Sabah uyandığımda derse gitmek için hazırlanmaya başladım. Üzerinde kahverengi ve zümrüt yeşili renklerinde desenleri bulunan elbisemi giyip odamdan çıktığımda Çinli oda arkadaşım hâlâ uyuyordu. Kahvaltıya inersem dersi kaçıracağım için yurdun zemin katından meyveli süt satın aldım. Ders bitene kadar açlıktan bayılmak istemiyordum. Sarı bir şişenin içindeki süt çok şirin duruyordu şüphesiz.
Derse gireceğim binaya doğru yürürken, huzurlu hissediyordum. Kampüsün etrafındaki ağaçlardan dökülen yapraklar turuncuya boyamıştı etrafı. İlkbahar çiçekleri nisanda açmaya başlayacak; pembeye, beyaza, maviye, yeşile boyanacaktı etraf..
Sınıfa girdiğimde, bir süre sonra Heesoon geldi. Sınıfın arka tarafında bir sıraya yürüdü. Yüzü, Kore dramasındaki bir başrol karakteri andırıyordu adeta. O yüzden olsa gerek dikkatimi çekiyordu. Onun ardından profesör geldi ve bu derste grup çalışması yapacağımızı söyledi. Herkese içinde bir kelime yazan kağıt dağıtıyor, kağıdında aynı kelime yazan kişiler birbiri ile grup arkadaşı oluyordu. Bana verdiği kağıdı açtığımda, benimle aynı kağıda sahip olan kişilerin kim olduğunu bulmam gerekiyordu. Herkes birbirine kağıdında ne yazdığını soruyor, grup arkadaşını buluyordu. O esnada yanıma yaklaşan genç ile aynı grupta olduğumuzu öğrendim.
"Ben Donghyun" dedi. Uzun yüz hattına ve beyaz bir tene sahipti. Gruplar üç kişilikti. Bir süre sonra Heesoon'un bize doğru yaklaştığını gördüm. Yanımıza geldiğinde Donghyun'a Korece bir şeyler sordu. Aynı gruba düştüğümüzü anladığımda çok şaşırdım. Hemen sol tarafımdaki sıraya oturduğunda yüzünü bana doğru döndü. Donghyun onun yanında, ben de ikisinin karşısındaydım. Grup çalışması yapacağımız için sıraları biraz daha birbirlerine yaklaştırdıklarında, dizlerim onun dizlerine değecekti sanki.
Profesör grup çalışmasında neler yapacağımızı açıklıyordu. Sonra yanımıza gelip her gruba dört-beş sayfası bulunan kağıtlar verdi. Endişeli gözlerle profesörü anlamaya çalışırken ellerimin içinin terlediğini hissediyordum. Heyecanlı ve stresli olduğum anlarda çoğunlukla böyle olurdu. Profesör konuşmasını bitirdikten sonra her grup birbirleriyle çalışmak üzere kendilerine döndü. Lakin bu profesörün İngilizce konuşması beni biraz zorluyordu, ne yapacağımızı tam anlamamıştım. Donghyun "Hadi başlayalım" dediğinde, ne söyleyeceğimi bilemedim. Heesoon da ne yapacağımızı pek umursuyor gibi durmuyordu.
"Ben ne yapacağımızı aslında çok anlamadım. Profesörün söylediklerini çok kavrayamadım" dedim.
O an Heesoon bana doğru eğildi. Elleriyle sırtımı okşayarak "Endişelenme, ben halledeceğim" dedi. Neler duyuyordum? Sırtımda birkaç saniye içinde gezdirdiği elini çektiğinde, uçağın gökyüzüne ilk havalandığı sırada olduğu gibi boşluk ve heyecan hissine karışık bir ürperme yaşadım.
Profesör sınıfta yabancı öğrencilerin bulunduğu ve dersin dili İngilizce olduğu için Korece konuşulmaması konusunda uyarı yapmış olsa da, Heesoon kimi zaman Donghyun ile Korece bir şeyler konuşuyor, sonra bana dönüp İngilizce olarak açıklıyordu. Bir yandan sütümü içerken elimdeki kağıda çıkardığımız fikirleri yazıyordum.
Ders bittiğinde, profesör haftaya grup çalışmasına devam edeceğimizi söyledi. Sıradaki eşyalarımı toplayıp yerimden kalktığımda, Heesoon'un bakışlarını üzerimde hissettim. Umduğum gibi hemen sınıftan çıkmamıştı. Hiç beklemediğim ilgi ile "Kahvaltı yaptın mı?" diye sordu.
Cevabımı beklemeden "Yemek yemeye gideceğim, gelmek ister misin?" diye devam etti.
"Tamam" dedim bir anda. Sınıftan birlikte koridora çıktığımızda, elimle lavaboların olduğu yeri işaret edip oraya gireceğimi söyledim. Lavaboda ders boyunca dudaklarımı ısırarak yemiş olduğum rujumu tazeledim. Yüzüme su serpip saçlarımı kontrol ettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kore'de İlkbahar I KİTAP OLDU
RomanceBu kitabı yazmaya karar vermeden önce Güney Kore'de bir bahar geçirdim. Kore'de ilkbaharın renkli festivallerine, etrafını bahar çiçeklerinin sardığı geleneksel tapınaklara gittim. Incheon, Seul, Daegu, Busan arasında trenlere bindim... Busan'da...