11.BÖLÜM

39 4 6
                                    

Yaşamı hissetmek nasıldı? Gökyüzünde süzülen bir kuş gibi özgür olmak ya da hırçın denizdeki görkemli dalgalar gibi akışkan olmak mıydı? Bilemiyordum. Düşündükçe başa sarıyor, bırakmakla sıkıca sarılmak arasında gidip geliyordum. Direnişim yersiz, belki de yorucuydu ama ben başka yol bilmiyordum. Düşünmeye o kadar alışmışım ki kafamın içinde bir labirent oluşturmuş ve o labirentin kapılarını mühürlemiştim. Bu nedenle her şeyi akışa bırakmak benim açımdan zorlayıcı bir çaba gerektiriyordu. Karşımda uçsuz bucaksız deniz, hafif esen meltem ve gökyüzünü içine sığdıran mavilik bile hapsolmuş zihnimin kapılarını açamıyor, hayatımı sıkıştırdığım pençelerden kurtarıp özgürlüğüne salacak cesareti veremiyordu. Umutsuzluğun naraları her taraftaydı ve ben, başka ses duyamıyordum.

"Alır mısın, abla?" Kendimle yaptığım kısa çaplı muhakemeden sıyrıldığımda, gemilere ev sahipliği yapan denizi izlemeyi kesip tepemde dikilen çocuğa baktım. Zayıf, uzun boylu bir gençti. Muhtemelen on yedi veya on sekiz yaşlarındaydı. Altın sarısı, düz saçları ve gökyüzüyle yarışacak kadar parlak mavi gözlere sahipti. Bıyıkları yeni terlemeye başlamıştı, sesi düzensiz çıkıyordu. Elinde tutuğu mendili bana doğru uzatmış, öylece bekliyordu. Diğer elinde ise mendillerin bulunduğu bir kutu vardı. Bakışlarım kutunun üzerinde oyalanırken gülümsedim.

Yorgundum. İşten yeni çıkmış, eve gitmek yerine deniz kenarına gelip biraz nefes almak istemiştim. Saatlerimi burada öldürmemin asıl sebebi ise kaçmaya çalışıyor olmamdı. Derin yalnızlığımdan çaresizce kaçıyordum. Sanki her gittiğim yerde koluma girip benimle gezen rahatsız edici bir yoldaşa dönüşmüştü ve artık acı şekilde varlığına alışmaya başlamıştım. Ne tuhaftı değil mi? Yalnızlığın varlığına alışmak. Evde babamın olmayışı yalnızlığımı büyütüp kalbimi yoruyordu, hayatta yaslanacak kimsem olmadığını fark etmem ise daha ağır bir işkenceydi. Yüzümdeki gülüş yerini kederli bir ifadeye bırakırken banka yaslandım ve çocuğa baktım. Kaşları çatılmış, mavi gözleri meraklı parıltılarla oynaşmaya başlamıştı.

"İyi misin abla?" Sorusuna karşı sadece kafa sallayarak cevap vermekle yetindim. Bankta tek başıma otururken hissettiğim kırgınlık, çocuğun varlığıyla azalmıştı. Kaşlarımla elindeki kutuyu gösterdim. "Hepsi ne kadar?" Şaşkın ifadesi yüzüne yayıldı ve mavi gözleri heyecanla parıldadı. Bayram çocuklarının sevincini içinde barındıran ince bedeni kıpırdandı ve kutunun içindekileri saymaya başladı. Bakışları en sonunda beni bulduğunda gözlerinden yansıyan saf sevinçle karşılaştım.

"Yüz lira." Dedi. Kafamı onaylarcasına sallayıp öne doğru eğildim.

"Adın ne?" Diye sorduğumda temkinli bakışlarını yüzümde gezdirerek bir adım geriledi ve ne yapmaya çalıştığımı anlamaya çalışır gibi duraksayıp kaşlarını çattı. Hayatın tazeliğini, masumluğunu koruyan özgüvenli bir gençti ve açıkçası kendisine imrenmiş, o yaşlarımı hüzünle yad etmiştim.

"Faruk." Gülümsememe eklediğim samimi sıcaklığı yansıtmak ister gibi kafamı kaldırdım. Elimi uzatarak, "Ben de Laven." Dedim. Güven vermek adına, gözlerine iyi niyetle bakarken ikna olmuş olacak ki elini uzatıp elimi sıktı. Sıcacık ve kararlı bir dokunuştu. İçim ısınmış, yakınlık kurma isteği oluşturmuştu.

"Bir anlaşma yapalım Faruk. Senden mendilleri alacağım ve sana iki yüz lira vereceğim. Karşılığında benimle biraz oturmanı istiyorum."

Ciddi olup olmadığımı anlamaya çalışan bakışları, bütün bedenimi süzdükten sonra gözlerimi buldu. Omuzlarını silkerek kafasını salladı ve yanımdaki boşluğa oturdu. İçimin huzurla dolduğunu, yalnızlığın kolundan kurtulduğumu hissetmiştim o an. Sanki soba başında, aile evinde oturmuş, kestane pişirerek güzel vakit geçiriyormuşçasına bir nostalji hissetmiştim. Biraz rahatlamış, gevşemiştim.

Kör Labirent / TaharriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin