"Günaydın, mitera!" dedi Leon gülümseyerek. Annesine yaklaştı ve alnına bir öpücük kondurdu. Kyria gülümseyerek oğlunun yanaklarını sevdi. "Günaydın oğlum. Gel sende iç benimle kahve." dediğinde Leon kaşlarını kaldırdı. "İsterdim mitera lakin, karargaha gitmem icap edecek." dediğinde Kyria kaşlarını çattı. "Hayırdır Leonida, mesele nedir?" dediğinde Leon yutkundu. Gözlerini tavana dikti. Ardından annesinin güzel çehresine baktı tekrar. "Mesele... Hilal." Kyria kaşlarını kaldırmış sorgular biçimde oğlunun yakışıklı, darbeden dolayı bir kaç morluğu olan yüzüne bakıyordu. "Ne durumda, sıhhati nasıl bakmam icap ediyor. Sonuçta evliliği kabul etti malumun. Artık bir nevi benim sorumluluğumda." dediğinde Kyria kahve fincanını bırakıp ayağa kalktı.
"Oğlum, iyi hatırlattın. Baban sabah din değiştirmen gerektiğinden bahsetti." dediğinde Leon kaşlarını çattı. Müslümanlığı araştırmıştı ve biliyordu. Hacı Bektaş Veli'yi de çok okumuştu hatta. Severdi de. Öyleydi ki dizelerin bazıları hala hafızasındaydı. Lakin Leon için insanların dininin bir önemi yoktu ki. İster müslüman, ister hristiyan, ister yahudi... insan her halükarda insandı.
Ne demişti Mevlana o güzel şiirinde;
Gel, gel, ne olursan ol yine gel,
İster kafir, ister mecusi, ister puta tapan ol yine gel,
Bizim dergahımız, ümitsizlik dergahı değildir,
Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel...
....Beri gel, beri ! Daha da beri ! Niceye şu yol vuruculuk ?
Madem ki sen bensin, ben de senim, niceye şu senlik benlik...
Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol...'Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol...' diye tekrarladı içinden Leon. İçindeki sesi feryadını duydu.
"Ya sen Leon? Sen neden olduğun gibi görünmüyorsun? Ya da göründüğün gibi olmuyorsun? Teğmenlik, askerlik... bunlar sana göre değil? Kalem tutan, piyano çalan bu eller silah tutmaya layık değil!" Leon derin bir nefes aldı ve annesine odaklandı.
"N-ne ben... belki ben Müslüman olmak istemiyorum mitera? Benim fikrimin gözünüzde hiç mi önemi yok?" Dediğinde Veronika başını elleri arasına aldı ve biraz ovdu. "Leon, müslüman kızlar başka dinden bir erkekle evlenemiyorlarmış oğlum... babanın kesin emri bu yönde. Hilal'i kendimizden daha çok uzaklaştırmamamız için bu şart." Leon alt dudağına dişlerini geçirdi. Kendini gülmeye zorladı.
"Madem kumandan emretmiş, bana da yapmak düşüyor." diyerek ağzına gelen bütün kelamları yuttu. O yutulan kelamlar genç adamın babası tarafından açılan koca bir boşluğun içine düştü ve kayboldu orada. Çocukluğu gibi... anıları gibi... "Oğlum hemen öyle emir diye düşünme! Bu sizin için bir formalite evet lakin tüm Smyrna gözünde bir aşk evliliği. Beni anlıyor musun Leonidas? Bu babanın gözüne girmen için iyi bir yol." Leon'un bu evliliğe bakış açısı değişti bir anda.
General Vasili onunla gurur duyar mıydı? Bilmiyordu genç adam. Hiç hissetmemişti kumandanının onunla gurur duyduğunu. Hiç duymamıştı dudaklarından dökülen gurur dolu kelamları. Annesine sarıldı ve konaktan çıkıp karargaha yürümeye başladı.
Hilal'e kızmıyordu. Kızdığı kişi babas- kumandanıydı. Zaten Leon kendini ileride kumandanının zoruyla evleneceğine hazırlamıştı. Kumandanı annesiyle aşk evliliği yapmasına rağmen Leon'un hislerine asla değer vermiyordu. İşte bu da Leon'u parçalayan konulardan yalnızca biriydi.
"Vazife dağdan ağır, ölüm tüyden hafif..." diye fısıldadı Leon. Sözcükler dudaklarından Yunanca dökülmüştü. Sonra düşündü.
Hilal de onun gibiydi bu yolda aslında. Önünde ölüm de vardı, uğraş gerektiren bir yolda. Ve o uğraş gerektiren yolu seçmişti. Hilal'den de bu beklenirdi diye düşündü genç adam. Onu bir Amazon kadınına benzetirken bunu öylesine söylememişti. Güldü haline Leon.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AĞRÂZ
Fanfiction"Ne fark eder? Ha boynuma urgan geçmiş, ha parmağıma yüzük... ikisi de hayatımın ellerimden akıp gitmesine sebebiyet veriyor. Bu yolun bir çıkışı yok, teğmen. Her iki hususta da, ben zaten ölüyüm."