Bölüm 4:Sığınmanın Yansıması

1.2K 69 56
                                    

Arnavut kaldırımlarını döven ayaklar takatini kaybettikçe, adımları telaşın ve korkunun doğurduğu bir tezatlıkla hızlanıyor, kopan feryatlar cayır cayır yanan eve yaklaştıkça şiddetini katbekat arttırıyordu. Haberi aldığı anda korkmanın yanında yaptığı tek şey koşmaktı; lakin bu felakete tek başına koşmuyordu Necdet. Haberi aldıkları vakit sebebini bilmediği, bilmeye çabalamak adına henüz vakit bulamadığı bir endişe ile genç adamın peşine takılan Diana, yardım edemeyeceğini bilmesine rağmen kendini alevlerin esir aldığı sokakta bulmuştu.

Evin bulunduğu sokağa döndükleri vakit yüzlerine çarpan sıcaklıkla afalladı iki genç, ikisinin de başka inandığı lakin aynı hissiyatla andıkları o cehennem, sanki o sokağa taşmıştı da hiç sönmeyecek gibi önüne çıkanı kül etmişti. Alevlere şahit olduğu ilk an duran Necdet, ağlayan annesini ve içeri girmemesi için onu büyük bir gayretle tutan babasını gördüğü vakit atabileceği en hızlı adımlarla soluğu yanlarında almıştı.

"Anne!"

Oğlunun kollarına koşan kadının takatsiz kalan bedeni Necdet'in üzerine yığılıvermişti.

"Oğlum Yıldız..." dedi Azize.

Necdet annesini kenara bırakıp da alevlerin içine atılacakken kolunda hissettiği bir dokunuşla duraksasa da, yerinde durmasına asıl sebep külün ve dumanın içinden gelen bir veyahut iki kişinin sisten birbirine karışan silüeti olmuştu.

"Ali Kemal..." dedi Azize. "Oğlum!"

Koşar adım alevlerin içinden sendeleyerek çıkan Ali Kemal ve ellerinde baygın vaziyette duran Yıldız'ın yanında aldı soluğu Azize. Kolunda halen duran el de nihayet çekilince, kardeşinin kurtulmasının huzurundan mı bilinmez, o elin sıcaklığını henüz hissedebilmişti genç adam. Lakin şimdi ne o sıcaklığa kapılmanın, ne de bu hissiyatın sebebini düşünmenin zamanıydı. Ali Kemal ve öksürüklere boğulan Yıldız'ın yanına giderek usulca kardeşini kucakladı.

"Hoş geldin." dedi Necdet, Ali Kemal ise gözlerini diktiği yerden ayırmıyor, hayretini ve hüznünü gizleme hususunda başarısız oluyordu.

Biliyordu Necdet, sırada yeni bir hesaplaşma vardı, Ali Kemal ve Albay Cevdet'in, kendininkine benzer lakin çok daha şiddetli geçecek olan münakaşası, daha çok kırgınlık değil belki; lakin daha çok öfke, aynı hesap soruşlar, aynı ihanet... Bu anları tekrar yaşama hususunda pek isteksizdi Necdet.

"Yıldız'ı hastaneye götüreceğim." dedi annesine. "Sizi de kontrol etmemiz icap eder anne, babaannemi de alıp tez vakitte hastaneye gelin."

Kardeşini bahane ederek oradan kaçacaktı. Bir yandan kendini epey suçlu hissediyordu, çünkü o an için annesini sönmüş bir yangının külleri ve henüz kıvılcımlanan bir alevin ortasında bırakmıştı; fakat yüreğinde o an için bir yüzleşmeye dahi katlanacak takati bulamıyordu. Kucakladığı kardeşi boynuna sıkı sıkıya sarılmış, öksürmeleri ise şiddetlenmişti. Bundan sebep üst sokağa bir an evvel çıkmak için adımlarını epey hızlandırmış ve bulduğu ilk faytona kendini atıvermişti.

"Hastaneye gideceğiz."

***

Cenazeden beri Necdet'in adeta gölgesi gibi peşinde olduğunu yeni idrak etmiş, biraz da gururundan ötürü yaptığını idrak ettiği an duyduğu utançla yanaklarını al basmıştı. Elbette bu genç adama en kıymet verdiği insanı kurtaracak olmasından mütevellit haklı bir minnet duyuyordu; lakin bu topraklardaki birçok insan gibi bu hekime de pek ısınamamışken, bir yanının aksi uğruna neden savaş verdiğini anlamakta güçlük çekiyordu.

Gıcırdayan kapıyla yerinden kalkan genç kız ileri doğru bir adım atarak duraksadı.

"Küçük hanım umarım ki iyidir."

AYNAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin