Balodan ayrılıp da eve gelişinden şu saate dek gözleri bir damla uykuya dahi açtı; lakin uykunun zerresi Necdet'e uğramamıştı o gece. Madem ki uyku, zihni adına kaçacağı ıssız bir kıyıyken bu kıyıya vurmak nasip olmamıştı, o halde aklının sesini susturmak için belki de o aklın en yüksek perdeden konuşacağı meşgaleye sığınmalıydı. Nicedir oynamayan kalemi uykunun haram olduğu gece boyunca sanki genç adamın ellerini esir almıştı da, zihnine hacet kalmadan, elleri efsunlanmışçasına mürekkebiyle kağıda mana katıyor, dilinden dökemediği her saklı kelimenin sesi oluyordu.
Sabahın ilk vakitlerinde açık pencereden içeri sızan havanın çiğ kokusu ve hemen ardından başlayan sabah ezanıyla birlikte Necdet, önündeki kitap ve kağıtlardan nihayet başını kaldırabilmişti. Şimdi bu meşgaleyi de tüketmişken en korktuğu şeyle başbaşaydı: kendiyle.
Son zamanlarda yaşadıklarının acısını ne kadar ertelediğini anladı, halbuki işgalin ilk gününden bu yana pek çok acıyla imtihan olmuş ve ziyadesiyle acı çekmişti; lakin yitirdiklerini tarttığında bu acıyı olabildiğince susturduğunu anlamış ve akıtmadığı o zehrin birikip de canını daha beter yaktığını veyahut yakacağını o sabah anlamıştı. Isdırabı yok saymak belki de en büyük fedakarlıktı; çünkü acı bir zehirdi ve bu zehir kalbe aktıkça ruhu zehirlerdi. Bu yüzden acıyı yaşamak da gerekliydi; lakin Necdet yaşatmak için ruhunu öldürmeyi yeğlemişti.
O an ise, sabahın ilk ışığının çalışma masasına düştüğü ve kendini meşgul edecek kelamların yazılmaktan nihayet yorulduğu o an, dirayetinin son nefesini verdiği andı. Sanki yabana attığı veyahut atmaya gayret ettiği-lakin başaramadığı-her anı, vicdanından ve kalbinden bir parça koparıp da karşısına dikiliyor, genç adamın üzerine bir karabasan misali çöküyordu.
Hasan ağabeyi aralamıştı kapıyı evvela, ağır adımlarla karşısına dikilmişti de gözlerinin içine bakıyordu. Elinde bir tabanca, kalbindeyse bir kurşun...Susuyordu Hasan Basri, o kör kurşun kalbindeki yerini bulduğundan beri susuyordu. Odadaki bu keskin sessizlikten kuvvet alıp da konuşuyordu anılar. Tıbbiye Mektebi'nin başlarıydı ilk ziyaretçi hatıra, Haydarpaşa'ya adımını attığı ilk vakit, uğruna nice savaşlar verilen ve yurdunun kalbi bu şehre adımını atmanın heyecanıyla yaprak gibi titrediği o anı anımsamıştı. Elinde cebinden çıkardığı, uzun yol sebebiyle biraz buruşmasından utanarak avcunun içine gizlediği kağıdı evirip çevirip de adres ararken ona rastlamıştı. İlk kez gördüğü; lakin o an dahi herkesten iyi tanıdığı bu yabancıyı canından bir parçaymışçasına sevmesi de bundandı, o vakte dek ruhunu okuyan tek bir kimseyle dahi tanışmamışken, Hasan Basri onu ilk görüşte anlamış, İstanbul denen o koca deryada boğulmaması için Necdet'e sıkı sıkıya sarılmıştı. Mektebinin ilk günü, Şişli'deki dairesinde "Cevdet Oğlu Necdet, Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane talebesi." diyerek kendisini takdim etmesinin ardından şöyle demişti:"Bu gence iyi bakın, yüreğinde taşıdığı vatan sevdası Anadolu'nun iman ve coşkusunun icmalidir. İşte düşmanda mevcut olmayan şey de bu iman ve muhabbettir. Bu sebeple onların topu tüfeği bu toprağın insanına işlemez, böyle gençler var oldukça, bu vatan düşmez efendiler!"
1918 senesinde İstanbul'dan İzmir'e geçtikleri vakitte ise Necdet'in kalemine öylesine güveniyordu ki , Hukuk-u Beşer gazetesinde yazması için kendisini ziyadesiyle yüreklendirmişti ağabeyi, yeteneğine hayran kalmış ve her daim bu hayranlığını dile getirmekten geri durmamıştı. Ağlamadan evvel ağlayacağını, gülmeden evvel güleceğini bilirdi Hasan Basri, şimdi Necdet ağlıyordu, Hasan Basri ise bilmiyordu, susuyordu yalnız, hayali karşısında öylece susuyordu. "Yapma..." der gibi boynunu büktü Necdet. "Yapma ağabey, bakma öyle, seninle ölemedim veyahut seni yaşatamadım diye hesap sorar gibi bakma."
Bu kez hıçkırıklarını susturmuyordu, bir kez akmazsa gözyaşı, her daim daha fazla yakacaktı, zaten çağlayan misali gözlerinden boşanan yaşlara set çekmesinin mümkünatı da yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AYNA
Fanfic"Bugün, bu şehrin işgalinin masada imzalanan o anlaşmalardan hakikate taşındığı gün. Bugün, bu milletin esas direnişinin başlayacağı gün. Siz şimdi diyorsunuz ki biz, milletin sesi olan biz, o sesin avaz avaz çıkması gereken bu vakitlerde o sesi kes...