Bölüm 2:Esaretin Yansıması

1.7K 95 32
                                    

Yunan'ın şehre inmesiyle Izmir'in dört bir yanı kan kokuyordu. Açılan yaylım ateşi neticesinde dört yüz Türk şehit edilmişti. Üstelik evveliyattan var olan hastalıkların tedavisi için lazım gelen teçhizat bulunmadığından, şehrin ve civar köylerin dört bir yanından ölüm haberleri yükseliyordu.
Yunan üniformasını taşıyan birinin yardımına muhtaç kalmak Necdet'in içini ziyadesiyle burkuyordu; lakin yeni mezun bir hekim olarak ne yapması lazım geldiğinin pek tabi bilincindeydi. Şahsi hislerini yeniden bir kenara bırakıp bu ortaklığa güvenmek zorunda olduğunu idrak edeli pek olmamıştı. O teğmenin ettiği afilli lafların hiçbirine itimadı yoktu; lakin itimat etmekten başka çaresi de yoktu.

"Başhekimim."

İleriye dalmış vaziyetteki genç adam ardından gelen sese farketse dahi tepki vermemiş, dalgınlığının ve derin düşüncelerinin tesirini henüz üzerinden atamamıştı. 

"Başhekimim."

Tekrarlayan çağrının ardından irkilerek geriye döndü Necdet. Başındaki düşünceler içini iyiden iyiye sıkıyordu. Elinde oynadığı kağıdı buruşturup masanın üzerine fırlatıverdi. Öylece kenara attığı kağıt bir davetiyeydi.

"Kutsal Yunan Ordusu'nun Anadolu'ya ayak basışının ve sonsuz hakimiyetinin şerefine düzenlenecek bu baloda, sizleri aramızda görmekten onur duyarız.

General Vasilis Papadopoulos

Yunan Orduları Kumandanı"

"Bir Yunan kumandanı geldi, yarasının pansumanı için beklemekte."

"Edin o vakit, hemşire." dedi Necdet, sitemkar bir sesle.

"Lakin yarasını kontrol ettiğimde tabi olmayan bir vaziyet sezdim, bakmanız icap eder."

"Peki." diyerek başını salladı sıkıntıyla. Bir an evvel işini bitirme niyetindeydi; çünkü Katip Cevdet adı ile yayımladığı yeni bir yazı ile yurtdaşları, hayatını yitiren diğer yurtdaşlarının cenaze merasimini tertip etmek adına toplanmaya çağırmıştı. Başta Hasan Basri olmak üzere vatan için canından olmuş her kimse, veda edeni yolcu etmek elzemdi.

Bir hışımla açtığı kapının ardında yorgunluk çöken gözlerine temas eden mavi gözlerle birlikte, genç adamın vücudunun her bir zerresi karıncalanıyor, kalbinden o andan itibaren yayılan ateş tüm bedenini bir yangın misali sarmalıyordu.

Kendine bakan gözleri en son Selanik'te görmüştü Necdet. En son üzerini örttüğü battaniyenin altından, titreyen küçük elleri tutmuştu karşısında duran adamın ellerini. Necdet'i Necdet yapan ne varsa, şimdi karşısında dikilen adamı yitirişindendi.

Aklını yitirecek gibi hissediyordu Necdet, çünkü yıllardır yasının ateşi yüreğinin köşesinde yanan babası şimdi karşısındaydı.

Yutkunmasıyla boğazından geçen, yırtıcı bir yumru önce ciğerlerine uğradı, ardından kalbini buldu. Şaşkınlık hissiyatı en tesirli biçimde zihnine hucum ederken, pek tabi sevinci de eteklerine takıp yüreğine sürüklüyordu. O gök mavisi gözlere bakakaldı; yüzünde içindeki tüm acılara ve kaygılara inat tezahür eden gülüşü bir bahar gibi çehresine yerleşse de, aşağı inen gözlerin bulduğu üniforma o gülüşü yeni bir hayret ve hüzünle soldurmuştu.

"Baba..." dedi fısıltıyla. Boğazına takılı kalan yumruyu kovalamak ister gibi derin bir nefes aldı.

Şimdi o gök mavisi gözlerdeki siyahlıklar gitgide büyüyen bir hal almışken, maviliklere hücum eden yaşın ve yüzünde vuku bulan, Necdetinkine benzer hissiyatların varlığını idrak etmemeye imkan yoktu. Derin bir nefes aldı Cevdet, vazifesi adına yürüdüğü bu yolda ailesini kaybettiğini zannetmesi yıllar boyu derin bir yasa sürüklemişken onu, yaşadığı hayret ve sevincin hududu yoktu.

AYNAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin