme inanacaktın...Senin başına dert olmayacaktım işte anla. Ama yapamadım Asya'm." dedi. Her cümlesinin sonunda derin nefesler alarak konuşuyordu. Diğerlerinden daha uzun bir nefes aldı bu sefer. Konuşmaya başladı tekrar;

"Özgürle planladık. Özgür, o ben yokken yıllarca yanında oldu. Tekrar eskiye dönebilirdiniz daha güzel bir hayatınız olabilirdi. Deniz, o tekrar hapse girdi. Her şey Asya her şey tek tek planlanmıştı lanet olası kafamla gelip seni görmek istedim. Ama beni gördün, beni buldun Asya. Ruhlarımızla alakalı olan şu şey öylesine bir palavra değilmiş Asya."

Tek kelime edemiyordum. Her kelimesinde ıslanıyordu kirpiklerim. Dayanamayacağım kadar ağrıyordu kalbim. Yanaklarındaki damlaları sildim önce elimle, sonra başını avuçlarımın arasına aldım. Bir annenin çocuğuna bakması gibi sevgiyle bakıyordu gözlerim. Usulca kulağına eğildim, fısıldadım.

"N-eden?"

"Özür dilerim, özür dilerim güzelim. Seni çok özledim."

Egeninkilere kenetlediğim gözlerim, kapının açılmasıyla hedefinden şaşmıştı. İçeri giren Özgür'dü. Ayağa kalktım, bedenim buz gibi bir havadaymışçasına titriyordu. Kendime engel olamıyordum, içinde Ege'den başka bir şey olmayan kalbim Ege'nin yerini daraltarak kendini nefretle doldurmuştu. Bir şey söylemelerine fırsat vermeden dışarı çıktım.

Öğrendiğim bu gerçekten kaçmak istiyordum. Ege yaşıyordu, onu karşımda gördüğümde delirdiğimi düşünmüş, hatta sevinçten belki de gerçekten delirmiştim.

Bedenimin gerçekten soğuktan titrediğini hissedene kadar sokaklarda yürüdüm. Hiç bilmediğim bu yerde hiç bilmediğim yerlere geldim. Hava kararmıştı, gökyüzü o gün tüm siyahlığını üzerime boşaltıyordu. Zaman geçtikçe beynim uyuşuyordu sanki. İşte tam o an eski dostum, gerçek dostum biriciğimle karşılaştım.

Hemen ilerde üç beş gençle birlikteydi. Siyahlığın içinde, bana gülümsüyordu. Yanlarına yaklaştım. Kısa bir konuşmanın ardından eski dostum ellerimdeydi. Beni kurtaracaktı.

Kucağımda tuttuğum eroin beni kurtaracaktı. Elimde siyah poşetim uzun bir yol boyunca koştum. Devasa bir köprünün kenarına geldim. Köprüye tutunup başımı aşağı sarkıttım. Derin bir nefes aldım. Doğrulup, köprünün kenarına oturdum. Çevredeki insan sayısı yok denecek kadar azdı. Elimde sımsıkı tuttuğum poşeti açıp önüme koydum.
-
Saatler geçmişti, hava en karanlık zamanındaydı. Soğuktu belli ki, ama bunu artık hissedemiyordum. Ellerimi yanaklarıma götürdüm ıslanmıştı. Oysa ağladığımı da hissedemiyordum. Kalbim, Ege'yi görmüşüm gibi hızlı atıyordu, kulaklarım çınlıyor biraz da başım dönüyordu.

Güçlükle ayağa kalktım, nefes alıp verişlerim hızlanmıştı. Ellerimi köprünün büyük demirlerine sardım. Kafamı olabildiğince aşağı sarkıttım, tam altımdaki maviliğe ulaşmak istiyordum.

Ne olduğunu anlamama yetecek süre bulamamıştım. Ulaştığım maviliğin soğukluğunu hissetmemek mümkün değildi. Kendimi bıraktım. Gözlerimi kapattım. Git gide derine batıyor, aksi içinse hiçbir çaba göstermiyordum. , işte bizim hikayemizin sonuydu bu.

Hayatın acımasızca bir çıkmaza sokması değildi bu son, bu son bir karardı. Bu kararı kendisi vermişti. İstediği her şey yanındaydı, yepyeni bir hayat, sevdiği insan, onu çok seven en yakın arkadaşı. Yaşamak için her şeyi varken o ölmeyi tercih etmişti. Bu, hayatın ona yaptığı bir şey değildi yaşadığı ne varsa kendi kararıydı.

Cesedi saatler sonra bulunan Asya, kendi enkazını, kırık kalbini maviliğe bırakabilmişti ancak arkasında bıraktığı enkaz maviliğe sığmıyordu.

                                 -SON-

"Sevme Beni"Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin