Keyifli okumalar UKTELERİM!
Gizem'in Ağzından...
Sabah çok geç bir saatte uyanınca kendime küfürler yağdırmaya başladım. Gecenin geç saattlerinde uyuduğumdan mıdır nedir, gözlerim zombi bataklığı gibi çökmüş, ağzımdan sürekli esneme geçiyordu. Üstümü hızlı hızlı giyinip evden yardırarak çıktım.
Gece olanları aklımdan atıp okula doğru koşturmaya başladım. Şükürler olsun ki evim okula çok yakındı ve bu sayede kısa sürede varabilmiştim. Ama malesef ki hocalar derse çoktan girmişlerdi.
Gerilerek sınıfın kapısını çaldım. Benim en çok nefret ettiğim hoca, hocanın da en çok nefret ettiği öğrencisi karşılaşınca ikimizde belli etmemeye çalışarak yüzümüzü buruşturduk.
"Git izin kağıdı al." Dedi tükürürcesine. Elimle kol saatime baktım. Beş dakikadan aşağı olunca izin kağıdı almıyorduk ve ben sadece altı dakika geç kalmıştım! Sınıftakilerin moron bakışlarını -ki bu bakışları geç kalan herkese atıyorlardı.- umursamadan sınıftan çıkıp müdürün odasına gittim.
İzin kağıdımla birlikte yıkık dökük ve sıkık bir biçimde sınıfa geri dönerken Elif'i gördüm. Yüzünü dizine, sırtını da duvara yaslamış öylece duruyordu. Hemen yanına doğru koştum. Elini tutup, "Elif," diye mırıldandım. Sesimle birlikte irkilse de kafasını kaldırmadı ve öylece kaldı. Tekrar konuştum: "İyi misin?" Kafası dizlerine dayalıyken kafasını salladı aşağı yukarı. Zorla da olsa kafasını kaldırmaya ikna ettim.
Kimi kandırıyordu ki! İyi falan değildi. Ağlamaktan şişmiş gözleri, acı çeken gözbebekleri ve kızarmış yüzü bana gerçeği buram buram haykırıyordu. Soru sormadım, soramadım. İçimde ki ses "Yapma," dediğinden değildi, ne olduğunu tahmin ettiğimdendi bunu yapışım. Bir süre sessizce duvara doğru ağladı. Bu süre zarfında sınıfa girmeyi tamamen unutmuştum ama bunun bir önemi yoktu, onun yanında olmalı, acısına ortak olup omzumda ağlamasına izin vermeliydim.
"Yalnız..." Sesi kısık ve güçsüz çıkmıştı. Elleriyle gözünde ki yaşı silip tekrar fısıldadı güçsüzce. "Yalnız öldü."
Gözlerim acıyla yanarken kendimi ağlamamak için zor tutmuştum. Ben bile bu denli acıya boğulmuşsam, anneannesini tek sığınağı ilan etmiş Elif kim bilir neler düşünüyor, neler hissediyordu? Konuşmadan elimle kafasını omzuma yasladım.
"İstediği oldu işte. Yapayalnız öldü. Yanında ben olmadan..." Sesi boğuk çıkmıştı. Elimle saçlarını okşamaya başladım. Bunu aşacağını biliyordum, o güçlüydü. Biz beraber güçlüydük.
"Onun yanına gideceğim."
Kafasını kaldırıp bana baktı. Gözlerinde ki kararlılık içime bir enjekte gibi usulca yayılmıştı. "Yalnız öldü ama yalnız defnedilmeyecek. Onun yanında olmalıyım, öyle değil mi?" Bana bakıp cevaplamamı istedi, kafamı yavaşca salladım. Bu halde İzmir'e tek başına falan gidemezdi.
"Oraya tek başına gitmemelisin Elif." Omzunu silkti yavaşca. Bu süre zarfında ikimizde ayağa kalkmıştık. Elif'in sırtında ki çanta dikkatimi çekmişti.
"Zaten tek başıma gitmeyeceğim." Soran gözlerle ona baktım. "Ceyhun abi ile beraber gideceğiz." Kafamı salladım ama yine de içimde kuşku vardı. Onu ne kadar tanıyordu ki?
"Anladım, ne zaman gideceksin?" Diye sordum. "Birazdan." Diye yanıtladı beni. Şaşırsam da belli etmedim ve ona uzun süre sarıldım. Ayrıldıktan sonra yüzü daha iyi olmuş gibiydi.
"Gizem, bizimkilere söylersin olur mu? Telefonumu kapatacağımı söyle. Birkaç güne gelirim umarım." Telefonu çalınca açıp konuştu. Sonra vedalaştık o da ayrıldı. Tam o anda çalan zille gerilip sınıfa doğru koştum. Hoca çıkmaya yakın beni görünce sırıtıp elinde ki kağıdı salladı.
"İzin kağıdı almaya gönderdim, 35 dakika sonra geldin. Bu da tutanak. Derdini müdüre anlatırsın." Kadını hiç umursamadan yerime geçip kafamı sıraya yasladım. Elif'in anneannesinin öldüğünü nasıl haber edecektim bizimkilere bilmiyordum ama yapmak zorundaydım. Her teneffüs buluştuğumuz masaya gitmedim. Ömer ve Zelal'in işleri vardı o yüzden ikisi okula gelmemişti. Acaba diğerleri beni merak edip yanıma gelirler miydi?
Öylece yatmaya devam ederken kafama birinin fiske vurmasıyla başımı sinirle sövmek için kaldırırken Kübra ve Merve'yi görünce sakinleşmiştim. Tahmin ettiğim gibi yanıma gelmişlerdi. Hemen mutlu, hiç bir sorunu olmayan ve sürekli gülümser maskemi takındım yüzüme. Bu benim için 18 yılda daha kolay hale gelmişti. Artık hiçbir şey beni kolay kolay yıkamazdı.
"Oğlum bugün bizim nufüs sayısı baya düştü. Zelal'le Ömer zaten yok. Elif'in sınıfa gittik. Geri gitmiş okuldan. Sen desen aşağı bile inmiyorsun. N'oluyor ya?" Merve'nin yakınmasıyla Kübra'da kafasını salladı. Bugün Kübra'nın yüzünden eksik etmediği gülümsemeyi söndüreceğim için kendimden tiksinsem de söylemeliydim, zorundaydım.
"Kızlar okul çıkışı konuşmalıyız." İkisi önce birbirlerine sonra da bana anlamazca baktılar ama yorumda bulunmadılar. Onlar da gittikten sonra yalnız kaldım ve ağlamamak için dudaklarımı ısırmaya başladım.
Bu dünyada ölüm kadar acımasız bir acı var mıydı? Ölüm buydu işte, ardında binbir türlü pişmanlık, öfke ve acı bırakıyordu. Gidişler ve vedalar her zaman geride kalanlar için zor olmazdı elbet ancak yine de dayanma noktası incelenirdi insanın. Ve bizde şuan büyük bir sınava tabii tutuluyorduk.
Dersler hızla geçerken hiçbir şey dinlemiyor, ruhumu yavaş yavaş ele geçiren karanlığa karşı koyamıyordum. Bu kızlardan başka doğru düzgün konuştuğum kimsem yoktu ki, ne zaman anneme rahat rahat derdimi anlatabilmiştim? Ne zaman babam saçımı okşamış, bana 'neyin var?' Diye sormuştu? Peki ya Furkan? Aklıma o gelince gözlerim doldu. Ben onun için neler yapmamıştım ki? Okuldan kaçmıştım, aileme ve en önemlisi de dostlarıma karşı gelmiştim. Ben ona karşı bu kadar cömertken o bana karşı hep sertti. "Seni seviyorum." Bile demezdi.
Düşüncelerim adımın zikr edilmesiyle kırılan bir bardak gibi parçalara ayrılırken kafamı kaldırdım. Matematik hocası ve tüm sınıf bana bakıyordu. Gerilsemde belli etmeden öylece kaldım. Nesrin Hoca yanıma gelip elini omzuma koydu. "Gizem'ciğim iyi misin? Ruh gibi görünüyorsun." Ruh gibi görünüyorsun? Bu kadar kötü müydüm? Ancak maskemi düşürmedim ve hocaya karşı gülümsedim. "İyiyim hocam sağolun."
Öyle böyle okulun sonuna kadar gelmiştim. Yorgun, kırgın ve kesinlikle zor geçen bir günün sonuydu ve sonunda da kesinlikle kötü bir haber tellalcisi olacaktım. Herkes sınıftan çıkmıştı ama benim ayaklarım pelte kıvamına gelmiş vaziyetteydi, ne yerimden kıpırdayacak gücüm ne de konuşacak mecalim vardı. Öylece beyaz duvarla bakışırken Merve ve Kübra'nın içeri girdiklerini fark ettim. Onlar da artık benim halimi sezmişler ve felaketin haberini almak için gelmişlerdi. Suskunluğuma ortak olup farklı sıralara oturup öylece beklediler. Saniyeler dakikaları, dakikalar saatleri kovalarken ben hala suspuş olmuş, öylece bakıyordu. Sonunda pelte kıvamına gelmiş dilimi çözebilmiş ve zehirli kelimelerin akmalarına izin vermiştim.
"Elif'in anneannesi... Gülsüm Teyze, o öldü."
Merhaba CANLARIM,
Nasılsınız bakalım? Valla ben pek iyi olduğumu söyleyemeyeceğim. Bölümü yazarken kendi anneannem ölmüş gibi hissettim. -ki Allah onları bize bağışlasın ve sevdiği bir insanı kaybedenlerin de başı sağolsun- Ölüm zor bir durum ve kızlarımız büyük bir travma yaşadılar ve yaşayacaklarda.
Soru sormadan kısa keseyim, hepinizi bol bol kucaklıyorum! Ve son olarakta küçük bir not;
Gidişler ve Vedalar doğru değil.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UKTE
Teen FictionBeş dost... Hepsinin birbirinden farklı iç dünyası ve farklı bir yaşantısı var. Kırılan kalplerle mücadele etmeye çalışırlarken onları çok büyük bir çıkmaz sokak bekliyor olacaktı. Aşka direnecekler mi, yoksa diz mi çökecekler? Bu maceraya beraber...