Bölüm 8

757 74 17
                                    

Önce sola döndü, sonra bir süre dümdüz ilerledi ve sokağın köşesine ulaşıp ana caddeden tamamen kayboldu. Dolayısıyla panikledim ve onu kaybettiğimi sandım. Koşar adım gittiği yöne doğru ilerleyip sağıma soluma bakındım fakat göremiyordum. Arkamı döndüğümde ise Jughead'le karşılaştım. Neredeyse burun burunaydık, ister istemez kokusunu fark ettim. Erkeksi, odunsu bir kokusu vardı.

Başını iki yana sallarken aynı zamanda dilini şaklattı. "İnsanları takip etmen hoş bir davranış değil." dedi.

"İnsanları takip etmiyorum." dedim karşı çıkarak.

"Doğru, Andrew'i takip ediyorsun." dedi alaycı bir gülümsemeyle.

Tam çocukça bir edayla karşı çıkacakken fark ettiğim gerçekle sırıttım ve "Senin de beni takip etmen hiç hoş bir davranış değil." dedim. Kapak olmuştu!

Şuh bir kahkaha attı. Dalga geçerek elini karnına koydu. "Gülmekten karnıma ağrı girdi Elizabeth! Seni takip etmiyordum! Yalnızca evime gidiyorum." dedi eliyle sokağın sonundaki kırmızı tuğla duvarlı evi göstererek.

Utanmıştım. Kapak oldu diye sevinirken, çocuğa rezil olmuştum. "Ah..." diye mırıldandım sadece. Kuruyan dudaklarımı yaladığımda, gözleri dudaklarıma kaydı. O kadar yakındık ki her an öpüşecek gibi duruyorduk. Bir adım geri çekildim. Yalandan öksürdüm ve "Sen evine git madem, tutmayayım." dedim. Eş zamanlı olarak da bir adım sağa geçtim.

Bir şey söylecek gibi oldu, elini havaya kaldırdı. Sonra aralanan dudaklarını kapattı ve elini indirdi. Sustu, sustum. Konuşmadan birbirimize bakıyorduk.

"Bir kahve ikram edeyim?" diye sordu. Bir an telaşlandım ve "Aa ne güzel olur," deyip ondan önce eve doğru yürümeye başladım.

*

Eve girdiğim an Jughead'in üzerinden aldığım koku her yere yayılmış haldeydi. Bu güzel koku insanı mest ediyor, mayıştırıyordu. Jughead ile karşılıklı birer kahve gerçekten iyi gelirdi. Ne kadar telaşla ne dediğimi bilemeyerek kabul etmiş olsam da teklifini, eve yürürkenkinin aksine pişman olmamıştım.

Evin kendi kadar küçük balkonunda eski, metal sandalyeye oturmuş beklerken Jughead kahvemi önümdeki masaya koydu. Sıcak olduğu üstündeki buhardan belliydi, kokusu enfesti. Yavaş ama iştahla bir yudum aldım.

"Teşekkürler," dedim ona bakarak. O da tam karşımdaki sandalyeye oturdu ve göz kırparak gülümsedi.

Cebinden çıkardığı paketten bir dal sigara yakıp kahvesinden bir yudum aldı. Sigara paketini bana doğru uzattığında başımı sallayarak "İçmiyorum." dedim.

Bir süre okul veya türlü konular hakkında muhabbet ettikten sonra sessizlik oluştu. Kahvem çoktan bitmişti, bardak hala sıcak olduğu için elimde tutup elimi ısıtıyordum. Cebimdeki telefonu çıkarıp saate baktım. Neredeyse bir buçuk saattir konuşuyorduk.

Jughead üçüncü sigarasını yaktığında, "Bu üç oldu." diye uyardım. Bana "Ee n'olmuş yani?" der gibi bir bakış attı ve tine almadan keyifle sigarayı içine çekti.

Bir süre sonra boğazını temizleyerek konuşmaya başladı, "Andrew'i neden takip ediyordun?" dedi. Merak ettiği her halinden belliydi ama sanki havadan sudan bir şey soruyormuş edasıyla konuşmuş, umursamaz görünmeye çalışıyordu. İlk defa bunu başaramamıştı.

"Takip etmiyordum..." dedim kısık sesle.

"Elizabeth," dedi. Ellerini masaya koyup bana doğru eğildi. "Sadece bir soru sordum. Senden isteğim cevaplaman..." Benim gibi kısık sesle konuşmuştu.

"Cevapsız kalma hakkımı kullanıyorum," dedim gülümseyerek. Sonra ayağa kalktım ve "Ben artık gideyim, geç oldu." dedim.

Omuz silkti. "İlla ki öğreneceğim." dedi muzip bir gülümsemeyle. Sigarasını küllüğe bırakıp o da ayağa kalktı. "Kaç sen..." dedi. Sırıttım.

Balkondan çıkıp küçük ve hoş döşenmiş salona girdiğimde sehpanın üzerindeki okul gazeteleri dikkatimi çekti. Aynı sayıdan fazlasıyla vardı. "Koleksiyon mu yapıyorsun?" dedim alayla.

Cevap vermeden hızla önümden yürüdü evin kapısını açtı. Paniklemiş bir hali vardı. Gözlerini kaçırıyor, derin derin nefes alıyordu. Ne olduğunu sormama fırsat vermeden, "Seni bırakayım." dedi.

"Gerek yok, kendim giderim." deyip yanına vardım.

"İtiraz kabul etmiyorum." deyip benden önce evden çıktı.

*

Neredeyse hiç konuşmadan yürüyerek evime ulaştık. Teşekkür edip kısa bir sarılma bahşettim. Bu sırada kokusunu içime çekmeyi ihmal etmedim, gerçekten çok güzeldi.

Veda edip eve girdiğimde annem, kapıda belimi çimdikleyip beni durdurdu. "O kimdi?" dedi muhtemelen Jughead'i kastederek.

"Kim kimdi?"

"Sarıldığın çocuk," dedi neşeyle. "Pek bir sırıtıktın. Yoksa sevgili yaptın da annene söylemiyor musun?" dedi dudaklarını bükerek. Çocuk gibi konuşup şirinlik yapıyordu. Gözüme çok sevimli geldi ve kendimi tutamayıp sarıldım. "Söylemez miyim yapmış olsaydım? O çocuk sadece arkadaşım, okuldan." dedim.

Annemle biraz sohbet ettikten sonra nihayet odama girdim. Yatarken burnumda hala Jughead'in kokusu, aklımda Andrew'in yüzü vardı.

İsimsiz Yazar|Bughead|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin