Still, I'm Your Dad

1.5K 162 12
                                    

Hoseok hıçkırığını tutmaya çalışırken söylendi. "Ağlama bebeğim,yeter artık!"

Jun susmadı aksine ağlamayı daha çok arttırdı. Hoseok ceketini almak için Elkie'nin yanından içeri uzanınca, bebek kollarını boynuna sardı ve "Appa!" diye bir çığlık koyvererek ağlamaya başladı.

Hoseok da onunla birlikte ağlamaya başlayınca bebek babasına iyice tutundu.

"Seni kimselere vermeyeceğim!"

"Hoseok. Hala bir şansımız var."

"Bundan hemen önce evlensek ne faydası olur Elkie? Belli olmaz mı?"

"Sen yine de bir düşün."

Hoseok ceketini düzeltip asansöre bindi.

Arabasına yerleştiğinde yüreğindeki korkunç ağırlık, benzersiz bir baş ağrısıyla birleşmişti.

Arabayı ilk şarampole yuvarlamasını engelleyen tek şey Jun'a olan sevgisiydi. Oğlunu Seorin'e bırakamazdı.

Mahkeme binasına ulaştığında kalbi parmak uçlarında atıyordu. Elleri terliyordu.

&&&&&&&&&&&&&&&&&&

Gece yarısı olmuştu bile. Eve gelen Hoseok, salonda tırnaklarını dişleyen Elkie'yle karşılaştı.

"Hoseok! Ne oldu?"

"Tek bir celseyle. Tek bir celseyle oğlumu benden aldılar Elkie. Biyolojik annesiyle olması onun için çok daha iyiymiş. Buna inanabiliyor musun?"

Salonda bir sessizlik oluştu. Elkie duyduklarını hazmetmeye çalıştı.

"Koşullar... Hoseok... İkiniz de yalnızdınız ve o... Yani... Tanrım. Bak. O da yalnızdı sen de. Bu anlamda ikiniz de dezavantajlıydınız. Senin çalışmaman bir dezavantaj olsa da, onun çocuğu sana terk edip gitmesi..."

Ayağa kalktı. "Mahkemelere inanmıyorum. Hiçbir zaman inanmadım. Eski sevgilim beni defalarca dövdüğünde, hiçbir şey yapmadılar. Onu haklı buldular. Dünyanın neresinde olursa olsun, adalet sistemi denen şey kocaman bir yalandan ibaret!"

Sabah Jun çok neşeli olarak uyanmıştı. Hoseok onu yeni aldığı yürütece bırakmıştı.

Televizyonun karşısında bir sağa bir sola geziniyordu. Hoseok ise yukarıda, Jun'un odasındaydı.

Baştan ona bir beşiği bile çok görürken, sonraları bir oda bile yapmıştı. Her şeyi özenle seçmişti.

O küçücük kıyafetleri, şimdi ağlayarak önünde oturduğu mavi-beyaz çekmeceye,özenle katlayarak yerleştirmişti.

Çekmeceleri açtı. İçinden kıyafetleri alıp bavula yerleştiriyordu. Tüm kıyafetleri, bir kez kokluyor, daha sonra bavula koyuyordu.

Jun'un en çok giydiği, tavşan kulaklı polar hırkasını, yıldız desenli tişörtünü, ve bir tane pijamasını bıraktı çekmecede. Oğlunu özleyince napardı? Nasıl idare ederdi?

Önceden hiç ağlamazdı Hoseok, ona göre ağlamak hep çok gurur kırıcı, küçük düşürücüydü.

Ama şimdi kendini tutamadan ağlıyordu. Tek oğlu, ellerinin arasından kayıp gitmişti. Tüm hayatı baştan aşağı değişmişti.

Bavul hazır olunca aşağı indi.

Önce Jun'u yürüteçten aldı. Sonra koltuğa oturdu.

"Seni bırakmayı ben istemedim. İnan bana bir şansım olsa seni kimselere vermezdim biliyorsun değil mi? Başta sana zarar verecek bir yaşam tarzım vardı.

Sonra değiştim oğlum, senin için değiştim. Ve bu beni hiç üzmedi. Dolu dolu bir hayat yaşadım seninle.

Tek istediğim seninle yaş günlerinde,mezuniyetinde,ilk kelimende,ilk adımında,birinci sınıfa başladığında,bana en çok ihtiyaç duyduğun herhangi ve her anda yanında olmaktı. Daha senin sevgilinle tanışacaktım,belki evlendiğinizi görecektim, neler neler... Bunlar gerçekleşmedi. Her dilek, gerçekleşmiyor.

İleride ne olursa olsun tek bilmeni istediğim, seni bırakmayı ben seçmedim. Bu yasal bir karar ve inan illegal bile olsa bir yolu olsaydı. Ben yine onu seçerdim.

Jun-ah. Sen benim bu saçma sapan hayatta sahip olduğum en değerli şeysin. Ne olursa olsun ben hala senin babanım ve inan tüm hafta sonlarını birlikte geçireceğiz. Senin için her şeyden feragat edebilirim, inan bana.

Bu kaydı sana 18 yaşına geldiğinde göndereceğim. O zamana kadar benden nefret etme olur mu?"

Uzanıp ses cihazının kaydetme ve kapatma tuşlarına bastı.

O sırada kapı çaldı.

Gidip açtığında Seorin içeri girdi.

Hoseok'un ağlamaktan şişen gözlerine inat,kadının yüzünde muzafferane bir gülüş vardı.

"Eğer oğlumu üzdüğünü görürsem ya da duyarsam... Onu kaçırırım, Tanrı şahidim."

"Hak eden kazandı Hoseok. Ağlayıp bağırmanın ne faydası ne de anlamı var. Ben Jun'un annesiyim."

"Anneymiş! Onun çıkardığı seslerden ne istediğini bile anlamazsın sen!"

Seorin cevap vermeyip Jun'u kucağına aldı. İşte o zaman kıyamet koptu.

Sessiz duran Jun çığlığı kopardı.

Ellerini aynı Namjoon'un onu götürdüğü gün olduğu gibi babasına uzatıyor,onun kucağına gitmek istiyordu.

'Beni bırakma,' der gibi bakıyordu.

Hoseok elinin ısırıyordu. Seorin, bebek hala deli gibi ağlarken onu alıp götürdü.

Hoseok bebeğin çığlıkları tamamen duyulmaz olduğunda elini ağzından çıkardı.

Ve dişleriyle elinin derisini parçaladığını fark etti.

&&&&&&&&&&&&&&&&&&

Elkie boş bira şişelerini toplamaya başladı.

"Yeter Hoseok. Topla kendini. Jun'a ayyaş bir baba olmak istemezsin."

"Jun'un babası mıymışım?"

"Hoseok onun sadece velayeti gitti. Hafta sonları seni görebilir."

"Bana onu her hafta sonu göstermeme hakkına sahip. Ve bunu yapar da."

Elkie sessiz kaldı. Sessizliği bıçak gibi kesen şey, Hoseok'un telefonuydu.

"Ne var?"

"Bebek meselesi de ortadan kalktığına göre, şirketin başına geçecek misin?"

Oh!Baby || Jung Hoseok ✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin