Aralık kapıdan kardeşinin uykuya teslim olmuş yüzüne içi sızlayarak baktı genç adam. Ev halkı kahvaltısını çoktan etmişti; her zaman sofraya geç kalmasına söylenen Necdet, bu kez Yıldız'ın uyandırmama önerisini getiren taraf olmuştu. Yüzündeki birazı geçmiş, çoğu tenine ve aslı içine nüfuz etmiş yaralara baktı. Her birinin cezasını kendi elleriyle kesmek isterdi, evet, Necdet dahi olsa bunu isterdi. Kardeşine kalkan ellerden, ona kıyan ellerden bunun hesabını sormak isterdi; lakin Yunan askerleri o kalleşleri çoktan zindana atmıştı.
"Ben gidiyorum anne." dedi Necdet arkasında bekleyen Azize'ye.
"Nereye oğlum?" diye sual etti Azize. Evvelden bu sorunun yanıtı Azize için belliydi, Necdet sabah kahvaltısını eder, kendine yaptığı acı Türk kahvesini içer ve erkenden hastaneye giderdi. Lakin bir vakit evvel Anadolu yollarına koyularak ayrıldığı vazifesinin akıbetini henüz kendisi dahi bilmiyordu.
"Vasili'ye." dedi Necdet. "Mustafa geldi, vazifesine de başladı." Derin bir nefes alarak ceketini giydi genç adam, "Onu vazifesinden edecek değilim; lakin başhekimliği bıraktım diye hekimliği de terk edecek değilim. Vasili ile konuşup hastaneye geri döneceğim."
"İnşallah oğlum." dedi Azize Necdet'in yüzünü avuçları arasına alarak. Annesinin şefkatinin karşısında o kocaman adamın yüzü adeta ufacık oluyor, Azize'nin elleri arasında kayboluyordu.
Kapıyı çeken Necdet derin ve kesik bir nefes aldı. Vazifesi elbette ki pek mühimdi; lakin konağa gidecek olmasının ardında yatan esas gaye, günlerdir haber alamadığı ve hasretine düştüğü Diana'yı görmekti. Belki de ona, kendini onsuz bıraktığı günlerin hesabını soracaktı, faturayı o pamuk dudaklara kesse hiç fena olmazdı. Bir öpücük, bir adım ve bir itiraf onu önlenemez bir arsızlığa sürüklüyordu.
Ceketinin yakasını düzeltirken bakışlarının ileri daldığını farketti genç adam. Demek aşk denen şey böyle bir zehirdi, kalbi hep dahasını isteme mecburiyetinde bırakan ve dahasını bahşetmeye açık kılan.
***
Nakışlı perdenin aralığından gözüne ilişen güneş, istemese dahi uykusunu def edivermişti Yıldız'ın. Gözlerini açtığında günlerdir uyuyor ve dinleniyor olmasına karşın biraz daha uyumak istedi. Hakikaten de insan neyin içindeyse benliği onun devamına muhtaç hissediyordu kendini, uyudukça uykuyu, acı çektikçe acıyı arıyordu. Peki ne yapmalıydı? Aslında sual zor; lakin cevabı basitti, vakit uyanma vaktiydi.
Yatağından yavaşça kalkan genç kız evvela aynasının önüne oturdu. Saçlarını yıkamasına karşın birkaç gündür hiç taramamıştı. At kılından eski saç fırçasını alıp karışmış, siyah ve dalgalı saçlarının arasında usulca gezdirmeye başladı. Kaşının üzerinde duran, kabuk bağlamış yaraya dikti bakışlarını, iyileşiyor gibi görünmesine karşın yarası halen sızlıyordu. İyileşecekti; lakin izi kalacaktı. Teninin derinlerinde bıraktığı iz ise hep sızlayacaktı.
Pek çok genç gibi onun da içinde bulunduğu bu buhranın müsebbibi olan savaşın hakikatine bakıyordu Yıldız, o vakit kendi yansımasından ziyade. İnsanı insana kırdıran, komşuyu komşuya öldürten bu hengamede hayatının baharındakiler ölüyor, yan yana yaşayan kimseler birbirini vuruyor, komşusu taze nişanlı Ayten asker yolu gözlüyor, Muharrem amca ise şehit oğlunun yasını tutuyordu. Kana, ölüme aç koca ihtiyarlar balo salonlarında kadeh tokuştururken aşkı tatması, hayallerinin peşinde koşması gereken gençler ortaya canlarını koyuyor ve o canlardan oluyorlardı.
Yaşayanlara ne kalıyordu peki: ölümün soğuk, acı korkusu ve bir o kadar karanlık, derin bir yas duygusu. Korkuyordu Yıldız, ümit denen şeyi çoktan bir kenara koyduğundan kendisi ve ailesi adına korkuyordu. Bir gün yakın arkadaşını kaybetmekten, annesinin başına bir hal gelmesinden, vatan sevdasını her şeyin önünde tutan ağabeylerinin cansız bedenlerine sarılmaktan korkuyordu. Ve tüm bunların peşinde sevmekten, aşık olmaktan korkuyordu. Tatmayı da bir o kadar istediği bu duygu, savaş hakikati mevzu bahis olunca kaybetme korkusunu da eteklerine takıyordu. Kaybetmektense genç kız, hiç kazanmamış olmayı yeğliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AYNA
Fanfiction"Bugün, bu şehrin işgalinin masada imzalanan o anlaşmalardan hakikate taşındığı gün. Bugün, bu milletin esas direnişinin başlayacağı gün. Siz şimdi diyorsunuz ki biz, milletin sesi olan biz, o sesin avaz avaz çıkması gereken bu vakitlerde o sesi kes...