Dokuzuncu Bölüm

149 22 8
                                    

Tuhaf olan iki gün boyunca sadece yatmış ve televizyonda beyin yakan dramaları izlemiş olmam mıydı yoksa ikinci günün sonunda Şef Han'ın beni arayıp ' Ekibinin başına geç.' demesi miydi bilmiyordum. Henüz bir hafta bile olmamıştı ki yaptığım hata yüzünden beni kovmamasına bile hala şaşırırken üzerine bir de beni yeniden ekibimin başına çağırması gerçekten çok tuhaf bir durumdu. 

Fakat teklifini reddedemeyecek kadar mutlu olmuştum. Bir tavşan gibi sekerek karakola gitmiş, oradaki herkese kahve ısmarlamıştım. Şimdi ise Şef Han'ın odasına doğru narin bir ceylan gibi ilerliyordum. Elimdeki kahve bardağı gerçekten sıcaktı. Kapısını tıklattım ve cevap gelmesini bekledim. Sanırım yeterince gürültülü olmamıştı ama bunu umursamayarak içeri girdim. Şef Han'ın biriyle görüştüğünü gördüm. Beni görünce konuşmasını yarıda kesmiş gibi gözüküyordu.

'' Şef Han, üzgünüm.. Kapıyı çaldım ama duymadınız. Size kahve getirmiştim de.. ''

Şef Han yüzüne sahte olduğu on metre uzaktan bile anlaşılabilecek bir gülümseme yerleştirmişti. Eliyle beni çağırdı. Elimdeki kahveyi masasına koyarken kiminle konuştuğunu merak ettiğim için misafirine doğru baktım. O an her şey bir anda büyük bir gürültüyle başıma yıkıldı sandım. Oysa ki yıkılan tek şey kahve bardağıydı. Elim yanmıştı ve masanın üzerinden akan kahve damlaları sandalyede oturan Şef Han'ı da yakmak için hareket ediyorlardı.

'' Oh.. Hayır. Üzgünüm Şef Han. İyi misiniz ? ''

Şef Han son anda sandalyesinden sıçramış ve sadece bir kaç damlayla yanmaktan kıl payı kurtulmuştu. Eliyle üzerindeki kahve lekelerini temizlemeye çalışırken kaşları çatıldı.

'' Neden dikkat etmiyorsun ki biraz ?! ''

Bana bağırmasıyla gözlerimi kapattım. Ardından misafirin öksürdüğünü duydum. Daha çok uyarı öksürüğü gibiydi çünkü Şef Han'ın sesi alçalmaya başlamıştı. Sonunda sustuğunda bende gözlerimi açtım. Tekrar misafire baktım. Ayağa kalkmış ve elini bana uzatmıştı. Kızarmış elimi uzatıp uzatmamakta kararsızdım. Elim gerçekten acıyordu ama sanırım şuan bir önemi yoktu.

'' Ah, sanırım el sıkışmaktan hoşlanmıyorsunuz. Siz Jayme Jung olmalısınız. Şef Han'dan duymuştum. Davada iyi bir iş çıkartmışsınız. Tebrikler. Ah kendimi tanıtmayı unuttum, kabalığımı affedin ben-''

'' Woo Ji Ho. Seven Seasons'ın yeni CEO'su.''

Dayanamayıp sözünü kestim. Direk olarak ona bakıyordum. Burada ne işi vardı ki ? Onun yüzünü -evet kimisine göre çılgınca yakışıklı olabilirdi ama kalbi kurtlanmış birisi için o yüz onun kurtarıcısıydı sadece- görerek başladığım günüm berbat geçecek gibiydi. Benim nefret dolu bakışlarımın aksine o gayet kibar bir yüz ifadesine sahipti. ' Hayır Ji Ho, o yüze kanmayacağım. '

'' Demek beni tanıyorsunuz. Bu harika. Şef Han, benim şirkete dönmem gerek. Beni ağırladığınız için teşekkür ederim ve siz Bayan Jung, umarım daha güzel bir yerde daha güzel bir şekilde tekrar tanışırız. ''

Konuşmasını bitirdiğinde  eğilerek selam verdi ve çıktı. 

*

Sıkıntıyla nefesimi dışarı verdim. Acaba diğerleri onun burada olduğunu biliyor muydu? Song Minho onu gördüyse eğer buradaki kopan kıyameti sezerdim diye düşünüyordum. Adımlarım ofisi bulduğunda kapıyı açıp açmamak konusunda tereddütte kalmıştım. Gerçekten de bana ihtiyaçları mı vardı? Bana güvenmiyorlardı ve bunu hak edecek bir sürü şey yapmıştım. Yine de onları buraya kadar sürükleyen bendim. Elbette bu işi bitirecek olan da yine ben olacaktım.

BERMUDA TRIANGLEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin