7

7.9K 413 234
                                    

Babası hain değildi.

"İnanmamıştım, doğruymuş! Sen..."

O, hain değildi.

"Dininden de mi döndün Binbaşı Cevdet?"

Albay Cevdet hain değildi.

"Sana tapardım ben... yazık!"

Hilal hızla iç çekti ve ağlaması şiddetli bir şekilde devam etti. Kordon'a gelmiş deniz havasını çekiyordu içine. Denizi izliyordu. Kafasını dinginleştirmekti gayesi. Kendine olan öfkesini dinginleştirmekti. Babası hain değildi. Babası... Elleriyle ağlamaktan ağrıyan gözlerini ovaladı bir süre. Aklına Kyria'nın sözleri düştü. "Küçükken ne zaman canı sıkılsa, kendini dinlemek istese ya da babasıyla kavga etse sahile gidip otururdu. Saatlerce denizi izlerdi." Anında denize baktı masmavi gözleriyle Hilal. İyi gelmesine ihtiyacı vardı. Denizin ruhuna, bedenine iyi gelmesine ihtiyacı vardı.

"Baba, ben güzel miyim?"

Tekrar doldu gözleri genç kızın. Hiçbir şeye sorgusuz sualsiz inanmayan Hilal, nasıl hüküm vermişti babasına? "Pek severim serçeleri narin olur pençeleri." diyen, kızının canını yakmaya korkan adama karşı nasıl bu denli gaddar olabilmişti? Yavaşça ayaklandı. Hastaneden koşarak çıkmış olmasıyla mütevellit üzerinde hala hemşire giysileri mevcuttu. Kimseye görünmeden üzerini değiştirmek istiyordu. Akabinde eve gidip ağlamak. Ağlamak istiyordu.

*
Genç kız çok şükür kimseye görünmeden üzerini değiştirmiş, eşyaları toplamış akabinde eve varmıştı. Konakta her zamankinden daha büyük bir koşuşturma olduğunu görüyordu Hilal. Ama bunun nedenini sorgulayacak kadar iyi hissetmiyordu kendini. Kyria ve yardımcılara selam verip odasına çıktı doğrudan.

Kapıyı kapattı ve kendini yatağına attı. Tepkisiz, kıpırtısız ve sessizdi. Tartıyordu her bir şeyi. Kendisiyle hasbıhal ediyordu. Kendini dinliyordu. Kendine sorular soruyordu.

Neden ailesine söylemiyordu? Bilmiyordu lakin, babası öğrenmelerini istese neden bu ızdırabı çekmeye razı olurdu ki? Bu yüzden söylememeliydi Hilal. Kendi içinde tutmalıydı. Hatta belki de bu sırrı mezara dahi götürmeliydi.

Peki ya babası... bir sefer daha gurur duydu Hilal, tıpkı eski günlerdeki gibi. Babası vatan için, muvaffak olabilmek için inanmadığı üniformayı taşıyordu üzerinde. O üniforma üzerinde olduğu müddetçe işittiği laflar, ailesinden gördüğü muamele elbette sıkıyordu canını lakin vatan sevgisi sayesinde gömüyordu her şeyi yaşlı yüreğine. Derin bir nefes aldı Hilal. Artık gömmek zorunda değildi. O vardı onun bu yüküne yoldaş olmak isteyen. Kızı, Hilal'i, serçesi vardı.

Hilal yorulduğunu hissetti. Güçsüz hissediyordu. Babasının yüzüne nasıl bakacaktı? Neler söyleyecekti? Albay Cevdet neler diyecekti Hilal'e? Genç kız yavaşça yatağın yanında duran komodine uzandı ve Rübab-ı Şikeste'yi aldı eline. Ne zaman canı sıkılsa, kendine kızsa, üzülse kitaplarda bulurdu bütün ilacını. Bir kaç dakika ya da saat de olsa dinlendirir, yatıştırırdı kendini.

Satırlarının çoğunun hatırında kol gezdiği bu kitabı okumaya daldı. Akabinde çalınan kapı ile başını kaldırmadan "Gir." dedi. Okumasına kaldığı yerden devam etti. "Küçük hanımı kitap okurken görmek ne hoş." diyerek beğenisini dile getirdi Leon. Aslında eksik kalmıştı kelamları. "Küçük hanımı benim seçtiğim kitabı okurken görmek ne hoş." demek isterdi. Başını yavaşça iki yana salladı genç adam ve yüzündeki tebessüm ile baktı Hilal'e. "Teşekkürler Leon." diyerek minnetini dile getirdi Hilal.

"Rica ederim, istersen kütüphaneme uğrayıp senin için başka kitaplar da bakabiliriz?" dediğinde Hilal kitaplara karışmanın, kafa dağıtmanın güze olabileceğini düşündü. Başıyla onayladı Leon'u. Başındaki eşarbı çıkarttı önce. Ardından paltosunu da yatağa bıraktı. "Seni takip edeyim..." diyerek Leon'a öncelik tanıdığında genç adam dişlerini göstererek gülümsedi. "Pekala." ardından odadan çıktılar ve merdivenlerden çatı katına çıktılar. Zaten yukarıda tek bulunan odanın önüne vardılar. Leon kilidi açtı ve kapıyı sonuna kadar açıp Hilal'in geçmesine izin verdi önce. Akabinde kendisi de geçip kapıyı kapattı.

AĞRÂZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin