6

1.8K 257 682
                                    

Odada geçirdiğim saatlerin sonunda Taemin aradı. Dersinin bittiğini yazmıştı ve benim ne yaptığımı soruyordu. Korece çalıştığımı söylediğimde kafede bana Korece çalıştırmayı teklif etti, hemen kabul ettim. Normal derslerimin dili İngilizceydi.Korece öğrenmek için de temel seviye Korece dersi alıyordum. Hazırlanıp dışarı çıktığımda, yurdun önünde beni bekliyordu.

"Merhaba" dedi Türkçe, tatlı bir aksanla. Ona öğrettiğim Türkçe kelimeleri kullanıyor olmasına seviniyordum. Dışarıda yine buz gibi soğuk rüzgar esiyordu. Yurdun önündeki yokuşu çıkarken "Kışı hiç sevmiyorum" dedim.

"Şu an kışta sayılmayız, bitiyor az kaldı" dedi.

"Bu kış değilse, kışın nasıl olur bu hava hayal edemedim" dedim gülümseyerek.

"Ben kışı severim ama" dedi. "Kışın giydiğim kabanlarla daha yakışıklı görünüyorum." Gülümseyerek ve yüzüne komik bir ifade ekleyerek söylediği bu cümleye güldüm bir süre.

"Yazın Daegu çok sıcak oluyor, benim vücudum kışın bile sıcak, yazı geçirmek çok zor oluyor o yüzden" diye devam etti.

"Ben de ilkbaharı çok severim" dedim.

"Nisanda başlayacak ilkbahar. En sevdiğin mevsiminde bu ülkede olmana sevindim" dedi gülümseyerek. Haklıydı.

Kampüsün içindeki öğrencilerin her biri sırt çantalarıyla farklı yöne gidiyordu. Kimisi evine gitmek için otobüs durağına, kimisi yurduna, biraz daha şanslı  olanlarsa arabasına doğru yürüyordu.. Sanırım bütün dünyadaki öğrencilerin telaşı aynı... Yavaş yavaş ezberlemeye başladığım yoldan ilerleyip kampüsten çıktık. Bir süre ana yoldaki arabaların durmasını bekledik ve karşıya geçtik. Ara sokaklarda yürüyerek seveceğimiz bir kafe aramaya başladığımızda, çok da uzaklaşmadan gözümüze kestirdiğimiz Compose adlı kafeye girdik. Siparişimizi verdikten sonra üst kata çıkıp bir masaya oturduk. Kafe, ders çalışmak için biraz gürültülüydü aslında. Birkaç masa ötede dört kişinin oturduğu masadan bir hayli ses çıkıyordu. İnsanların anlatmak için heyecan duyacağı şeylerin olması ne güzel diye düşündüm... Taemin hazır olan kahveleri almak için gittiğinde, Korece konuştukları için anlayamıyor olsam da kulaklarımı onların sohbetine verdim.

Geri döndüğünde kahveleri masanın üzerine koydu ve yanıma oturdu. Sevinçle sıcacık kahvemden bir yudum aldığımda, "Hadi çıkar bakalım Korece kitaplarını" dedi gülümseyerek. Hocanın derste verdiği ve doldurmamızı istediği kağıtları çıkardım ve Hangıl'ı çalışmaya başladık.

Ben karakterlerin telaffuzunu söylerken o, doğru olduğunu belirtir ifadelerle nazikçe başını sallıyordu. Dudaklarımdan yanlış bir şey döküldüğünde bunu yine kibarca düzeltiyordu. O esnada karakterleri yazdığım kağıda baktı, "Bunu yanlış yazmışsın" dedi.

Kağıdın üzerinde işaret parmağını koyduğu karaktere baktım. "Hayır, doğru" dedim.

Eline kalemi alıp "Sol tarafa değil, harfin yönü sağ tarafa bakacak" dedi. Bunu söylediğinde telaşla defterimi ve notlarımı karıştırmaya başladım. Dediği doğruydu, yanlış yazmıştım. Korece'de ㅌ karakteriyle ifade edilen T harfini uzun bir süre tersten yazacaktım. Aslında bu karakterin yazılışı Türkçe'deki E harfinin neredeyse aynısı olmasına rağmen, neden sürekli ters yazdığıma da anlam veremiyordum.

"Benim Koreli olduğumu unutuyorsun" dedi gülerek. Haklıydı... Ters yazdığım harfi silip yeniden yazarken "Tamam öğretmenim" dedim gülümseyerek.

"Sanırım yakında gerçekten öğretmen olacağım."

"Anlamadım?" dedim.

"Bir ortaokul öğrencisine matematik öğreteceğim."

Şaşırdım. "Derslerini etkilemeyecek mi?" diye sordum.

"Haftada sadece iki gün, bir buçuk saat sürecek."

 Bana babasının iyi bir şirkette çalıştığını söylemişti. Annesi de çalışıyordu. Bu yüzden onun iş bulmasına biraz anlam verememiştim.

"O zaman sevindim, matematiğin iyi öyleyse."

"Tabii ki, senin arkadaşın bir dahi" dedi kocaman gülümsemesiyle.

"Hiç de mütevazi olmayan bir arkadaş" diye onun da duyacağı şekilde mırıldandım. Fakat gülmeye devam ediyordum. Taemin kısa sürede çok yer etmişti hayatımda. Şakacı, nazik, düşünceli, saygılı, şefkatli ve korumacı bir tavrı vardı. O, bu ülkede ihtiyacım olan her şeyin kaynağıydı. Ben yıllardır yaşadığım ülkemde bile onun gibi bir erkekle karşılaşmamıştım.

Ödevimi bitirdiğimde, ara sınavlardan sonra gitmeyi planladığımız yerler aklıma geldi. Türkiye'deyken ona Kore'de gitmek istediğim her yeri heyecanla söylemiştim, bu mekanları genelde Kore dizilerinden görüyordum. Taemin bilgisayarını hiç yanından ayırmazdı, çok hafif olduğu için onu taşımanın zor olmadığını söylemişti.

"Bilgisayarın yanında mı?" diye sordum çocukça bir neşeyle. Hemen çantasındaki bilgisayarını çıkardı. "Seul'de, Busan'da gideceğimiz yerlere bakalım mı?"

Bunu söyleyince onun da gözlerinde mutluluk belirdi. Seul'deki Namsan Kulesi'ni, Han Nehri'ni; Busan'daki Haeundae Plajı'nı ve BM Anıtsal Mezarlığı'nda vatandan kilometrelerce uzakta yatan şehitlerimizi ziyaret etmek istiyordum.

 Taemin kafenin internetine bağlandıktan sonra, gitmek istediğimiz yerlerin fotoğrafını açıyor; bir yandan orada ziyaret edebileceğimiz diğer yerlere, bir yandan da nerede ne kadar kalmanın yeterli olduğuna değiniyordu. Kahvemizi içerek yaptığımız bu sohbette onun her anlattığını heyecanla dinliyordum.

Seul'de ve Busan'da gideceğimiz yerler hakkında küçük planlar yaptıktan sonra, kahvelerimiz bitmişti. Saat sekiz buçuğu geçmişti. Karanlık şehri ele geçirmiş olmalıydı. Kafeden çıkmaya karar verdik. Beni yurdun önüne getirdi ve kendisi de evine gitti.

Odama geldiğimde Çinli oda arkadaşım masasının başındaydı. Bir yandan bilgisayarıyla bir şeyler çiziyor, bir yandan da masanın üstüne dik bir şekilde yerleştirdiği geniş ekran beyaz tableti ile Kore dizisi izliyordu. Çikolata kutuları, defterler, kozmetik ürünleri, lens kutusu, tableti, siyah bilgisayarı ve yine elinin altında tuttuğu telefonu ile onun farklı bir dünyası vardı sanki o masada... Benim odaya girdiğimi fark edince hemen gülümsedi.

Üzerimi değiştirdikten sonra Whatsapp'tan annemi aradım. Onu neredeyse her akşam arıyordum. Kore'de saat Türkiye'den altı saat ileri olduğu için ben uyandığımda annem uyuyor, uyuduğumda ise annem uyanık oluyordu. Bu yüzden konuşmak için zamanı denk getirmek zor oluyordu bazen.

Telefonu kapattığımda Çinli oda arkadaşım masasından kalkıp elinde tuttuğu küçük paketile yanıma geldi. Ben ona sürekli Çinli oda arkadaşım desem de  onun bir adı vardı; Meijuan. Güzel elleriyle elinde tuttuğu paketi bana uzatıp, "Küçük bir hediye" dedi. Biraz şaşırdım fakat bana uzattığı paketi alıp hemen açtım. İçinden gümüş rengi, ortasında bordo küçük yuvarlak detayı bulunan, çevresi işlemeli güzel bir kolye çıktı. Yatağımdan kalkıp sarıldım kendi güzel kalbi ondan güzel olan Çinli oda arkadaşıma.

*Hangıl(한글), Joseon Hanedanlığı dönemindeki Kral Sejong(1397-1450) tarafından oluşturulan Kore alfabesidir. Hangıl, on dört sessiz harf (ㄱ ㄴ ㄷ ㄹ ㅁ ㅂ ㅅ ㅇ ㅈ ㅊ ㅋ ㅌ ㅍ ㅎ) ve on sesli harften (ㅏ ㅑ ㅓ ㅕ ㅗ ㅛ ㅜ ㅠ ㅡ ㅣ) oluşmaktadır. Hangıl 24 harfin kombinasyonundan oluşur ve çok fazla sesi ifade edebilen özelliğiyle bilimsel açıdan ileri düzey bir alfabe olarak değerlendirilmektedir. UNESCO her yıl dünyada cehalete karşı önemli katkılarda bulunan insanlara 'Kral Sejong Okuryazarlık Ödülü' vermektedir. (Kore gerçeği: Kore'nin Dünü ve Bugünü, s.41)

Kore'de İlkbahar I KİTAP OLDUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin