Kararmış bir İzmir gecesinde, sırtı kan revan içinde olan zavallı genç adamın kesik nefesleri duyuluyordu. Kumandan Vasili sırtında yara açmadığı tek bir yer bırakmamış, bunun yanında işi bittiğinde yarı baygın halde olan Leon'u iki asker eşliğinde faytona bindirip eve gönderilmesini talep etmişti.
Konuşamıyordu Leon. Ağzını ikiye ayırıp tek kelam edecek kadar bile yoktu gücü, kuvveti. Ne kendindeydi ne de kendinden geçmişti. Sırtı sanki bir yangın yeriydi. Derisinin ikiye ayrıldığını hissediyordu. Lakin ne acı çektiği yüzünden belli oluyordu ne de halet-i ruhiyesi.
Fayton durduğunda iki asker kendini tamamen salmış genç adamı kollarından tutup aşağıya indirmişti. Lakin bıraktıkları anda genç adam yerde bulmuştu kendini. Fayton ise uzaklaşıyordu. Leon bacakları üzerine düşmüş, sırtını dik tutma çabasında idi. Zira yer çakıllarla doluydu ve sırtı buraya değerse çekeceği acıyı düşündükçe daha çok titriyordu adamın bedeni. Kalkmak istiyordu Leon. Kalkıp sadece ama sadece Hilal'in yanına varmak istiyordu.
Yaralarına ne olmuş, ne olacak? Önemli değildi onun için. Tek isteği Hilal'di. Sanki genç kız ona sarılsa, sarmalasa vücuduyla Leon'u her şey geçecekti. "Leon!" yüksek bir haykırış yankılandı sessiz sokakta. Genç adam sesi duysa da hareket edemiyordu. "Leon!" bir tane daha duyuldu ve Leon konağın balkonuna çıkardı gözlerini. Hilal...
Ardından kayboldu. Leon hayal gördüğünü düşündü. Bilinci yerinde idi lakin arada gidip geliyordu. Neler olduğunu kavrayamıyordu ve her geçen zaman ağrılarını daha da can alıcı bir boyuta doğru sürüklüyordu. Genç adamın gözleri gidip gelirken konağın kapısı büyük bir gürültü ile açıldı ve Helena dahil olmak üzere evdeki herkes koştu Leon'un yanına. Kyria şaşkınlıktan ellerini ağzına kapatmış yalnızca gözyaşlarını akıtıyordu. Helena, Veronika'ya destek olmak istercesine sarmıştı onu.
Santos ve Hilal ise Leon'un yavaşça koluna girmiş onu kaldırmaya gayret ediyorlardı. Lakin Santos dirayetli olmaya çalıştıkça hanımların ağlayış sesleri güçsüzleştiriyordu genç adamı. Kardeşi bildiği adamı da bu halde görmek üzerine tuz biber oluyordu. Hilal'in dirseği Leon'un sırtına değdiğinde, Leon acı ile inledi. Hilal gözleri büyürken ağlaması şiddetlendi. Hafif rüzgar sayesinde az biraz uçuşmuştu yırtılmış ceket ve gömleği. Lakin bu kadarcık kısımdan bile sırtının durumu fecaatti.
"Hilal, yalvarırım kendine gel. Onu odaya bir an evvel taşımamız lazım lütfen!" diyen Santos'a baktı Hilal yaşlı gözleriyle. "S-sırtı..." diyebildi sadece. Santos başını biraz geriye çevirdiğinde karşılaştığı manzara ile anında çevirdi gözlerini önüne. Nemlenmişti anında gözleri. "Hilal ayakta kaldığı sürece acısı artacak hemen odaya götürelim. Ya da hastaneye mi götürsek?" adamın titreyen sesiyle sorduğu soruya başını iki yana sallayarak cevap verdi Hilal.
"Hayır, ben bakarım ona." dedikten sonra derin bir nefes çekti ciğerlerine ve hızlı adımlarla odaya çıkardılar Leon'u. Sırtı vesilesiyle yüz üstü yatırmışlardı yatağa. Hilal bir koşu pansuman malzemelerini alıp geldiğinde ilk işi zaten yırtılmış olan gömlek ve ceketini kesip sırtını tamamen açmak oldu.
Genç adamın bembeyaz teni kızıla boyanmıştı. Bir şey ile vurulmuştu sırtına. Sert bir şeyle. Santos yavaşça eğildi Leon'un yüzüne doğru. Ardından kaldırdı kafasını ve Hilal'e baktı. "Seni sayıklıyor." dediğinde Hilal yutkundu ve Leon'un sırtından ziyade yüzüne baktı. "Hilal..." sesleri ulaştı kulağına. Ardından fark etti ki Hilal, Leon kendisinin yastığıyla kapatmıştı bütün yüzünü. Yastık buram buram Hilal kokuyordu. Doğal olarak genç adam da sayıklıyordu sevdiğinin ismini. "Ben çıkayım, Kyria'ya bakayım. Bir şey olursa seslenirsin Hilal? Endaksi?" dediğinde Hilal dolu gözleriyle kafasını sallayarak onayladı Santos'u.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AĞRÂZ
Fanfiction"Ne fark eder? Ha boynuma urgan geçmiş, ha parmağıma yüzük... ikisi de hayatımın ellerimden akıp gitmesine sebebiyet veriyor. Bu yolun bir çıkışı yok, teğmen. Her iki hususta da, ben zaten ölüyüm."