Hilal yemek masasında biraz istirahat etmek istediğini beyan etmiş, yukarı çıkmak için Veronika'dan izin istemişti. Kyria izin verdiğinde ise odaya çıktığı gibi dün gece yazmaya başladığı yazıyı oradan almış katlayarak eşyalarının arasına saklamıştı. Aslında niyeti o yazıya devam etmekti lakin ne yazacağını bilmiyordu. Ama devam edecekti o yazıya. Muhakkak ki edecekti. Lakin şimdi yazması icap eden bambaşka bir yazısı vardı.
Sofrada Lütfü'lerin öğrenmesini istediği bilgiyi öğrenmişti Hilal. Vasili oldukça gergin bir şekilde karısına açıklamıştı bütün mevzuyu. Başbakan yardımcısı gerçekten de gelecekti ve bugün Nazilli Yunanlıların elinden kurtarılmıştı. Sevincini yüreğine gömdü Hilal. Yüreğine gömdüğü bu sevinçle içindeki Halit İkbal'i besledi bir süre. Vasili konuşmaya devam ederken de, Kyria'dan izin alıp doğru odasına çıkmıştı zaten.
Odanın kapısını kilitledi ve Leon'un çalışma masasına geçip yazmaya koyuldu.
"Nazilli'nin sesini duydun mu İzmir? Bugün bize 'İzmir'i bırakma, verme onlara!' dedi. 'Dökme yüzünü, kaldır göğsünü diren!' dedi. Onlar taarruz etmekten vazgeçmeyecek olsa da direnişi bırakma! 'Senin siperlerin kanından, bedeninden, nefesinden oluşur; vazgeçme!' dedi. Hiç ummadığın bir anda bitti dediğin de dahi inanmaktan vazgeçme! Çünkü inanç kurtarır bizi. Hürriyetin kapısı inançtan geçer. 'Uyan İzmir toprağını bırakma!' dedi."
Halit İkbal.
Yazıyı kuruması adına tekrar yatağın yanındaki çekmecenin içine yerleştirdi. Kapının kilidini yavaşça açtı. Ardından biraz istirahat etme isteğiyle yatağa girdi ve gözlerini kapattı. Lakin çok geçmeden geri açma mecburiyetinde kalmıştı.
Koskoca konak General Vasili'nin sesiyle dolup taşıyordu adeta.
"Kendinize gelin teğmen, Nazilli'yi bir nevi sizin yüzünüzden kaybettik! Planlı hareket etseydiniz, bunların hiç birini yaşamayacaktık! Nazilli hala bizim olacaktı." Bağırışına karşılık kaşlarını çattı Hilal. "Bab-" "General! General diyeceksin!" Diye düzelten General Vasili'nin sesine karşılık yüzünü buruşturdu genç kız. Oğlu ona baba diyecekti, anne diyecek hali yoktu zaar. Neden bu denli kızmış, düzeltmişti ki şimdi?
"Bunu yapmaktan vazgeç! Bir kez olsun babaymış gibi davran... bir kez!" Diyerek sesini yükseltti Leon. Genç adamın babasına bağırırken sesindeki çaresizlik Hilal'in içini titretmişti. "Emirlerim koşulsuz yerine gelecek teğmen. Bizim aramızda baba oğul değil, komutan asker ilişkisi var. Bunu zinhar aklınızdan çıkarmayın!" diyen Vasili'nin hemen ardından Leon'un korkutucu kahkahasını işitti Hilal. "Ne zaman baba oğul olduk?"
"Yeter artık Tanrı aşkına bağırmayın!" Kyria'nın sesinden sonra etrafta sükut hakim oldu. Ardından kapı açıldı ve gürültü ile çarpıldı. Hilal görmese bile Leon'un gittiğine adı gibi emindi. Elinde olmadan şu sorular yankılanmaya başladı zihninde. "Nereye gitti? Neden gitti? Ne yapacak? Peşinden gitsem yetişebilir miyim?" Ardından başını olumsuz anlamda salladı ve pencereyi izlemeye devam etti. Bir eli o farkında olmadan parmağındaki yüzükle oynuyordu.
Esir olmamak istedikçe, esir olduğunu hissediyordu. Ama itiraf etmenin sorumluluğu altında inkar etmek daha basitti gözünde. Hisleri neydi? Kendine bile açıklamakta güçlük çekiyordu. Açıklayamıyordu hatta. Leon'u beğeniyordu. Ki zaten aklı başında olan her kadın Leon'u beğenirdi. Beğenmesi değil, beğenmenin yanında oluşan hisler korkutuyordu gözünü. Henüz neyin oluştuğundan emin değildi lakin güven... divaneymişcesine güven duyuyordu Leon'a. Hatta kendinden bile daha çok güveniyordu. Bu konunun evrildiği nokta bile gerilmesine sebebiyet veriyordu. O, vatanı için deli olan genç bir kadındı. Ötesi... ötesi yoktu. Ötesi vardı. Yoktu ya da vardı. Ortaya çıkmaması için elinden gelen her şeyi yapacaktı. Yapmalıydı. Çalan kapıyla boğazını temizledi ve "Gir!" dediğinde Kyria içeri girdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AĞRÂZ
Fanfiction"Ne fark eder? Ha boynuma urgan geçmiş, ha parmağıma yüzük... ikisi de hayatımın ellerimden akıp gitmesine sebebiyet veriyor. Bu yolun bir çıkışı yok, teğmen. Her iki hususta da, ben zaten ölüyüm."