KÜÇÜK BİR SÜRPRİZ

63 0 0
                                    


İki yıl, dört ay, on yedi gün, dakikalar ve saniyeler... İnsanın sevdiği bile olsa karşısındakine güvenmesi tamamen mümkün mü? Ah! Tabii ki değil aptal kafa! O halde tamamen değilse ne kadar güvenebilir en fazla? Asıl soru bu işte...

Ben çalışıyorum, o ise okuyor. Hafta içi çıkışlarda beraberiz ama bir şeyler yapmak için yeterli vaktimiz olmuyor. Onun gecikmeden eve dönmesi gerekiyor. Kendi yorgunluğumdan şikâyet etmeyeli o kadar oldu ki bahsetmiyorum bile. Hafta sonları da sık sık olmasa da yemek, sinema, arkadaşlarla kafede sohbetler...

En çok eşli bowling maçlarında kazandığımızdaki sevinci beni mutlu ediyor.

Beraber yaptığımız şeyler bu kadar değil. Meselâ eve dönüşte yüksek bir tepede güneşin batışını seyrederiz, başı omzumda, şarkı mırıldanarak.

Hatırladım da bir keresinde gezmekten yorulup, işlek bir caddede dakikalarca oturacak bank aramıştık. Bulduğumuzda soluklanırken beni dürtüp,

"Şu gelen var ya parmağında yüzüğü yok ama evli bence." demişti.

Ben de: "O da bir şey mi? Mesela şu kızın yanındaki büyük gözlüklü çocuk, bugün en az yüz elli-iki yüz kız kesmiştir!" demiştim. Derken kendimize yeni bir eğlence yaratmıştık.


Yazdıkça aklıma geliyor, ikinci el kitaplara bayılır, içinden çıkan notları, sözleri okuruz. Sahaflarda saatlerce eli yüzü düzgün eski romanlar ararız. Okudukça, evimdeki sırf bunlar için kendi yaptığım kitaplığa ekleriz. Buna koleksiyon diyebilirsiniz. O, hiç görmemişti.

Hiç unutmam bir gün aceleyle yanlış otobüse binmiştik. Hava karanlık, konuşmaya dalmıştık. Bilmediğimiz bir semte gitmiştik. Taksiyle son sürat eve gitmesi gereken saati biraz geçmesine rağmen yetiştirmiştim.

Harika bir gülümsemesi vardır. Fotoğraf çektirmeye bayılır. Dün, erinmedim saydım sadece onun olduğu 345 fotoğraf, beraber çekildiğimiz 767 fotoğraf var.

Fotoğraflardan birinde tren garındaydık. Tutup kolumdan oraya götürmüştü. Oturduk saatlerce tek kelime etmeden. Bir sürü fotoğraf çekince hiç anlam verememiştim. Fotoğrafları bastırıp bir zarfla elime tutuşturduğunda, hatırladıklarım hakkında hikâyeler yazmamı istemişti. Fotoğrafların arkasına hikâyeler yazdıktan sonra ona vermiştim. Fotoğraflardan bir tanesini tekrar bana vermişti. Arkasında "Beni asla bu şehirde tek başıma bırakma!" yazıyordu. Her şeyi anladığımda kendimi çok garip hissetmiştim.

Hastaydım birkaç gündür. Yalnız yaşıyorum, yapabildiğim tek şey yaşadığımız güzel anları yazmak, hatırlamak, canlı tutmak... Ama bana yapacağı bol limonlu sıcak bir çorbayı içirmesini daha çok isterdim. Fakat evime gelmeyi hiçbir şekilde, hiçbir zaman kabul etmedi...

Konuyu büyütüp huzursuzluk çıkmasını hiç istemedim. Ama düşününce mantıklı bir sebep bulamıyorum. Beraberken ellerini aramızdan geçmeye çalışanlar olduğunda bile bırakmıyorum. Yeri ve zamanı olmadan onu öpüyorum. Hatta vedalaşırken canımı acıtacak kadar sıkı sarılır bana... Ama evime gelmeyi kabul etmedi. Eskidiği için değiştirmek istediğim mobilyaların yenilerini bile o seçti ama evde nasıl durduğunu hiç görmek istemedi...

Ona başka türlü dokunmamdan mı korkuyor? Nasıl düşünebilir ki bunu? Dışarıdayken benden çok o öpmek ister bazen! O zorlar beni sonuna kadar her şey için. Bunu sadece bir kez sordum. Gelmek istemediğini, tekrar sormamamı söyledi, o günden beri sadece şakayla karışık bir kaç kez denedim. Lafı öyle güzel çeviriyor ki...

Bir Sabahın HayaliHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin