Karanlıktır gece. Örtücüdür. Tüm suçları sildiği gibi tüm masumlukları da siler yeryüzünden. Yanıltıcıdır. Bazen ilkleri, bazense sonları olur birçok şeyin. Mamafih insanların ervahına (ruhlarına) en çok dokunan da gecedir.
Bir insan ağrâzı (arzuları, istekleri) uğrunda kendi canını hiçe sayabilir miydi? Hilal saymıştı. Din için, devlet için, millet için yapmıştı bunu. Bu uğurda canı mühim değildi asla. Kurtuluş için, toprakları için yüz canı olsa, yüzünü de gocunmadan feda ederdi. Çünkü hürriyeti en kıymetli şeyiydi hayatta. Babası öyle öğretmişti ona.
Gören gözleri doya doya izleyemeyecekse güneşi, ayı, yıldızları, ağaçları, güzel Ege Denizini... ne anlamı vardı görmenin?
İşiten kulakları işitemeyecekse kuş cıvıltılarını, sadece silah seslerini, acılı anaların feryatlarını duyacaksa ne anlamı vardı duymanın?
Barut kokusunu içine çekmekle çiçek kokusunu içine çekmek bir olur muydu hiç?
Kalem tutmayan ellerin silah tutması neye yarardı?
Daha yeni kapatıldığı bu soğuk, rutubetli nezaretin demir bankında oturmuş bunları düşünüyordu genç kız. Bileğindeki sızlamayı fark etti. Gömleğinin kolunu yavaşça kaldırdığında, bileğini sıkan yunan askerlerinin parmak izlerini gördü. Acıyla gülümsedi. Muhtemelen bir merhem sürmeden ve buz koymadan ne acısını alabilirdi ne de şişmesini önleyebilirdi. Acısı fazlaydı. Düşündü Hilal, memleketi sevmek işte bu denli acıtmaz mıydı insanın canını? Bununla eş hatta daha kudretli bir acı kat'â olamazdı. Sonunu biliyordu. Son, onun için hiç olmadığı kadar an-karibin (yakın vakitlerde) olduğunun farkındaydı. Lakin içinde bir gram pişmanlık yoktu.
Vatanı için şehadet şerbetini içecekti. Bundan daha büyük bahtiyarlık (mutluluk) olur muydu hiç?
*
Kapıyı çalan Albay Cevdet oldukça gergin hissediyordu. "Gel." sesiyle birlikte içeri girdi ve "Kumandan." diyerek selamladı Vasili'yi. Vasili elinde bir kağıt, konuşmaya başladı. "Albay Cevdet, kızınız Hilal küçük hanım ve Mehmet denen bir isyancı bu kağıtların bulunduğu yerde tutuklandılar. Cephanelerin olduğu hangarın krokisi. Bir diyeceğiniz var mı?"
"Hilal'in bu konuyla en ufak bir ilgisi olamaz kumandan! Hem teğmen Leon eşlik etmişti ona eve kadar. Öyle değil mi teğmen?" diyen Cevdet gözlerini Leon'a çevirdi. Genç adam albayın, kızının canıyla sınandığı için gözlerindeki gerginliği somut bir şekilde seçebiliyordu. Lakin bir askerdi. Mantıklı davranmalıydı. Merhamete yer yoktu burada.
"Öyle lakin patlama anında hangarda olmaması, patlamayla bir alakası olmadığı anlamına gelmez." dedi genç adam. Albay Cevdet derin bir nefes aldı. "Haklısınız teğmen mamafih, bu kağıtlarla aynı yerde bulunması da patlamayla bir alakası olduğu anlamına gelmez." Vasili olaya müdahale etti. "Patlama esnasında orada olsa da olmasa da kızının zaten bir isyancı olduğu aşikâr. Böyle bir suçun da affı mümkün değil. Leonidas, sen çıkabilirsin." Cevdet derin bir nefes aldı. Leon selam verip odadan çıktı. "Kumandanım lakin mesele çok ayan, fazla ayan. Bizi birbirimize düşürmek isteyenlerin bir oyunu bu. Kızımın bu konuyla alakası olmadığına eminim." Vasili ellerini arkasında birleştirdi ve ağır ağır yürüdü odada. "Demek bu kadar eminsin Cevdet. O halde kızını Leon ile evlenmesi için ikna et. Onun için tek kurtuluş bu." Cevdet kaşlarını çattı.
"Kumandan, kızım henüz küçük ve müslüman. Bir müslüman ile hristiyanın evlenmesi hoş karşılanmaz buralarda." dedi gerginlikle Cevdet. Hilal'i tanıyordu. İşgalci bir Yunan ile evlenmektense kendi canını kendi alırdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AĞRÂZ
Fanfiction"Ne fark eder? Ha boynuma urgan geçmiş, ha parmağıma yüzük... ikisi de hayatımın ellerimden akıp gitmesine sebebiyet veriyor. Bu yolun bir çıkışı yok, teğmen. Her iki hususta da, ben zaten ölüyüm."