Leon'da Hilal'de bütün gece yatakta konuşmadan günün aymasını beklemişti. Leon Hilal'in Halit İkbal olmasına hem inanamıyor hem de mantıklı düşündüğünde bu işin hakkından yalnızca onun geleceği hakikatiyle yüzleşiyordu. Hilal ise sırrını babası haricinde Leon'a açmanın huzuruyla iyi hissediyordu lakin genç adamın tepkisiz olması kendisini hayli ürkütüyordu. Yatakta birbirlerine sırt sırta dönmemişlerdi fakat yüz yüze de bakmıyorlardı. İkisinin de kendilerini dinlemeye ihtiyacı vardı.
Günlerce, haftalarca aradığı, babası tarafından onun yüzünden hakaretlere uğradığı Halit İkbal'in Hilal olması genç adamı geriyordu. Halit İkbal yakalanırsa cezası infazdı. Ve işin özü, Leon bir kez daha Hilal'in ipten alınmasına mani olamazdı. Gerginlikle verdi soluğunu. Lakin aklına Halit İkbal'in yazısı düştü tekrar. "Bir insanı sevmeyi bilmeyen memleket sevdasını bilmezmiş." yazmıştı Hilal yazısında.
Leon Hilal'e tesir ediyordu. Bunu Hilal'in günden güne yumuşayan hareketlerinden, yavaş yavaş törpülenen sivri yanlarından ve laflarından çıkarıyordu Leon. Lakin yazıyı okuyunca çıkarımından emin olmuştu. Sadece insanların görebildiği, erişebildiği huy ve hareketlerine değil Hilal'in düşüncelerine de tesir ediyordu. Gözleri duvardaki saate baktığında karargaha gitme vaktinin geldiğini anladı Leon. Yavaşça kalktı yataktan.
Gömleğini üzerine geçirirken Hilal'in sesini işitti kulakları. "Leon... karargaha mı gideceksin?" sorusuna karşılık genç adam düğmelerini iliklerken yatağa, Hilal'e doğru döndü. "Evet." dediğinde Hilal de yatakta oturur vaziyete geldi. "Şey, Haydar abinin cenazesine el koydular ya... sen, bir şey yapabilir misin bu hususta? Onu bir müslümana yakışır bir şekilde defnetmek isteriz." diyen genç kızı dinlerken yakalarını kıvırdı. "Elimden geleni yapmaya çalışırım Hilal." dediğinde Hilal minnetle gülümsedi.
Leon yavaşça yatağa ilerledi. Hilal'in hemen yanına oturdu ve genç kızın küçük ellerini büyük ellerinin arasına hapsedip birkaç tane öpücük kondurdu. "Lakin Hilal, yakın bir vakitte Halit İkbal hakkında emir çıkacak. Bilhassa bu sıralar asla bir şey yazmamalı, basmamalı ve dağıtmamalı. Anlıyor musun?" diye sorduğunda Hilal kaşlarını çatarak Leon'a baktı. Elleri hala genç adamın elleri arasındaydı.
"Bilhassa neden bu sıralar?" diye sorduğunda Leon yutkundu. "Başbakan yardımcısı fazla katı. Göze çarpan bir şey yaparsa cezası infaz olur." Hilal başını iki yana salladı. "Bunu benden böyle bir vaziyette isteyemezsin Leon. Haydar abi öldü anlıyor musun? Sessizce unutulup gitmesine müsaade edemem! Etmem! O bayrak uğruna canını feda etti, bunu herkes bilecek!" Leon kaşlarını kaldırdı. "Hilal, bak şakası yok bunun. Laf dinle yoksa o yazıları yazan elleri kesip atarlar. Anladın mı?" dedikten sonra Hilal'in bileklerine bir iki tane öpücük kondurdu.
Hilal yavaşça çekti bileklerini. Ardından yatakta kaydı ve yan dönerek gözlerini kapattı. Leon arkası dönük yatan kıza bir süre baktı, ardından yavaşça kalktı ve şapkasını takıp odadan çıktı. Hilal kapı sesini duyar duymaz gözlerini geri açtı. Leon'u üzmek istemiyordu lakin içindeki Halit İkbal'i böyle bir zamanda bastıramazdı. Bastırmayacaktı da. Ayağa kalktı yattığı yerden ve çalışma masasının başına geçti. Dudaklarında dün geceden kalan Leon'un tadıyla yazmaya koyuldu cümlelerini.
Uyan bu gafletten İzmir. Uyan da dinle beni. Ben Çanakkale'de vatanı için yere düşenleri, kurşunun üzerine süngüyle gidenleri görmedim. Filistin'in toprağının kanla sıvandığına şahit olmadım. Lakin taşıdığı bayrak için gözünü kırpmadan ölenlerden birini bilirim. Ölürken gözünde korkunun zerresi olmayan birini. Siz bilir misiniz bu vatan evladının kim olduğunu? Sizin için öldüğünü bilir misiniz? Mümkün olsa bin kere daha ölmeyi göze alacağını... bilir misiniz sahi, bir oğlunu Çanakkale'de diğer oğlunu İzmir'de vatanın koynuna yatıran bir ananın evladı olduğunu... bilir misiniz? Doğmayacak çocuklarını, gözlerine bakmanın nasip olmayacağı zevcesini, hiç tadamayacağı huzuru vatanın da beraberinde götürdüğünü bilir misiniz? Size vasiyeti olduğunu bilir misiniz? "Kalkın beni uğurlayın!" diye feryat ettiğini..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AĞRÂZ
Fanfiction"Ne fark eder? Ha boynuma urgan geçmiş, ha parmağıma yüzük... ikisi de hayatımın ellerimden akıp gitmesine sebebiyet veriyor. Bu yolun bir çıkışı yok, teğmen. Her iki hususta da, ben zaten ölüyüm."