Bölüm 17:Kaybın Yansıması

454 30 5
                                    

Hatırlıyor musun sevgilim, seni böyle bir anda tanımıştım. Bir el silah sesinin suskunluğunda ve bir dostun ölümünün çaresizliğinde. Bir kıyımın ıssızlığında...

Yeniden aynı çaresizliğin, aynı kederin ve tarifi imkansız o acı yumağının tam da boğazıma oturmasıyla ve hatta kalbimi tam da avuçlarının içine alıp, patlatırcasına sıkmasıyla nasıl başa çıkabilirim? Kıyafetime bulaşan o kan, yine bir sevdiğimin... Hayat ne garip! Üzüntümden haykıramayacak kadar uyuşuk bedenim ve titreyen ellerim şimdi, sana can verme telaşında.

Nefes...

Yalnızca biraz nefes almak istiyorum.

Yalnız bir parça havayı nasıl da bu kadar zor olabilir, doldurmak içime?

Titreyen soluğun kulağıma çarpıyor şimdi, o kör kurşun o narin bedeni bulalı henüz, birkaç saniye oldu; acının, uyuşmuşluğun ve şaşkınlığın o ani, yıkıcı tesiriyle, düşmemen için belini sıkıca kavrıyorum. Pek az bir vakit sonra dudaklarını aralayıp da azaplı bir hırıltıyla ismimi zikrettiğinde, uyku veyahut rüya halinden uyanmışçasına o uyuşmuşluğumu atacağım üzerimden.

Ya sonrası...

Seni tanıdığım o günde yaşadığım azabın, acının, kaybetme korkusunun bin beteri, ani bir şok dalgası ile kalbimde adeta infilak edip parmak uçlarıma dek, birden bire yayılacak. Ölüyor gibi olacağım, ölmemen için savaşacağım.

Ve şimdi sen, şu kahrolası birkaç saniyenin sonunda nihayet dudaklarını aralıyorsun.

"Nec...det..."

Şimdi...

Vücudunu esir alan o kurşun sancısı, beraberinde sonsuza dek ayrılma ihtimalini sürüklemişken, sen acıyla inlemişken ve ardında bana tutunan elin öylesine çaresiz, takatsiz bir halde güç bela tuttuğun omzumdan, ölüm sessizliğiyle düşmüşken; ben nasıl haykırmayayım?

"Diana... Diana!"

Nisan 1920

"Anne, hazır mı?"

"Al oğlum."

Azize, elinde tuttuğu al bayrağı oğluna uzatırken buğulu gözlerindeki gururlu yaşlar artık yer çekimine karşı koyamaz vaziyette süzülmüştü yanaklarından. Gururla, güvenle başını hafifçe salladı Necdet, vakit sevinçten dahi olsa gözyaşı dökme vakti değildi.

Üst kata hızlı adımlarla çıkan Necdet'i takip eden ev ahalisi merdivenin yarısında durmuş, balkonun kapısına varan Necdet'i ve hemen ardında duran Ali Kemal'i seyrediyordu. Necdet bayrağı adeta gökte süzülmeye bırakmışken derin bir nefes almış, ardından balkonun demirlerine iki yandaki bağları sıkıca bağlamıştı. Kimsenin gücü, bu düğümleri çözmeye yetmeyecekti.

"Ne olacak şimdi?" diye sual etti Yıldız Devlet işlerine uzaktı, gündemi ve vuku bulan hadiselerin gelecekleri için ne mana ifade ettiğini kestiremezdi; lakin biliyordu ki bugün pek mühim bir hadise vardı, Mustafa Kemal ve silah arkadaşları, Ankara'da bir meclis kurmuştu.

Yutkundu Necdet, aslında ne olacağını kendi de bilmiyordu. Şimdi Yunan askeri kuvvetle muhtemel İç Anadolu'ya ilerleyişini hızlandırma gayretinde olacaktı. Üstelik bir meclis kuruldu ise bu meclis bir ordu toparlamanın da telaşında olacaktı; lakin Kuvva birlikleri? Bir çok seçenek ve bir dünya madde kafasında kol gezerken, var olan hiçbir ihtimal o an için birbirine örtüşmese de şunu biliyordu Necdet: Mustafa Kemal Paşa bir meclis kurmuştu ve bu milletin mağlup olmaya hiç ama hiç niyeti yoktu.

AYNAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin