Gözlerini açan ilk taraf Hilal oldu. Şu an hissettiği şeyler o denli farklıydı ki... sanki uçurumdan aşağı kendini bırakmış da içinde bir şeyler patlıyor, ona endişe ile harmanlanmış tuhaf lakin hissedilmesi pek kıymetli olan duygular yaşatıyor gibiydi. Hem heyecandan ne yapacağını bilmiyor hem de dudaklarını bir kez daha buluşturmak istiyordu Leon ile.
Biçareydi, kifayetsizdi, nefessizdi. İlk defa dokunmuştu dudakları bir başkasının dudaklarına. Ne garip bir histi bu? Karşısında zaten kısık gözlerini yavaşça açan adama gözlerini kırpmadan bakıyordu Hilal. Sadece nefes alıyorlardı. Dillerine ket vurulmuştu adeta.
Leon'un yüzünde tebessümün hayaleti dolanıyordu. Belki bir kızı öpmek onun için bir ilk değildi lakin aklına Hilal'in ona karşılık vermeye çalışması geldikçe kalbi duracakmış gibi hissediyordu. Aşina olmadığı bu his genç adamın sonu dahi olsa, karşı çıkmazdı Leon. Lanet etmezdi ya da üzülmezdi. Tek arzusu hayatı son bulmadan önce Hilal'in çıkıntılı ince üst dudağının tadına tekrar bakmak olurdu. Tek korkusu ise bir daha bu dudaklara erişemeyeceği olurdu.
Çiseleyen yağmurun yanında güçlü bir şimşek çaktığında Leon Hilal'i yavaşça kendine çekti. Gözleri gökyüzündeydi. "Hava daha kötü olacak, hadi gel gidelim." dediğinde Hilal kafasını salladı olumlu anlamda. Arkalarını döndüklerinde yalnızca Leon'un atı bağlandığı yerdeydi. Hilal bağlamadan bıraktığı at ortadan kaybolmuştu. Hilal'in kendi kendinde kızdığını yüzünden okuyan Leon, "Tamam sorun değil, hadi gel." diyerek Hilal'in kolunu nazikçe kavradı ve hafif hızlı adımlarla çiseleyen yağmur altında ata doğru ilerlediler. Leon atı bağladığı yerden çözdükten hemen Hilal'in ata binmesine yardım etti. Ardından genç kızın tam arkasında olacak şekilde bindi o da.
Az önce yüreklerinin, dudaklarının ve bedenlerinin ateşinde kavrulan iki ruh, yağmur altında hızla ilerlediler. Hilal bu kadar farklı hisleri birdenbire tanımış olmanın getirdiği mayışmışlıkla başını yavaşça geriye, Leon'un göğsü ile omuzu arasında bir yere yerleştirdi. Ardından kapattı gözlerini ve tüm kanının dudaklarında olduğunu hissetti. Bir kaç dakika öncesini an be an tekrar yaşadı sanki.
Leon ise bu beklemediği hamle karşısında şaşkınlıkla atını sürmeye devam etti. Dudaklarındaki his sanki tekrar can bulurken, Hilal'in eşarbın bile gizleyemediği saçlarından gelen kokuyu çekti içine. Aslında böyle sus pus gitmek istemezdi. Ona şiir okumak isterdi, güzel sözler söylemek... lakin dili tutulmuştu işte. Aklına getirdi o anı tekrar. Kızının dudaklarının tadı düştü damağına."Öyle kaybettim ki kendimi aşk içkisiyle, anlamıyorum dünya nedir? Ben kimim, saki olan kimdir ve içki kadehi nedir?" diyen Fuzuli'yi o kadar iyi anlıyordu ki... Derin bir nefes alıp bir kez daha çekti içine Hilal'in güzel kokusunu. Konağa doğru hızla sürdü atını.
*
Leon Hilal'i konağa bırakmış, ardından karargaha geçmişti. Genç kız mayışmış olmanın da etkisiyle kendini hızla odasına atmıştı. Kapıyı kapattığı gibi eli dudaklarına gitmiş, gözleri kapalı bir şekilde sürtmüştü parmaklarını dudaklarına. Akabinde üst dudağını Leon'un kendisine yaptığı gibi hafifçe çekiştirmişti. Hilal'in parmakları dudaklarından koparken, yüzünde bir gülümseme parıldadı. Gözlerini açtı ve önce eflatun renkli eşarbını ardından paltosunu yavaşça çıkartıp yerlerine yerleştirdi. Islak kıyafetlerini de kurularıyla değiştirdi. Akabinde evvelden kıyafetlerinin arasına sakladığı kağıda ilişti gözleri.
Bir süre durdu ve düşündü. Hislerini tahayyül edebildiğine kanaat getirdikten sonra kağıdı aldı ve katlarını açtı. Ardından masanın üzerine bıraktı ve kendisi de iskemleye yerleşti. Aktaanı mürekkep ile buluşturdu ve kağıda akıtmaya kaldığı yerden devam etti hislerini.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AĞRÂZ
Fanfiction"Ne fark eder? Ha boynuma urgan geçmiş, ha parmağıma yüzük... ikisi de hayatımın ellerimden akıp gitmesine sebebiyet veriyor. Bu yolun bir çıkışı yok, teğmen. Her iki hususta da, ben zaten ölüyüm."