Havalar çok soğuk. Gribim Taemin'in aldığı ilaçları kullanınca geçti, artık ölesiye öksürmüyorum. Arada bir yağmur yağıyor, gökyüzünü kasvetli bulutlar kaplıyor. Buradaki hayatıma alışmaya başladım. Nihayetinde burası da bir şehirdi. Çinli oda arkadaşım, Oya, Aslı ve Taemin ile güzel bir çevrem oluştu. Derslerde de farklı ülkelerden gelen insanlarla tanışıp sohbet ediyordum.
Sabah yine derse yetişmek için adımlarımı hızlandırdım. Kaldığım yurt kampüsün içinde ve dersliklere yakın olmasına rağmen her zaman bu koşuşturmayı yaşayacaktım. Derse gireceğim binaya geldiğimde asansör beklemeye başladım. On yedi katlı ve dışı camla kaplı bu görkemli bina üniversitenin normal dersliklerinden farklıydı. İkinci katı ile beşinci katı arasında derslikler bulunuyor; zemin katında market, kahve dükkanı, kırtasiye, banka; diğer katlarında ise dış ilişkiler birimi gibi çeşitli bölümlerin ofisleri yer alıyordu. Korece dersi dışında bütün derslerime bu binada giriyordum.
Asansör geldiğinde asansöre bindim. Tam beşinci katın tuşuna basacaktım ki zaten birisi basmış olduğu için tuşun ışığı yanıyordu. Tuşa doğru uzanan elimi geri çektiğim esnada gözlerim karşımdaki takım elbiseli gence takıldı. Yaşını kestiremiyordum. Ama yüzü olgun duruyordu. Ciddi ve kendinden emin duruşu vardı. Asansöre eksi birinci kattan binmiş olmalıydı. Elinde siyah çantasını tutuyordu. Kafası dik, kimseye bakmadan asansörün bir an önce istediği yere gelmesini beklediği belliydi. Gözleri çekikti fakat tanıdığım Korelilerin aksine yüzü farklı duruyordu. Dudakları kalemle çizilmiş gibi düzgün ve çekici bir yüz hattı vardı.
Birkaç saniye içinde onu böyle incelemiştim ki asansörün açılmasıyla kendime geldim. O önümden ilerlerken, fazla yaklaşmadan arkasından yürüyordum. Onun da benimle aynı yöne ilerlediğini fark edince şaşırdım. Sınıfın kapısını açtığında, aynı derse gireceğimizi anladım. Arkadan geldiğimi görünce bir an göz göze geldik, kapıyı kapatmadı. Bu derse kaçıncı gelişimdi? Kusmak için kendimi dışarı attığım gün de dahil hiçbirinde onu görmemiştim. Gelmişti de ben mi fark etmemiştim? Belki de kusmak için sınıftan çıktığım gün benden sonra girmişti derse.
Bu derse Oya ile birlikte girdiğimiz için onun yanına oturdum. İçimden gelen bir dürtüyle asansördeki gencin nereye oturduğunu anlamaya çalıştım. Bakmaya çalıştığımda, çekik gözleriyle buluştu gözlerim. Bu bir lahzalık bakışın ardından hemen kafamı çevirdim. Çantamdaki telefonu elime alıp sosyal medya hesaplarımı kontrol etmeye başladım.
"Bu hafta sunumlar başlıyor bildiğiniz üzere. Şimdi iki arkadaşımızı dinleyeceğiz."
Kaç saniye ya da dakika geçti bilmiyorum, ama profesörün sesi ile irkilip kafamı kaldırdığımda gözlerime inanamadım. Asansördeki genç, şimdi tam karşımdaydı. Masanın arkasına geçmiş, sunum yapacağı notları karıştırıyordu. Onu birden karşımda görmek içimde garip bir his yarattı. Yanındaki genç, projeksiyonu açıp sunumlarını ekrana yansıttı. Profesör, bu haftaki konu hakkında bilgilendirme yaptıktan sonra onları yalnız bırakıp önümdeki sıraya oturdu. Konuşmaya başladığında İngilizce aksanının ne kadar iyi olduğunu anladım. Sunum ilerlerken yüzündeki anlamsız ciddiyetini hiç yitirmiyor, kendinden emin konuşmasını sürdürüyordu. Yaklaşık yirmi dakika sunum yaptıktan sonra diğer kişi masanın arkasına geçti devam etmek için. Dersin sonuna doğru, sınıftan konu hakkında soru soran kişileri yine yüzündeki değişmeyen ifadesi ile yanıtladı, ders bittiğinde hemen sınıftan çıktı.
Masanın üzerindeki eşyalarımı toplarken Oya çoktan hazırlanmış, sırt çantasını takmıştı. Üzerinde kalın bir mont vardı ve uzun dalgalı saçları onun üstüne doğru dökülüyordu.
"Yurda mı gideceksin?" dedi gülümseyerek. "Evet" dedim."Hadi bekliyorum o zaman beraber gidelim" dediğinde hızlıca her şeyimi toparladım. Ceketimi giyerken "Sen bununla üşümüyor musun?" diye sordu. Bir yandan da eliyle ceketimin kalınlığına bakıyordu.
Üşüyordum aslında. Fakat gelirken fazla kalın bir şey getirmemiştim. "Havaların bu kadar soğuk olacağını düşünmemiştim" dedim.
Sınıftan çıkıp koridorun ortasına geldiğimizde Taemin'le karşılaştım. Gülümseyerek "Sen ne zaman geldin?" diye sordum.
Koridorun ortasındaki cam odayı işaret edip "Dersten sonra biraz çalıştım şuradaki çalışma odasında. Yemeğe gidecektim, senin de dersinin biteceğini hatırlayınca bekledim" dedi.
Oya, "Bekleyenin de varmış" dedi Türkçe, imalı bakışlarla. Neyse ki Taemin anlamıyordu.
"Beklemene sevindim Taemin" dedim. Oya'yı da Taemin'le tanıştırdım.
Ardından hep birlikte asansöre bindik. Dışarı çıktığımızda buz gibi esen rüzgar bütün vücuduma işledi. Bu ara havalar hep böyleydi... Taemin birden ceketimin şapkasını kafama örterek "Niye daha kalın bir şey giymedin?" dedi.
"Havaların kısa sürede ısınacağını söylemiştin, o yüzden getirmedim" dedim.
"En azından bir tane kalın mont getirmeni söylemiştim ama..."
Taemin, üniversitenin kafeteryasında yemek yemek için yanımızdan ayrıldığında Oya içinde tuttuğu her şeyi dökmek için bir zaman buldu.
"Bu çocuk sana bebek gibi davranıyor" dedi küçük bir kahkaha atarak. "Şapkanı örtüyor falan..."
"Üniversite görevlendirdi onu benim için, sizin de var" dedim masum bir serzenişle.
"Valla benim için görevlendirilen çocuk hiç sınıftan çıkmamı beklemedi. Hem böyle bir görevleri de yok."
Gülmeden edemedim. Bu yabancı ülkede her zaman yanımda olan birisi vardı ve bu benim de hoşuma gidiyordu. Birden Oya'nın sınıftaki sunum yapan genci tanıyabileceğini umdum. Çekinerek de olsa "Oya" dedim. Dinlediğini belli eder bir şekilde başını salladı.
"Sınıftaki o çocuğu tanıyor musun?" Bir an anlamayan gözlerle bana baktı.
"Hangi çocuğu?"
"İki kişi sunum yaptı ya bugün. İlk konuşan, üzerinde siyah ceketi olan..."
"Bak sen, dikkatini mi çekti?" dedi alaycı bir ifadeyle. Sadece gülümsedim. "Yok tanımıyorum" diye devam etti.
"Ben ilk defa gördüm onu bu derste, nasıl sunum yaptı bugün anlamadım."
"Bence gelmiştir daha önce. Ama inan çıkaramadım." Belki de gelmişti ve ben fark etmemiştim dediği gibi.
"İlk derste öksürerek çıkmıştım sınıftan. O gün benden sonra mı girdi acaba?"
"Cidden hiç hatırlamıyorum" dedi.
Yurda geldiğimizde ben yemekleri kontrol etmek için zemin katta bulunan yemekhaneyedoğru ilerledim. Oya ise odasına çıktı. Yemekte, Kore'de kaldığım süreçte yemekhanede her gördüğümde gözlerimden kalp çıkmasına neden olan ebi tempura ve tofu çorbası vardı. Kimçi ve Kore pilavı sabah, öğle, akşam ayırt etmeksizin hep menüde bulunuyordu. Dizilerde gördükçe yemek için meraklandığım kimçi'yi sonunda denediğim için mutluydum. Tuzsuz ve lapa bir kıvamı olan pirince tuz dökmeden yiyemiyordum. Ben ona tuz dökerken Korelilerin bana garip bakışlarına da alışmıştım.
Yemeğin ardından odama çıktığımda derslerde işlediğimiz konuları kontrol etmeye başladım. Daha şimdiden gelecekte yapacağımız ödevler, sunumlar belli olmuştu... Kontrolü elden bırakırsam bir daha yakalayamazdım.
Ebi tempura, harca bulanıp tempura usulü kızartılmış karides.
Uzak Doğu mutfağında yaygın olarak kullanılan tofu, soya fasulyesinden elde edilmektedir ve görünüş olarak beyaz peyniri andırır.
Kimçi(김치), geleneksel bir Kore yemeği olup Kore mutfağının vazgeçilmezidir. Ana maddesi napa lahanası olmakla birlikte kırmızı biber, sarımsak ve fermente edilmiş çeşitli sebzelerden yapılan baharatlı bir yiyecektir. Kimçi'yi Kore'de her öğün sofrada görmek mümkündür.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kore'de İlkbahar I KİTAP OLDU
RomanceBu kitabı yazmaya karar vermeden önce Güney Kore'de bir bahar geçirdim. Kore'de ilkbaharın renkli festivallerine, etrafını bahar çiçeklerinin sardığı geleneksel tapınaklara gittim. Incheon, Seul, Daegu, Busan arasında trenlere bindim... Busan'da...